Kısa süre önce gündemde İdlip’teki çatışma, Suriye’de öldürülen Türk askerleri ve hükümetin AB sınırına gitmek isteyen mültecileri durdurmama kararıyla Edirne’de başlayan hareketlilik vardı. Türkiye-Yunanistan sınırında sıkışan, çoğunluğu Afgan ve İranlı sığınmacılar bir ay gıda, temiz su, hijyen, barınma, ısınma gibi temel ihtiyaçlara erişememenin yanında Yunan polisinin uyguladığı şiddet ve insanlık dışı muameleye maruz kaldılar. İktidarların çıkar odaklı politikalarına karşı STK’ların ve halkın bazı Avrupa ülkelerinde yürüttüğü dayanışma eylemleri önem kazandı. Atina’da binler yürüdü ve “Birlikte yaşayabiliriz. Sömürü, savaş, milliyetçilik ve ırkçılığa karşı birlikte savaşabiliriz” mesajı verdi.

Göçmenler, mülteciler ‘evde kal’amıyor! 

Bu süreçte Covid-19 virüsü dünyayı sardı ve dikkatler bu salgına çevrildi. Mülteciler gündemin gerisinde kaldı. Fiziksel mesafelenmeyi önceleyip sosyal etkileşim ve dayanışmayı arttırmamız gereken bir dönemden geçerken toplumun her kesiminin benzer hijyen ve sağlık koşullarına erişemediği, kendilerini izole edecekleri evlerinin olmadığı, olsa bile bu evlerin onlar için ne kadar güvenli alan sayılabileceği üstüne başta devlet olmak üzere hepimizin düşünmesi gerekiyor. Yapılan “evde kal!” çağrısının hassas grupları daha büyük tehlikede bıraktığını kadına yönelik şiddet vakalarındaki artışla görüyoruz. Zaten ekonomik güçlük çeken mülteci kadınlar salgın sebebiyle gündelik işlerinden olup, çocukları ile birlikte temiz suya, yeterli gıdaya, hijyen malzemelerine erişmede zorluk çekiyor. Çalışmaya devam edenlerse güvencesiz koşulların yanında virüse yakalanma riski ile mücadele etmekteler. Ayrıca güvenlik ve adli hizmetlere, STK’ların danışma birimlerine erişim sorunu yaşıyorlar.

Sınırları Aşalım

 AB ve uluslarüstü örgütlerin sığınmacılar söz konusu olduğunda takındığı sessizlik ve Türkiye’nin tehdit aracı olarak kullandığı mültecileri kapsayıcı sosyal politikalar üretmemesi krizi daha da derinleştirmektedir. Mültecilerin toplumun içinde bulunduğu kriz ve sorunlardan bağımsız olduğu yanılgısından çıkıp, her türlü önlem ve çözümün bir parçası kılınması şarttır. Mültecilerin kendisini ve özellikle kamplarda meydana gelebilecek olası salgının toplum sağlığına bir tehdit olduğunu değil, bunu herkesi kapsayan bir genel sağlık koruma sistemi yaratabilmemizin fırsatı, gerekliliği olarak görmeliyiz.