Prune Antoine

Almanya’da kürtajın hala yasaklı olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım.

2011 yılında 30 yaşındayken kürtaj oldum. O zamanlar duvarın yıkılmasından bu yana özgürlükler şehri olmakla bilinen Berlin’de yaşıyordum. Bu özgürlükçü hava bütün dikkatler rahmime yönelene kadardı. 1980’lerde Fransa’da doğmuş, internet çağında büyümüş, Erasmus’a gitmiş ve aşkın sınırlarının olmadığına inanan biri olarak kadın vücuduna dair kürtajdan üremeye yardımcı tedavilere kadar her şeyin uzun uğraşlarla kazanılan haklar kapsamında garanti altına alındığına inanıyordum.

Mayıs 1968 eylemleri, 1971’de kürtaj yaptığını itiraf eden kadınların imzaladığı ‘343 Manifestosu’, kürtajı yasallaştıran sağlık bakanı Simone Veil, ilk tüp bebek denemeleri gibi Fransız kadınlarının özgürleşme yolunda kat ettiği dönüm noktalarının Avrupa genelinde geçerli olduğu sanrısındaydım. 

Nazi Almanya’sından bu yana, Almanya’nın anne karnındaki ceninlerin akıbeti hakkında bu kadar ilgili olduğunu öğrenince çok şaşırmıştım. Aslına bakarsanız kürtaj Almanya’da hala yasak. Ceza Kanunu’nun 219. Maddesi (a) bendine göre kürtaj suç sayılmıyor ancak örneğin metotlarını kamuoyuna açıklayan jinekologlar için cezalar öngörülmüş. Alman mahkemeleri kürtaj hakkındaki herhangi bir bilgi paylaşımını ‘yasa dışı reklam’ olarak görüyor. 

Neyse ki kimse bana örgü şişleriyle saldırmadı, hapse de girmedim. Ancak karşıma bürokratik bir parkur çıkmıştı. Uzun bir süre boyunca sağlık ve sosyal hizmet çalışanları tarafından sorgulandım, bekletildim ve basmakalıp sözcüklerle yazılmış resmi bir izin aldım, sonra yine bekletildim. Sonunda bana ‘sertifikalı’ bir doktorun bilgileri verildi. 

Bu tecrübeyle tekrar bir feminist olarak doğdum. Süreç içerisinde 21. yüzyılda ve Avrupa entegrasyonunun 60 yıllık geçmişinde, kadın vücuduna ait yasaların Avrupa Birliği üyeleri arasında nasıl bu kadar farklı olabileceğine kafa yordum. 

Gazeteci olarak Varşova’dan Lefkoşe’ye kadar birçok yerde kadınlar hakkında ve çocuk yapma(ma) istekleri üzerinde çalıştım. Neslimin kadınları için sonsuz tercihlerin ve tam bir özgürlüğün tamamen sembolik olduğunu gördüm. Doğu Avrupa’da üreme sağlığı haklarının ne kadar absürt olduklarını ve coğrafi manevralar gerektirdiğini gördüm. Kürtaj için Polonya’dan Almanya’ya geçtiğini, 40 yaş üstü Alman kadınların tüple döllenme için son bir şans olarak Yunanistan’a gittiğini gördüm. Batıdaki aynı cinsiyetten çiftlerin bebeklerine taşıyıcı annelik yapan pejmürde Ukraynalılar ve yumurta hücrelerini Fransa’daki daha az doğurgan kız kardeşlerine bağışlayan Çekler gördüm. 

Kürtaj ve tüp bebek turizmi ve dini, ahlaki ve ailevi değerlerle kökleşmiş dev yasal boşlukları araştırıyordum. Örneğin Polonya’da kürtaj yasağı var ancak bu ülke aynı zamanda yardımcı dölleme yöntemleri konusunda en liberal ülke; dondurulmuş embriyo nakilleri alanında devlet fonlaması da cabası. 

Birlik olduğu iddia edilen bir alanda kadınların sınırlara, ulusal kısıtlamalara ve suçlayıcı ve gerici dile maruz kaldıklarını gördüm. Pasaportsuz Şengen bölgesi rahimlerimiz söz konusu olduğunda geçerli değil miydi? Tek pazar, tek para, ortak kurumlar ve tek başkenti olan Avrupa konu kadınların vücudu olunca evrensel kurallar tanımıyordu.

Paris’teki arkadaşlar Brüksel’e yumurtalarını dondurmaya giderken bekarlar ya da geyler İspanya’ya birkaç kere seyahat etmek zorunda kalıyor. Tanıdığım bir kadın Almanya’daki 12 hafta kuralı yüzünden Hollanda’da kürtaj yaptırmak zorunda kalmıştı. Toplumsal cinsiyet eşitliği derken gerçekten bir anlam kazanması için buradan başlamamız gerekmez mi?

Eğer erkekler kürtaj olmak zorunda olsalardı eminim bu hizmet arabaya servis kliniklerde, ertesi gün hapları da otomatlarda satılırdı. Herkese uyan yasal hükümler olurdu ve kimse ulusal kısıtlamalardan dolayı denizin ortasında kürtaj yaptırmak zorunda kalmazdı. Kürtaj çok kolay erişilebilir ve AB genelinde tanınan bir sigorta kapsamında olurdu. AB’nin 28 üye ülkesi yenilebilir salyangozlar ya da duş başları gibi konularda ortak karar alabilirken nüfusun yarısını ilgilendiren cinsel ve üreme sağlığı konularında nasıl böyle sessiz kalabiliyorlar? Avrupa her yıl yüzlerce konu hakkında yönerge ve yasa paketleri çıkarırken kürtaj yasalarını uyumlaştırmayı planladıklarını hiç duymadım.

Küçük bir kızım olduğundan beri Avrupa entegrasyonunun çok daha büyük bir hızla ilerlediğini düşlüyorum. Keşke AB risk alıp kadın hakları konusunda bir öncü olabilse. Erkek ve kadınlar arasındaki kazanç farkının ‘sadece %16,2’ olmasını, doğum izninin iki eşe de 10 gün daha uzatılmasını, kadına karşı şiddetin yasaklanmasını yeterli görmeyi reddediyorum. Çok daha fazlası gerekli. Gittikçe evcilleşen siyasi idealleri, durağan bir ekonomiyi ve tarihi bir mucize olan AB’nin bir vahaya dönüşmesini sadece ve sadece özgürlükçü toplumlarla engelleyebiliriz. 

Eğer ulus devletler para birimlerini ve sınırlarını ortaklaştırabiliyorlarsa cinsel sağlık haklarının ortaklaşması çocuk oyuncağı olmalı. Pens bile gerektiriyor olsa kadınların Avrupası’nı doğurma vakti artık geldi. Chirstine Lagarde ve Ursula von der Leyen, bir sonraki hareketinizi heyecanla bekliyoruz.

(Bu yazı Türkçeye Mor Dayanışma Çeviri Komisyonu tarafından çevrildi. Orijinali için: https://www.theguardian.com/commentisfree/2019/jul/24/europe-abortion-laws-germany)