“Ben güçlü bir kadınım ve bir mamba gibi ısırabilirim!”

Bu söz, Güney Afrika’da Black Mamba’s üyelerinden bir kadına ait. Birlik, adını Aşağı Sahra Afrikasına özgü zehirli bir yılan türü olan kara mambadan alıyor.

Tehdit altında kaldığında kaçmak yerine savunmaya geçen kara mamba ise şüphesiz, sadece kadınlardan oluşan bu birliğin amaçlarıyla ve kimliğiyle örtüşüyor. Bu, dünya genelinde doğanın katledilmesine karşı kadınlardan oluşan birliklerden sadece biri.Özellikle Türkiye’de son on beş yıldır betonlardan beton beğenmemiz isteniyor.
Çok hızlı bir şekilde, ekolojik yıkımlarla, ormanların, denizlerin, nehirlerin özel şirketlere peşkeş çekilerek yok edilmesine, katledilmesine şahit oluyoruz.

Gezi direnişinde kadınların en önde olmasının tesadüf olmadığı gibi “Yeşil Yol” projesiyle Cerattepe’de oluşturulmak istenen talana karşı buldozerin önüne atlayarak “devlet kimdur, devlet benim” diyen Havva Ana’nın direnişi de tesadüf değil.

Peki bu ekolojik yıkım ve talana karşı mücadelede kadınların en ön saflarda yer alması tesadüf mü?
Gezi direnişinde kadınların en önde olmasının tesadüf olmadığı gibi “Yeşil Yol” projesiyle Cerattepe’de oluşturulmak istenen talana karşı buldozerin önüne atlayarak “devlet kimdur, devlet benim” diyen Havva Ana’nın direnişi de tesadüf değil.
Kadın, asırlık ormanların yok edilmesine karşı korkusuzca buldozerin önüne atlayabiliyor, derelerin nehirlerin özelleştirilmesini, ağaçların katledilmesini engellemek için aylarca su nöbeti tutabiliyor.
Peki evde ve dışarıda kendisine uygulanan her türlü saldırı, şiddet ve tehditler silsilesi varken ağaçla, kuşla, suyla ne işi var kadının?
Çünkü kadın, doğayla insanı ayrı tutmanın olanaksızlığını biliyor.
Biliyor ki, o zeytin ağacı kesilirse ekmeği gidecek, Validebağ Korusu imara açılırsa nefesi bitecek, Akkuyu’da nükleer santral kurulursa deniz ekosistemi dolayısıyla yediği balık bitecek, bir kömürlü termik daha gelirse sağlığı, GDO sofralara girdi miydi geleceği bitirecek…
Bunun da ötesinde dünya varoluş tarihinden beri kadın doğayla göbekten bağlıdır.
Topraktan, sudan, havadan gelen bu güç kadını sarıp sarmalar.
Erkek egemen toplum ile endüstriyel kapitalizm doğayı tüketilecek sömürülecek kaynak deposu, alt edilmesi, evcilleştirilmesi gereken bir güç olarak görür.
Böylesi bir görüş sonucu yapılanlar insanla, en çokta kadınla doğa arasında tamiri imkansız yarıklar ve tahribatlar oluşturur.
Dört duvar arasına kıstırılmış, omuzlara yüklenilmiş sorumluluklar içinde nefessiz bırakılan hapsedilmiş kadınlar üretir.
Ancak talana, sömürüye karşılık doğa, suyu- fırtınası ve birçok gücüyle kendini hatırlatır yeniden var eder…
Kadınlar da doğadan aldığı güç ve bilgelikle aynı mücadele gücünü edinir, edinmeyi de sürdürecektir!