Selda Özgür, Antakya

Doğa kayıt tutar. Gezi Parkı’nda, Kaz Dağları’nda, Kuzey Ormanları’nda, Salda Gölü’nde. Ağaçların kesilmesinin, göllerin kurutulmasının, çarpık kentleşmenin, hayvan endüstrisinin, HES’lerin, ve daha nicelerinin kaydını tutar. Ve gün gelir onarım gücünün üstünde yüklendiğimiz doğanın dengesi bozulur. Bazen kısa sürede bazen uzun sürede görürüz ekolojik denge bozulmasının etkilerini.

Ekolojik yıkıma karşı durmak için çakılan o ilk kıvılcımın ve sonrasında büyüyen Gezi direnişinin haklılığını ve önemini, ekolojik tahribatın bir uzantısı olan bu pandemi sürecinde bir kez daha deneyimliyoruz.

Kalabalığımızı hatırlayalım

Fiziksel mesafelenmeyi korumamız gerektiği belirtilen bu günlerde Gezi’deki kalabalığımızı hatırlamak hepimize iyi gelecek ve yüzümüzde bir tebessüm yaratacaktır.

‘3- 5 ağaç”ın kesilmemesi için başlayan ekolojik tahribata karşı duruş, ülkede git gide artan baskı politikalarına, yoksulluğa, işsizliğe, güvencesizliğe, kadın cinayetlerine, ötekileştirmeye, tek tipleştirmeye, haksızlığa, savaşa karşı “yeter artık” diyen herkesin önce kendini bulduğu sonra diğerleriyle buluştuğu alanlar.  

İşte size bu alanlardan biri olan Gezi Direnişi’nin en uzun erimli ve direngen şehri Antakya’dan yazıyorum. Ali İsmail Korkmaz’ın, Ahmet Atakan’ın, Abdullah Cömert’in memleketinden.

30 Mayıs’ta Taksim’de başlayan direnişin hızla yayıldığı illerden biri de Antakya.  2 Haziran’da başlayan kitlesel yürüyüş günlerce sürecek direnişe evrildi. Armutlu sokaklarında genç, yaşlı, kadın, erkek yüzlerce kişinin dayanışması ve kararlığını görmek umudumu yeşertmişti ve unutamayacağım anlar olarak hafızamda yer etti.

Biber gazının etkisini 8 Mart’ta deneyimlemiştim ama TOMA suyunu gezide tattım. Korkularımın en gizlenmiş yönlerinleriyle de bu süreçte yüzleştim. Gecenin bir vakti tek başıma eve döndüğüm anlarda, duygularımdan zihnime, vücudumun her hücresine değişim yaşadığım Armutlu Direnişi hafızamda kayıtlı. Elinde süt ve limon ile bekleyen teyzeler, balkondan eşarp şal atanlar, biber gazından etkilenenlere acil müdahale edenler, birbirini kollayan koruyanlar. Kalabalığın içinde yüzlerdeki gülümseme ile gelen gaz kapsüllerini mizah dolu sloganlarla karşılayanlar. Barikatlar için evlerinin penceresinden eşya atıp direnişe destek verenler o barikatları oluşturan çamaşır makinesi, koltuklar. Kadın, erkek barikatın ön saflarında bulunanlar. Gaz kapsüllerine TOMA’ lara karşı duruşta daha önceden deneyimlediklerini paylaşıp yol gösterenler. Ortak mücadelenin verdiği tanışıklığın yarattığı güven duygusu.

Armutlu sokaklarındaki barikatlardan, Sevgi Parkı’nda kurulan çadırlara, dayanışma konserlerine evrilen direniş. Dayanışma çadırlarında komün dinamiğini deneyimlediğimiz, başka bir toplum mümkün şiarının somutlaştığı günler. Paylaşmanın güzelliğini, neşeyle gelen cesareti, tanımadığın kişilerle aynı sofradan yemek yemeği öğrendiğimiz günler.

Peki ya kadınlar neredeydi?

Gezi’de en ön saflardaydı kadınlar. İsyan etmek için çok nedeni vardı kadınların. Ekolojik yıkım, savaş, ekonomik kriz en çok kadınları etkiliyordu. Hayatlarına sahip çıkmak için alanlardaydı kadınlar. Direnişteki eril söylemlere müdahale edip eril sloganları değiştirerek alanlara kadın bakış açısını kazandırıyorlardı.

Böyle bir ortamda bizde 3-5 kadın, dayanışma konserlerinin birinde stand açıp, ‘Eril sloganlara karşı kadınlar kendi sloganlarını üretiyor’ çalışması yapmıştık. Ve yüzlerce yaratıcı slogan çıkmıştı ortaya. Bu etkinlik Mor Dayanışma Derneği’nin tohumlarının atılmasını sağladı. Gezi ruhu ile çıktığımız bu yol kadın dayanışmasına olan inancımızla Mor Dayanışma Kadın Derneği’nin kurulmasına kadar uzandı. Şubat 2014 ‘te Armutlu’da köhne, iki odalı kiremit bir ev ve avludan oluşan dernek yerimizi kiraladığımızda duvarlarına yazılan gezi sloganları, bahçemizden topladığımız gaz fişekleri somut izleriydi Armutlu direnişinin, direnişin içimizde olduğunun.

Tabi tesadüf değildi öyle bir zamanda Antakya’da kurulmuş olmak. Tesadüf değildi Armutlu direnişinin bu kadar kararlı olması ve Gezi’de yitirdiğimiz 3 fidanın Antakya’dan olması. Bunu daha iyi anlamak için Gezi direnişinin öncesine bakmak yeterli olacaktır. 2011’de yanı başımızda başlayan savaş ve cihatçı çetelerin yarattığı tedirginlik, Reyhanlı katliamı, iktidarın söylemleri ile yaratmaya çalıştığı mezhepçilik halkta karşı duruşları arttırmıştı. 1 Eylül 2012 Suriye’ye yönelik emperyalist müdahaleye karşı kitlesel basın açıklaması ve Gezi direnişi şehitlerinden Abdullah Cömert’in cenazesine katılan yüzbinler bu karşı duruşun somut örnekleriydi. Sınırın öte tarafındaki savaş bizi politikleştirmiş, Gezi direnişi de bu politikleşmeyi arttırmıştı.

Armutlu sokakları kayıt tuttu; Abdullah Cömert’in, Ahmet Atakan’ın direngen gülüşlerinin izlerinin kaydını, Ortak mücadelenin, savaşa karşı mitinglerin, kadın cinayetlerine karşı eylemlerin, dayanışmanın, direnişlerin, Halkevleri Ahmet Atakan kütüphanesinin ve Ali İsmail Korkmaz vakfının mücadeleyi sürdürmesinin, Mor Dayanışmanın kadın dayanışmasını büyütmek için attığı adımların kayıtları tutuldu hafızalarımızda, direnişimizde, hayatlarımızda. Öyle ya ortak mücadelenin tadına vardık bir kere, bu elbette devam edecek.