Nuray Kılıç, İstanbul

Bir paket bisküvi, nedir? Ne ifade eder sizin için?

Belki de hayatım boyunca hiç unutmayacağım bir paket bisküvi!

Günlerden cumartesiydi. Tüm akşamda boyunca sosyal medyada Gezi Parkında yaşananların haberleri vardı. ‘’- Polis gençlere saldırıyor. – İnsanlar parkta mahsur kaldılar. – Açlar, yemek ve su ihtiyaçlarını karşılayamıyorlar.’’

Hemen çıktık yola. Nasıl gidecektik, yollar açık mıydı? Hiç düşünmedik. Otobüs beklerken çoğaldık, üç beş derken on kişi olmuştuk. Aynı mahallede oturan, daha önce birbirini hiç tanımayan fakat aynı amaç için yola çıkan tam on kadındık. İlk gelen otobüse atladık, Mecidiyeköy’e vardığımızda indik hep birlikte. Birbirimizi bırakmamak adına sözleştik, kaybolma ihtimalimize karşı da telefon numaralarımızı paylaştık. Hiç çekinmedik birbirimizden, çünkü amacımız birdi.

Büyükdere Caddesi girişinde tedirgin olmaya başlamıştık. Yüzlerce insan ile birlikte Taksim’e doğru yürüyorduk. Bir o kadar da karşı yönden gelen insan seli vardı. İğne atsan yere düşmez. Dönenler uyarıyor gidenleri ”biz mücadele ettik, parkın yanına bile gidemedik” diye. Bir başkası dua ediyor, “Allah yardımcınız olsun” diye.  İnsanların gözleri yaşlı, kızarmış, insanlar öfkeli ama umudunu kaybetmemiş.

Elli beş, altmış yaşlarında bir amca yolumuzu kesiyor bir anda

  “Ben giremedim kızım, siz girecek misiniz” diye soruyor ağlamaklı, boğuk bir ses ile

  “Evet, gireceğiz” diyoruz kesin ve kararlı.

Bir bisküvi paketi uzatıyor bize doğru, “girerseniz oradaki gençler iki gündür açmışlar bunu da götürür müsünüz” diye uzatıyor.  Alıyorum çekinerek, şart oldu artık Gezi’ye girmek ve dayanışmayı büyütmek.

Gezi bir isyandı. Birkaç ağaç mıydı isyan ettiren yoksa ağaç bardağı taşıran son damla mıydı? Anlamak için yaşamak gerekir, orada o havayı, atılan gazı solumak, mermiyi hissetmek gerekir. Gezi’yi anlamak demek Tomaya karşı, Toma ile aşk yaşamak demektir. Gezi’yi anlamak demek ülkenin dört bir yanında, yediden yetmişe, cinsiyet, ırk, dil, din ayrımı olmadan tüm insanları birlikte  görmek demektir.

Gezi’yi anlamak demek dayanışma demekti. Yozlaşmaya başlamış toplumun yeniden hayat bulması demekti. Gezi’yi anlamak demek kaybettiğimiz sekiz canın her birinin kendi evladımız olması demekti. Artık hepimiz Abdullah Cömert, Mehmet Ayvalıtaş, Ethem Sarısülük, Ali İsmail Korkmaz, Ahmet Atakan, Burak Can Karamanoğlu, Mehmet İstif, Elif Çermik ve Berkin Elvan’dık. 

Gezi’yi anlamak demek yaralanan 8163 kişinin ne uğruna ne niçin isyan ettiğini anlamak demekti.

Hükümetin özel alanlara müdahalesi artmıştı son zamanlarda, kürtaj hakkı yasaklandı ilk önce, kadınlar isyandaydı. Alkol yasağı geldi sonra, ağzına alkol koymamış kişiler bile isyandaydı. Hükümet üniversitelere girmeye başladığında gençler isyandaydı. İçten içe yayılan bir isyan dalgası birkaç ağaç ile şekil bulmuş yeşermişti.

Gezi’yi anlamadılar, anlayamazlar. Ne dış güçler vardı, ne de başka mihraklar. Yediden yetmişe ezilmiş halkların isyanı vardı sadece. Binlerce insanı evlerinden işyerlerinden, okullarından, sınıflarından sokağa döken sadece ve sadece dayatılmak istenen sisteme karşı direnişti.