‘’ Yani, doğa ne gidilebilecek fiziksel bir yer, ne etrafı çitlerle çevrilecek ya da depolanacak bir hazine, ne de korunabilecek ya da tahrip edilebilecek bir özdür. Doğa gizlenmiş değildir ve bu yüzden peçesinin kaldırılmasına ihtiyaç duymaz. Doğa, matematik ve biyotıp kodlarınca okunacak bir metin değildir. Köken, ikmal ve hizmet sağlayan ‘’öteki’’ de değildir. Ne annedir doğa, ne bakıcı, ne de köle; insanoğlunun üremesinin/kendini yeniden üretmesinin matrisi/rahmi, kaynağı ya da aracı da değildir.’’ Başka Yer, Donna Haraway

                                                                                                                                          

COVİD-19 salgınının başlamasıyla yaşanan süreç, insanlar arasındaki eşitsizliğin derinliğini bir kez daha gözler önüne serdi. Türkiye de dâhil olmak üzere çoğu devletin uyguladığı politikalar, böyle bir duruma ne kadar hazırlıksız olunduğunun bir göstergesidir. Salgınla mücadelede, militarist hiyerarşiyi meşrulaştırmaya yarayan bir savaş dili kullanarak, virüsü düşmanlaştırıp dünyadaki mevcut politikaların doğaya ve yaşama verdiği zararı görünmez kılmaktadırlar. Bu salgınla beraber, kriz zamanlarında atılan ilk adımın insan hak ve özgürlüklerinin gaspı olması dikkat çekicidir. Dolayısıyla bu durum, hâlihazırdaki başka bir krizi, iklim krizini, daha ciddiye alıp bir an önce harekete geçme gerekliliğinin altını çizmektedir.

Salgınlar kadar hızlı bir şekilde etkilerini deneyimlemediğimiz iklim krizi, maalesef bireysel olarak gündemimizde yer alamıyor. Doğal olarak yaşanan sosyal ve toplumsal eşitsizlik de yeteri kadar görünür olamıyor. Bu nedenle bu eşitsizliğe dikkat çekmek için 1990’lı yıllardan beri gündemde olan iklim adaleti kavramı, iklim krizi etkilerinin sonucu olarak ortaya çıkan hak ihlallerini ve bu krizin sorumlusu olan ülkelerin gerekli yükümlülükleri yerine getirmesi bağlamında kullanılmaktadır. Tüm krizlerde olduğu gibi iklim krizinde de, en başta derinleşen eşitsizlik toplumsal cinsiyet eşitsizliğidir. Neoliberal devlet politikaları bu gibi durumlarda öncelikle toplumda ötekileştirilen grupları gözden çıkarmaktadır. Bu nedenle iklim krizine bağlı gerçekleşen ve gerçekleşecek olan diğer krizlerin tümünde ilk etkilenenler, kadınlar, kız çocukları, LGBTİ+’lar gibi toplumdaki dezavantajlı gruplar olacaktır. 

Bugün Güney Ülkeleri’nde yaşanan iklim krizinin sorumlusu, Kuzey Ülkeleri’nin aşırı tüketimidir. İklim krizi etkileri ve yaşanan doğal afetlerde en çok etkilenenler kuşkusuz kadınlardır. Yapılan çalışmalara göre doğal afetlerde kadın ölüm oranı erkeklerinkine oranla oldukça fazladır. Yaşam şartlarının zor olduğu ve tutuculuğun fazla olduğu bölgelerde kadınlar evlere bağlı yaşamaları ve kaynaklara erişimlerinin zorluğu nedeniyle afetlerde riskli durumdadırlar. Aileyi bir arada tutma, bakım ve yiyecek tedarik etme gibi sorumlulukların da kadınların üzerinde olduğu gerçeği dikkate alındığında bu risk daha da artmaktadır. Ayrıca, kadınların afetlerle ilgili olarak bilgilendirilmesi konusunda ihmalkâr davranılmaktadır. Yüzmeleri, koşmaları, ağaçlara tırmanmaları toplum tarafından engellendiğinden bu gibi durumlarda kendilerini koruyamamaktadırlar ve ayrıca kadınların geleneksel kıyafetleri de hareket imkânlarını büyük ölçüde kısıtlamaktadır. [1]  2004’te Hint Okyanusu’nda meydana gelen Tsunami sonucu hayatını kaybeden kadınların oranı erkeklere göre iki kat fazladır. [2] Benzer şekilde, Kasım 2003’te Filipinler’de meydana gelen Haiyan tayfununda 6000’den fazla insan hayatını kaybetmiştir ve bu insanların %64’ü kadınlardır. 2004’te Endonezya’daki tsunamide ise ölenlerin %75’i kadınlardır. 2003’te Avrupa’da yaşanan ısı dalgasında yine ölen kadınların sayısı erkeklerden fazladır. [3]

Patriarkal kalkınma politikaları ile bilim ve teknoloji anlayışı nedeniyle, çevresel yıkım ekosistem üzerindeki baskıyı arttırmakta, bu da kıtlığa ve insan üzerinde strese sebep olmaktadır. Ekolojik baskının arttığı yerlerde ev içi şiddet, cinsel saldırı ve tecavüz, seks ticaretine zorlama, evliliğe zorlama ve çocuk evlilikleri gibi cinsel şiddet olaylarında artış gözlenmiştir. Doğal çevrenin stres altında olduğu yerlerde insan kaçakçılığının artışı da rapor edilmiştir. Cinsiyete dayalı suçlar ve kaçaklık suçları arasında bağlantı olduğu çalışmalarla ortaya konmuştur. Güney ve doğu Afrika’da illegal avlanan balıkçılar, kadınlar kendileriyle seks yapmazsa balık vermeyi reddetmektedirler. Kongo Demokratik Cumhuriyeti’nde kömür ticareti ve ağaç kesme ile cinsel sömürü arasında bağlantı olduğu, Kolombiya ve Peru’da illegal madenciliğin seks ticaretini arttırdığı raporlar arasında yer almaktadır. Küresel ısınmanın artışıyla meydana gelen çevresel yıkımlar, yasal haklarından mahrum olan kadınları sömürüye daha da açık hale getirmektedir. Bu yıkımlar sonucu seks ticaretinin %20-30 oranında arttığı tespit edilmiştir. [4]

2004’te meydana gelen tsunami sonrası kadınlara yönelik şiddet, cinsel istismar ve tecavüz olaylarında artış gözlenmiştir. Ev içi şiddet, ‘’özel’’ olarak değerlendirilip hükümetler bu konuyla ilgili tedbir almamaktadır. Tsunami sonrası genç kadınlar ve kız çocuklarının evlendirilme oranlarında da artış gözlenmiş ve  ‘Tsunami evlilikleri’ diye bir kavram ortaya çıkmıştır. Ayrıca, annelerini kaybeden kız çocukları aile üyelerinin istismarına maruz kalmaktadırlar ve eğitimleri engellenmektedir. Erkekler stres, depresyon ve kızgınlıklarını ev içi şiddet ve alkol kullanımıyla göstermektedirler. Hükümet ve sivil örgütlerin sahip olduğu cinsiyet körü programlar ve adaptasyon politikaları, kadınları bu gibi durumlara daha açık hale getirmektedir. [5]

İklim krizi etkilerine adaptasyon süreci de kadınlar için daha zorlayıcı olmaktadır. Sosyal ve ekonomik statüleri, karar alma mekanizmalarına katılamama, toplumsal normlar, erkekler kadar mobilize olamamaları, sorumluluklarının artması gibi sebepler yaşanan afet sonrası sorunlarla başa çıkmalarını zorlaştırmaktadır. London School of Economics’in 141 ülkede yürüttüğü çalışmada, toplumsal cinsiyet ve iklim krizi arasında doğrudan bir bağlantı tespit edilmiştir. Ekonomik ve sosyal haklarında düşüş olduğunda kadın ölümlerinin daha fazla olduğuna dikkat çekmişlerdir. [6] Gey, lezbiyen, biseksüel ve transların uğradığı cinsel istismarlar rapor bile edilmemektedir. Katrina kasırgasını, onun meydana gelmesinden birkaç gün önce gerçekleşen queer festivalden dolayı, Tanrı’nın homoseksüellere bir gazabı olarak gördüler. LGBTİ+ bireyleri koruyan yasalar olmaması nedeniyle Katrina kasırgası sonrası yaşadıkları zorlukları hayal etmek zordur. Nitekim Covid-19 salgını devam ederken Diyanet işleri Başkanlığı’nın LGBTİ+’lara yönelik açıklamaları hedef gösterir nitelikteydi. LGBTİ+ bireyler toplumun ötekileştirilmiş kesimleri içerisinde en üst sıralarda yer almaktadır; öyle ki evlilik ve aile hayatı hakları ciddi şekilde engellenmekte olup, partnerleri kapsayan sağlık bakımı,  kalacak yer, istihdam ve göçmenlik gibi hakları gasp edilmektedir.

İklim krizi yalnızca bir ekolojik kriz değildir. Salgınlar gibi toplumun her kesimini eşit şekilde de etkilemeyeceği açıktır. Gezegenin içinde olduğu bu kriz, patriarkal kapitalist politikaların doğayı sömürülecek bir kaynak olarak görme anlayışları sonucu ortaya çıkmıştır. Bu anlayış aynı şekilde kadını da ‘’doğa’’ alanına ait olarak gördüğünden, üzerinde tahakküm kurmaktadır. İklim adaleti talep ederken, toplumsal cinsiyet eşitliği de talep etmemek ya da ‘’daha ciddi sorunlarla ilgilenildiği’’ için şimdilik ötelemek, iklim krizi mücadelesini eksik bırakır. Doğanın tahribatına karşı yıllardır örgütlenen kadınlar, aynı zamanda yaşam haklarını da savunuyorlardı. Hindistan’daki Chipko hareketi, Kenya’daki Yeşil Kuşak hareketi, Türkiye’de Yırca’da ve Cerattepe’de nöbet tutmuş olan kadınlar bu tahribat ve yıkımla yıllarca mücadele ettiler. Bu krizle mücadele ederken, tüm tahakküm biçimleri reddedilmeli, egemen anlayışın görünür olan ve olmayan tüm sömürüleri göz önünde bulundurulmalıdır.  

Dipnotlar:

[1] Alam, Khurshed, and Md Habibur Rahman. “Women in natural disasters: a case study from southern coastal region of Bangladesh.” International journal of disaster risk reduction 8 (2014): 68-82.

[2] Hines, Revathi I. “Natural disasters and gender inequalities: The 2004 tsunami and the case of India.” Race, Gender & Class (2007): 60-68.

[3] Gaard, Greta. “Ecofeminism and climate change.” Women’s Studies International Forum. Vol. 49. Pergamon, 2015.

[4] https://www.theguardian.com/environment/2020/jan/29/climate-breakdown-is-increasing-violence-against-women

[5] Fisher, Sarah. “Violence against women and natural disasters: Findings from post-tsunami Sri Lanka.” Violence against women 16.8 (2010): 902-918

[6] Neumayer, Eric, and Thomas Plümper. “The gendered nature of natural disasters: The impact of catastrophic events on the gender gap in life expectancy, 1981–2002.” Annals of the Association of American Geographers 97.3 (2007): 551-566.