18 Haziran 2020 tarihli Resmi Gazete’de yayımlanmasıyla yürürlüğe giren 7245 sayılı Çarşı ve Mahalle Bekçileri Kanunu tanımlarının muğlaklığı ve keyfiyeti sebebiyle toplumda tartışmalara sebep olmaya devam ediyor. Kanun’un içeriğine bakıldığında bekçilere verilen yetkilerin ne kadar geniş ve keyfiyete açık olduğunu anlamak zor değil. Kanunun ortaya çıkardığı ve geniş şekilde yetkilendirdiği bekçilik hükumetin yıllardır devam etmekte olan faşist politikalarının kurumsallaştırılmaya çalışıldığını açıkça gösteriyor. Kanun içerisinde geçen maddelerde bekçilere verilen geniş takdir yetkisi özellikle üzerinde durulması gereken bir konu. Bir anda ortaya atılıveren bekçilik kurumunda yer almak için gereken eğitim seviyesinin niteliksizliği verilen takdir yetkisinin hangi düzeyde ve ne amaçla kullanılacağını gündeme getiriyor. Polislerin kendilerine verilen yetkileri ne kadar keyfi ve ölçüsüz kullandığını gösteren birçok örnek mevcut elimizde. Gezi’de, Roboski’de polisin ve devletin keyfiliğini son haddinde kullanarak halklara yaptıklarını okuduğumuz bir yerden, sözde mahallelerin güvenliğini sağlayacak olan bekçilerin kendilerine verilen yetkileri ne şekilde kullanacaklarını kestirmek hiç zor değil. Covid- 19 sürecinde ilan edilen sokağa çıkma yasaklarından birinde çalışmak zorunda olan Suriyeli çocuk işçi Ali Hamdan’ın polisçe hiçbir açıklaması olmaksızın sokakta öldürülmesi tüm kaygılarımızı pekiştiriyor. İşsizlik ve ekonomik krizin bu kadar yükseldiği, kadrolara seçimlerin liyakatten yoksun şekilde gerçekleştirildiği bu dönemde bu kadrolara kimlerin, hangi kriterler doğrultusunda yerleştirileceği meselesi halkların öfkesini büyütüyor.

Keyfiyete Dayalı Takdir Yetkisi Mi?

Halka yardım başlığı altında yer alan “Yardıma ihtiyaç duyduğu değerlendirilen, şiddet mağduru veya şiddete ya da istismara uğrama riski taşıyan kadın ve çocukları, kimsesizleri, engellileri ve acizleri en yakın genel kolluk birimlerine teslim etmek” ifadesini içeren 5. madde açısından sorulması gereken soru yardıma ihtiyaç duyulma durumunun neye göre, kim tarafından değerlendirileceği ve hangi koşulların göz önünde bulundurulacağı. Madde hükmü bunları içermeyip, çok geniş bir takdir yetkisiyle donatıyor bekçileri. Bununla yetinmeyen bekçi yasası devriye gezme halinde belirlenen şüphelilerin ve şüpheli durumların en yakın kolluk birimlerine bildirilme yetkisini de bekçiye veriyor. Şüpheli durumun ve kişinin herhangi bir tanımını içermeyen bu yasa metni bekçilere “şüpheli”yi tanımlama ve müdahale etme hakkını verecek gibi görünüyor. Toplum sağlığı ve güvenliğini tehdit ettiği düşünülen hayvanların bile geleceğini tayin hakkını bekçilere veren bu yasanın böyle bir ekolojik kriz ve vahşet ortamında neye hizmet ettiğini anlamak güçdeğil.  Kamu düzenini bozacak gösteri ve yürüyüşler dâhil müdahale hakkı içeren bu yasa yine akıllara geniş takdir yetkisinin keyfi kullanılacağını getiriyor, polis teşkilatının ve hükümetin faşist politikalarını destekleyecek mahiyetteki bu maddenin ve yukarıda bahsedilen diğer maddelerin hukuk devleti ilkeleriyle ve hukukun belirlilik şartıyla bağdaşmadığı açıkça ortada. Kamusal alandan ev içine kadar müdahale hakkı tanıyan bu hükümler yıllardır inşa edilmeye çalışılan baskı politikalarının devamı niteliğinde.

Bu yasaya dair en çok tartışılan maddelerden bir diğeri ise madde 6’da belirtilenfuhuş yapıldığından şüphe edilen yerlerin bekçilerce tespit edilip en yakın kolluk birimlerine bildirilebilecek olmasıile bu kişilere adeta “ahlak bekçiliği” görevi veriliyor. Yıllardır uygulanan eril politikalarla bastırılmaya çalışılan kadınlar ve kadın hareketinin içinde olan bizler bu hükmün masumiyetten ne kadar uzak olduğunun farkındayız. Tek tip kadın, tek tip vatandaş yetiştirme eğiliminde olan hükümet bu hükmü kullanarak oluşturmaya çalıştığı faşist normlar içinde yaşamayan tüm kadınları ve LGBTİ+’ları baskı altına almaya çalışacak. Bekâr kadınların evlerinin gerekli gereksiz kolluk birimleri tarafından kontrolünün önünü açacak olan bu madde hükümetin kadın ve LGBTİ+karşıtı politikalarını yeniden gözler önüne seriyor. Fuhuş kavramının muğlâklığı ve bekçiye verilen değerlendirme yetkisi yürürlükte olduğu sürece kadınlara ve LGBTİ+’lara karşı bir baskı aracı olarak kullanılacaktır. İran tipi bir devlet oluşturmaya çalışan hükümetin bu hükümle muhafazakâr İslam rejiminin hamlelerini ortaya koyma çabasında olduğu apaçık ortadadır.

Bugüne kadar bu rejimin dayatılmaya çalışıldığı birçok örnek yaşadık: Muhafazakâr belediyelerden gelen sadece kadınların bineceği pembe otobüs çıkışları, devlet televizyonu olan TRT’de hamile kadınların sokakta dolaşmasına dil uzatan birinin konuşturulması, attığımız kahkahadan giydiğimiz şorta kadar başımıza gelen her şeyi hak ettiğimizi ifade eden söylemler…

Yaşasın Kadın Mücadelemiz!

Bekçi yasasındaki bu hükümle yıllardır devam etmekte olan İslam devleti inşasının tamamlayıcı normu ortaya konmak isteniyor. Bunun biz kadınlar açısından ne kadar büyük bir tehlike olduğunun farkındayız. Ancak biz kadınlar şunu da biliyoruz ki bugüne kadar ne yapmaya çalışılırsa çalışılsın hepsinin karşısında sesimiz çıkartıp, direndik. Mücadele gücümüz ve birlikteliğimiz sayesinde tüm baskı politikalarının karşısında durup, yapılmaya çalışılan birçok hamlenin geri çekilmesini sağladık. Bu süreçte geri çekilmeyerek meclisten geçirilen kadın düşmanı yasalar da oldu. Ancak kadın mücadelesinin meşruiyeti bu yasaları toplum nezdinde gayrimeşru zemine düşürdü.

Bekçilik yasasının kabul edilmiş olması bizim bastırılabileceğimiz anlamına gelmiyor, mücadelemizle bu baskı politikasının da üstesinden gelebiliriz. Yasayı kabul eden hükümeti yıllardır tanıyor ve her defasında direnişimizle baskılarına karşı durmayı başarıyoruz. Mevcut hükümet de farkında ki Türkiye’deki kadın hareketinin sesini bastırmak hiç kolay değil.

 Yaşasın kadın mücadelemiz!