Ayşegül Göçmen’in genç bir kadının özgürlük mücadelesine katılma, feminist olma öykülerini anlatan “Anne Ben Feminist Oldum” yazı dizisini sizlerle paylaşıyoruz.

Aşk böyle bir şey mi? Hem tehlike dolu hem çok heyecanlı… Hem her an kendini yenileyen hem de dünyayı daha çok sevdiren… Aşk nasıl biri? Orman gözlü bir erkek mi? Yoksa esmer tenli bir kadın? İki aynı bedenin birbirine değmesi mi? Gözlerden uzak sarıldığın sokaklar ve gözler önünde öpüşmek için verdiğin savaş mıdır aşk? ‘’Anne ben feminist oldum’’  olmasına ama sanırım âşık da oluyorum…  Sorsam babama o da anneme âşık. Ama bir gün bile anneme seni seviyorum dediğini duymadım… Kapı komşumuz Zeynep ablanın kocası da ona âşıkmış. Ama adamın Zeynep ablayı dinlediği, bir kere de sözüne kıymet verdiği yok… Haftanın en az üç akşamı mahalleyi azarlamaları ile inleten Halil amca da Serap teyzeye çok âşıkmış… Peh! Aşklara bak yahu!  Birileri gelse de bu mahallenin erkeklerine aşkı anlatsa… Bu başka bir yazının konusu ama geçenlerde Aysel teyzelere gittiğimde vitrinin içinde duran bir kitap ilişti gözüme. Tabi vitrinin kapağını açmamla kitabı Aysel teyzeden istemem bir oldu. Bir gecede içtim kitabı su içer gibi… Bir yerinde yazar;  Sevgiyi ‘’kişinin kendinin ve bir başkasının tinsel gelişimini beslemek amacıyla benliğini genişletme iradesi’’ olarak kavramayı ilk kez öğrendiğimde yirmilerimin ortasındaydım’’ diyor. Ben de yirmilerimin ortasında sayılırım ama biz kadınlar için sevgiyi, toplumsal cinsiyet rollerimiz gereği bizden beklenen şeylerle karıştırmamak öyle zor bir iş ki bunu gerçekten öğrenebilmek için bir yirmi yıl daha beklemek istemiyorum… Sevmek çok kolay aslında zor olan senden bekledikleri rollerden sıyrılıp her iki tarafında öznesi olabildiği yeni ve farklı bir sevgi anlayışını mümkün kılabilmek…  Peki, sevgi ve aşktan böyle bahsederken bahsi geçen bu dünyayı nasıl yaratabiliriz? Bu dünyada kırk yılın başında kaldırdıkları sofranın lafını bir asır eden erkeklere yer olmasın mesela. Bu dünyada beni kıskanan ve bunu da marifet sanıp aslında hayatımı zindan eden erkekler de olmasın. Beni çamaşır ya da bulaşık makinesi sanıp Özgür ismini sadece doğan erkek bebeklere veren babalar da olmasın! Zaten evimin içindeki ve dışındaki dünya beni her tarafımdan çekiştirip zorlamaya devam ediyor.  İlk eylemimim de yediğim cop darbesi ile moraran kolum daha yeni yeni iyileşiyor…  İş yerinde maruz bırakıldığım cinsiyetçi ama komik(!) şakalar ve pandemi yüzünden sürekli daha çok ama daha az güvenceli çalışmak zorunda kaldığım iş ortamım… Sürekli aynı fabrika çıkışlı ezberci eğitim sınavları ve sınav sonuç belgesindeki hep aynı sonuç: İşsizlik…  Üzerine bir de yetmezmiş gibi doğayı her geçen saniye yok oluşa yani aslında kendi yok oluşumuza götüren rant anlayışı… İnsan tüm bunlar içinde nasıl sever, âşık olur? Her gün en az 3 kadının neredeyse her defasında tanıdığı bir erkek tarafından öldürüldüğü ve adına  ‘aşk cinayeti’’ , ‘kıskançlık cinayeti’ , ‘namus cinayeti’ dedikleri bir toplumun içerisinde feminist ama ütopik olmayan bir aşkın resmini hangi fırça ile çizebiliriz? Peki, bunun için aşktan vaz mı geçmek zorundayız? Yoksa mücadele alanlarından birini yani aşkı ve sevgiyi yeniden tartışmaya açıp, onu politikleştirip nihayetinde istediğimiz gibi bir aşk ve sevgi tanımı ile mi devam etmeliyiz yola? Üzerine düşünülmüş ve toplumsal cinsiyet rollerinden kurtulmuş bir aşk tanımı… Aysel teyze olsa ‘’toplumsal cinsiyet rolleri ne ola ki kız’’ derdi.  Ben de ona ‘’ annemin hep bulaşık yıkarken babamın bunu hiç yapmamasının nedeni’’ derdim. Aslında bu Aysel teyze çok tuhaf biri… Bazen ben ona bilmiş bilmiş baktığımı sanarken gözleriyle öyle bir bakıyor ki bana sanki ben bunları yaladım da yuttum der gibi. Her neyse aşk böyle bir şey işte Aysel Teyzeciğim… Başka bir dünyayı mümkün kılan ve hep geliştiren, dönüştüren başka bir şey… Bizim evdekine hiç benzemeyen bir şey… Ev demişken öfkeyle açılan kapının sesini duyuyorum ve tüm bunlardan uzaklaşmam bir saniyemi bile almıyor… Öfkeyle olduğuna eminim çünkü annemden öğrendim kapıların dilini… Eğer annem gibi bir kadınsanız kapının nasıl açıldığından bile anlayabilirsiniz o gecenin o evde nasıl geçeceğini… Her neyse…  Şimdi âşık olurken ne çarpan kapılardan ne eteğimin boyundan, ne de başka şeylerden bahsetmek istemiyorum.  Şimdi istediğim tek şey benim istediğim gibi bir sevgiyi nasıl var edeceğim… Aysel teyzeden aldığım kitaba göre feminizm tüm bunlardan bahsediyor. Görüyorsunuz değil mi? Feminizmin her şeye bir cevabı var. Sanırım her şeye cevap bulabilen bir kadını neden sevmiyorlarsa feminizmi de bu yüzden sevmiyor bu ataerkil dünya…  Ben öyle çok benimsemek istiyorum ki tüm bunları… Eşit bir aşkı, boğmayan ve hep geliştiren başka bir sevgiyi, her koşul altında iyi hissettiren taptaze yoğunlukları… Kadınlığımı ortaya koyan, besleyen ve neşe katan halleri… Yani uzun lafın kısası bazen elime bir boya alıp şehrin tüm duvarlarını bununla donatmak istiyorum:

‘’Anne Ben Feminist Oldum’’