Şadiye KILINÇ –  Büşra İŞGUZAR

 *Mobbing, Türkçede bezdiri. Ölü dil Latinceden güzel Türkçeye gelmiş girmiş. Girmese iyiymiş ya, keşke o da ölseymiş. Ölmemiş. Zalimler bulmuş çıkarmış onu. Yetmemiş tarih boyunca sürüklemiş peşi sıra. Geçtiği yerleri tarumar etmiş. Nerede bir zalim varsa orada o da varmış. Bugünlerimize kartopu gibi beslene beslene, çoğala çoğala gelmiş.

Bir şair arkadaş şöyle haykırmıştı bir zamanlar bir şiirinde[1] ‘‘Zulüm varsa mazluma dair her şey teferruattır, deyip susuyorum.’’ Şairleri haykırmayan bir millet, haykırmayıp da ne yapar, neden susar? Peki ya biz neden susuyoruz? Şimdi istediğim sorudan başlayabileceğimi umarak cevabını yine kendim vererek bize soruyorum:

Ne Mobbingdir? 

Yaratıcı yahut etkin kişilere karşı bir grubun ya da kişinin tacize varan boyutlardaki davranışları mobbingdir. Aslında siz işinizi etkin bir şekilde yapmaya çalışırken şahsınıza yapılan rahatsız edici ve sistemli her şey mobbingdir. Ve mobbing, alanyazında kabul gördüğü şekliyle, iş yerlerinde olur. Bugün pek çok alanda bu kavram kullanılabiliyor. Ancak biz bu yazımızda kamusal alanda mobbinge değinecek, özellikle eğitim sektörüne sızan partileşmeden, onun getirdiği tahrip edici güçten, hükümetin yargı organı gibi davranan sendikalaşmanın doğurduğu nepotizmden, cinsiyetçilikten, mağdurun yalnız ve savunmasız görülmesinden alınan güçten, sözde kutsal bir amaç için verilen kararların aslında arkasında yatan kirli hesapların nasıl ve ne şekilde, neye dayandığından bahsedeceğiz. Mobbing, sistemli, sürekli, bilinçli yapılır ve yıpratıcıdır. Maruz kalan kişide -ne yazık ki- birtakım somut zararlara sebep olur. Örneğin ciddi boyutlara varan stres yükü, anksiyete, travma sonrası stres bozukluğu, kekeleme, sağlıklı düşünememe, kontrolsüz zayıflama ya da şişmanlama gibi, bedensel birtakım ataklar…

Mobbingin Kahramanları Kimdir? Etkileri Nelerdir?

Mobbingin kahramanları tabii ki genellikle erkeklerdir… Yapılan araştırmalara göre kadınların işyerlerinde erkeklere göre daha çok mobbing yaşadıkları tespit edilmiştir. Kadınlar en çok mobbingi erkeklerden gördüklerini ifade etmişlerdir. Kadınların, terfilerde en son düşünülen isim olmalarının yanı sıra, erkeklere göre daha az ücrete layık görülmeleri söz konusudur. Kadınlarla yapılan görüşmelerde pek çoğu yöneticileri tarafından sürekli takip edilmelerinden duydukları rahatsızlığı ifade etmişlerdir. Kadınlara yönelik mobbingin ağırlıklı nedeni çalışan olmalarından daha çok kadın olmalarından kaynaklanmaktadır(Aşkın,2018). Mobbing eyleminin uzun süreli olması ve yinelenmesi mobbing kurbanının dayanma gücünün kırılmasına ve yardım almayacak duruma gelmesine yol açmaktadır (Güveyi, 2013:1458). Böylece “bir kadın nasıl olsa güçsüzdür” denerek o zalim elin zulmünden nasibini almaktadır. Yıl 2020 ve konuştuğumuz konu başkasının başkası üzerinde kurduğu rezil bir tahakküm. Sömürü her yerde…

Yapılan araştırmalara göre mobbing, özel sektörde daha yoğun görülüyor. TCK’de mobbinge yönelik doğrudan bir hüküm yok. Dolayısıyla ispat yükü ile ilgili de bir düzenleme bulunmuyor. Ancak TCK’da:  ‘‘İntihara Yönlendirme Suçu (TCK m. 84), Kasten Yaralama Suçu (TCK m. 86-87), Eziyet Suçu (TCK m. 96), Cinsel Saldırı ve (TCK m. 102) ve Cinsel Taciz Suçu (TCK m. 105), Cebir Kullanma Suçu (TCK m. 108), Kişilerin Huzur ve Sükûnunu Bozma Suçu (TCK m. 123), Hakaret Suçu (TCK m. 125)’’ başlıkları altında hak aranabiliyor. Dedikodu yaymak, mağdur kişi ile ilgili olmadık varsayımlar üreterek yaşam alanını daraltmak, diğer çalışanları mağdura karşı bilemek, sosyal medyadan rahatsız etmek, mesai saatleri dışında rahatsız etmek, onur ve şerefe karşı işlenen suçlar kapsamına giriyor ve geriye sadece bunu somut delillerle ispat etmek kalıyor.

Ne yazık ki mobbing kamuda da etkisini son yıllarda oldukça şiddetli göstermekte. Öğretmenlerin cadı avına çıkar gibi birilerine hedef gösterilmesi ve yaratılan korku distopyası yeni mağdurlar yaratıyor.  Yıllarca hem özel hem kamusal sektörde çalışan bir kadın olarak yaşadıklarıma kendim bile inanamazken, Mor Dayanışma üyesi olarak mobbingdenağzı yanmış kadınlarla yaptığımız görüşmelerde duyduklarımın akıl alır gibi olmadığını ifade etmeliyim. Tüm bunlar olurken susması beklenen kadın, hep yalnız, hep yorgun… Bu kadınların ifadelerinde ortak korkularının genellikle şu doğrultuda olduğunu gördüm:

 ‘‘Anlatmayayım, kadın olan benim, baş edemem, adım çıkar, şahidim yok, dedikodum yapılır, ailemin kulağına gider, eğitim dünyasında etiketlenirim, sorunlu addedilirim, inanmazlar, istenmeyen kişi olurum, yalnız kalırım, şikâyet edilirim, atılan iftirayı temizleyemem, daha kötü olur vs’’

Ne acı… Bilenler, yaşayanlar, şahit olanlar susuyor, çünkü toplum denilen ‘‘tedavisi imkânlı hastalık’’ onların bireysel şuurunu korku kültürüne sürüklemiş. ‘Söyleyenlerin sesi kısılıyor. Çünkü zalim el, patriyarkal düzen, onlara uzatılan mikrofonun düğmesini maşası ile uzaktan kontrol edebiliyor. Ama sorsanız Müslüman ülkeyiz ve haksızlığa karşı susan dilsiz şeytandır. Gökyüzüne methiyeler düzen sözde ‘‘okumuşlar’’ gökkuşağı gibi insanları sindiremiyor…

Kim olursa olsun, neye inanırsa inansın, zulüm varsa mazluma dair her şey teferruattır. Bugün savaşların müsebbibi eril tahakküme bunu anlatmak epey zor. Patriyarkal düzen, emeğini sömürecek yeni mazlumlarını ellerini ovuşturarak bekliyor. Ancak hala inanıyoruz ki eğitim emekçileri, emeğin kutsallığını yüceltmeye devam edecektir bu anlamda mücadele eden öğretmenler eli öpülesi kişilerdir. Bugün okullar WhatsApp gruplarından keyfe keder yönetilir duruma gelse de… Özel okullara hiç değinmiyorum. Öğretmene garsonu muamelesi yapan veliler gördü gözlerimiz. Bu da çürümenin farklı bir modu.  Fakir Baykurt’un şu sözleri geliyor aklıma ‘‘Öğretmenler egemen sınıfların emir kulu ya da yönetici tabakaların çocuk avutucuları değildirler.’’ Bugün sistem fedakar yahut idealist adına ne dersek diyelim ‘‘çalışan’’ öğretmenin kuyusunu kazmak, onu yalnız bırakmak için her türlü imkana sahip. Sırf başı ağrımasın diye, bile bile yanlışa koşan çok öğretmen tanıyorum. Öğrencileri sırtları pışpışlanıp yollanacak, ‘‘idare edilecek’’ alelade unsurlar olarak gören ve velileri ‘‘para akıtan çeşme’’ olarak gören torpilli, liyakatsiz idarecilerin kalabalıklara rollerini iyi oynaması dolayısıyla sesi kısılan, sürekli yaptıkları olmadık oyunlarla manipüle edilen, açığı aranan, korkutulan, tepesine binilen, renkleri soldurulan gökkuşağı gibi rengarenk gencecik öğretmenler…Sırf evrensel aydınlığı öğretmeye çalışıyor diye, aslında eğitimin ne olmadığını bilen bu öğretmenlerin parlamasını engellemek, ayağını kaydırmak için tüm şartlar müsait. Artık öğretmenler doğruları söylemekten, yapmaktan korkar hale gelmiştir. Korkunç bir distopya… Bu da işin bir başka konuşulması istenmeyen boyutu. Bu hamur çok su kaldırır hele ki mobbing yüzünden intihar eden bir kadın öğretmenin acısı halen tazeyken… Ama inanıyoruz, her gün gözlerinin içine baktığımız minik yürekler bireye, emeğe, insan haklarına sevgi ve saygıdan kuracak aydınlık yarınlarımızı. Okyanusun sonsuzluğunu bilmeyen insanlara maviyi anlatmak tımarhanelik bir hayal… Düşünmeyen, sorgulamayan bir neslin ve rehabilite edilebilecekken sınırlar koyulan, ötekileştirilen, yalnız bırakılan tüm ‘‘can’’ların öfkesi, patriyarkal düzenin ve destekleyenlerinin karşısındadır. Bizler,  kadınlar ve çocuklar, bu çürümede en dezavantajlı taraf, sömürülenler, her gün biraz biraz ölüyor, öldürülüyoruz. Desek öldürüyorlar, demesek ölüyoruz… Kafese kapatılmış kuşlar, uçabilmenin hastalık olduğuna inandırıladururken, halının altına süpürülen şeyler halıyı aşıyor. Gün olacak attığımız güzel tohumların aydınlığı kurtaracak bizi, inanıyoruz.

Gelelim Akademiye…

Akademide kadınlara yönelik eril tahakküm geçmişte olduğu gibi her geçen gün daha da artmaktadır. Akademik süreçlerden geçen kadınların erkek akademisyenler tarafından uğradıkları ikinci sınıf insan muamelesinin yanı sıra; akademide oldukları zaman da ciddiye alınmamaları akademinin erkek tekelinde olduğunu gösteren tipik örneklerden biridir. Ataerkil sistem ise bu tahakkümü besleyen kurallarla örülü olması birçok kadın akademisyenin isyan ettiği durumlardan biri.

Ataerkil sistem kadın akademisyenleri ötekileştirmenin yanı sıra, kadın çalışmalarını da sansürlemekte ve kısıtlamaktadır. Devlet üniversitelerinde Toplumsal Cinsiyet ve Kadın Çalışmaları alanında toplumsal cinsiyet ibaresinin kaldırılması bu sınırlamalara en tipik örneğidir. Ayrıca toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları alanında akademik kariyer yapmak isteyen kadınlara da belirli kısıtlamalar getirildiği aşikar.

Soruyorum, neden lisans bölümlerinden biri toplumsal cinsiyet ve kadın çalışmaları olmasın ? Belirli üniversitelerde bu bölüm yüksek lisans veya –sınırlı- doktora programlarında yer veriliyor. Neden kadın çalışma alanları bölüm olarak değil merkez olarak geçiyor? Niçin kadınlar merkez sınırları içerisinde sınırlı araştırmalar yapmak zorunda kalıyor ? Araştırma fonu verilmemesinden bahsetmiyorum bile…

Akademide var olan cinsiyetçi tavır her geçen gün somutlaşıp acı haberler ile karşımıza geliyor; ve bu durumu hala görmezlikten, adeta bu şiddeti destekleyen birçok mekanizma sürdürülmeye devam ediyor. Size bu anlamda kadın akademisyenlerin sitemlerinden birkaç örnek vermek isterim.

İnternet üzerinden çekimleri gerçekleşen Katarsis adlı bir sohbet programına yaşadıklarını anlatan Eylem, yüksek lisans yaparken profesör tarafından yaşadığı tacizi şu şekilde anlatmıştır:

“Odasına gitmiştim…Düğünüme davet ettim onu… Ben seni işe sokarım dedi… Sonra odadan ayrılırken hoşça kalın dedim tokalaşmak için elimi uzattım. Çekti beni kendine öpmeye başladı boynumdan. Adamı itekledim. Kaçtım odasından. Sonra dayanamadım döndüm, çok öfkeliydim. Napıyorsun sen dedim. Niye yaptın bunu?..  Bağırdım… Kötü giden bir evliliğim var, dedi. Boşluktayım, dedi. Sen de çok tatlısın, dedi. Herkes çok seviyor seni bu okulda, dedi. Ee? dedim. Dayanamadım işte kendime engel olamadım, dedi.” (Youtube,2020: 16:00).

Kadın akademisyenlerden biri olan Melek’in akademisyen olma süreçlerinde neler yaşadığına Duvar Gazetesi’nde yer verilmiştir:

“Erkek meslektaşları tarafından pek ciddiye alınmıyor, “küçük kız” muamelesi görüyordu. Bölümde yardımcı doçent olarak görev yapan erkek bir akademisyen tarafından bir gün odasına çağrıldı. Melek odaya gittiğinde yardımcı doçent olan meslektaşını kanepede uzanır vaziyette buldu. Rahatsız hissettiği için içeri girmek istemedi. Kapı girişinde bekleyerek dediklerini dinledi. Sonrasında rektörlüğe verdiği şikâyet dilekçesinde, “Bu davranış beni bir kadın olarak oldukça rahatsız etti” diye yazacaktı.Bu olaydan bir süre sonra aynı meslektaşı tarafından öğrencilerin yaptığı bir etkinlikle ilgili suçlamalara maruz kaldı. Melek, konuyla ilgisi olmadığını söylese de inandıramadı. Yardımcı doçentin bu olaydan sonra tavırları daha da saldırganlaştı.Bir gün Melek’e, kendi dersinin sınav kâğıtlarını çoğaltmak zorunda olduğunu, bu isteğini yerine getirmezse hakkında idari disiplin soruşturması açtıracağını söyledi. Melek, görev tanımı kapsamında olmadığını ifade etti ve isteneni yapmadı. Bunun üzerine sosyal medyada oldukça rahatsız edici paylaşımlarla karşılaştı: Erkek meslektaşı Melek hakkında diğer çalışma arkadaşlarının yanı sıra öğrencilerinin de göreceği şekilde hakaret dolu ifadelerde bulunmuştu.” (Duvar,2019b).

Sonrasında Melek yaşadığı psikolojik şiddeti üniversite yönetimine şikayet etse de bir sonuç alamadı. Yaşadığı olaylardan sonra sinir krizi geçirdi ve intihar girişiminde bulundu (Duvar, 2019b).

Bir üniversitede profesör olan Aslı, hamile olduktan sonra akademide yaşadığı eril şiddeti ne denli korkunç olduğu Duvar Gazetesi’nde yer verildi:

“Profesör, çalışma arkadaşları Aslı’ya çocuğuyla ilgili sorular sorduğunda ortamı terk ediyordu. Bir süre sonra bir başka kadın arkadaşı da anne olacağını öğrendiğinde, bu kez Aslı arkadaşının yokluğunda çeşitli iğnelemelere maruz kalmaya başladı: “Bu topluma çocuk doğurmak aptallıktır. Niye yapar ki insan bunu kendine? Kaç ayda döner sence? Üçüncü ayda döner mi? Dönse bile o çocuğun sıkıntısı bitmez.” Aslı, mobbing’e uğradığını düşünmeye başlamıştı. “Yaşlı adam işte”, “Onun jenerasyonunda erkek olmak böyle bir şey” gibi ifadelerle normalleştirmeye çalışsalar da, çalışma arkadaşları da onunla hemfikirdi. Anne olduktan sonra hocası tarafından maruz kaldığı tavırlardan onlar da rahatsızdı ama Aslı da dahil olmak üzere kimse bir şey yapmıyordu: “Artık öyle bir noktadayız ki hoca bana, ‘Merhaba’ dediğinde herkes şaşkınlık içinde birbirine bakıyor. Merkeze birileri geliyor diyelim, benimle tanıştırmıyor. Bütün günü aynı ofiste geçirdiğimiz ama tek laf etmediğimiz günler çok… Aslı’ya göre, kadınların akademide annelik statüsü üzerinden yaşadıklarının yeterince konuşulmaması bir sorun… Özel üniversitelerin herhangi bir şirketten farkı kalmaması sebebiyle kadınların işlerini kaybetme korkusuyla anne olduklarından bahsetmeye bile çekindiklerini düşünüyor.” (Duvar, 2019a).

Birçok sebeplere sığınarak kadın akademisyenler eril tahakküm tarafından psikolojik, hukuksal vb. şiddete, mobbinge maruz kalıyor. İçimizde hala üzüntüsünü yaşadığımız –hiçbir zaman unutulamayacak bir isim- olan akademisyen Ceren Damar Şenel’in öldürülmesi içimde hiç unutamayacağım bir üzüntü. Ceren Damar’ın öldürülmesi eril tahakkümün ne kadar tehlikeli olduğunu gösteren eylemlerinden biri.

Bu konuda birçok kadın akademisyen bir araya gelip “ başka bir akademi mümkün” adı altına bir araya gelmeye devam ediyor. “Cinsiyetçi kültüre karşı başka bir akademi mümkün” başlığı ile başlattıkları imza kampanyası eril tahakküme karşı duruşun önemli adımlarından biri olduğunu düşünüyorum. Bu yazıyı tüm eğitim ve akademik alanda var olma mücadelesini gösteren kadınlara ve kanayan yaramız Ceren Damar Şenel’e hitap etmek istiyorum. Son olarak yazıyı “Cinsiyetçi kültüre karşı başka bir akademi mümkün” metninin bir kısmını buraya ekleyerek bitirmek istiyorum.

“2019 yılı Türkiye akademisini derinden sarsması gereken iki erkek şiddeti vakasıyla başladı. Önce Ceren Damar asistan olarak çalıştığı üniversitede, sınavda kopya çektiğini tespit ettiği bir erkek öğrencisi tarafından katledildi. Ardından, Bilgi Üniversitesi’nde öğretim üyesi olarak çalışan klinik psikolog Murat Paker terapi esnasında kadın danışanını taciz ettiği gerekçesiyle cinsel saldırı suçundan yargılanarak ceza aldı. Ne var ki bu fiil akademiden dişe dokunur bir tepki görmedi. Bu iki olayı birbirine ekleyen toplumsal cinsiyete dayalı yapısal bir bağ olduğunu ve bunun merkezinde eril tahakkümün durduğunu biliyoruz. Akademik dünyanın bir parçası olarak, artık bu sorunu açıkça dile getirmenin zamanının geldiğini düşünüyoruz.

Akademide cinsel tacizle ve onun arkasında yatan cinsiyetçi iktidarla mücadelenin önündeki en büyük engel, akademiye atfedilen saygınlık ve otoritenin erkeklik otoritesiyle birleşerek erkek faillerin çevresini bir koza gibi örmesidir. Akademi içinden veya dışından, her kim olursa olsun, failleri korumanın kendimizi ait gördüğümüz akademik geleneğin tüm etik ilkeleriyle ters düştüğünü düşünüyoruz. Bu akademik anlayışla aramıza bir sınır çizdiğimizi kamuoyuna aktarmak ihtiyacı hissediyoruz. Akademinin yaşanan bütün baskı ve zorluklara rağmen her türlü eşitsizlik ve ayrımcılık biçimlerinin farkına varıp bunlarla mücadele etmesi gerektiğine inanıyoruz. En önemlisi, bunu yaparken kendisini bu iktidar ilişkilerinden muaf tutmasını kabul edilemez buluyoruz.

Biliyoruz ki biz yalnız değiliz, akademide bizim gibi düşünen ve hisseden çok sayıda insan var. Başka bir akademi mümkün ve bunu ancak bir araya gelerek biz değiştirebiliriz. Bu yüzden akademiyi içeriden ve dışarıdan dönüştürmek için bizim gibi düşünen herkesi bu çağrıya ortak olmaya davet ediyoruz.” (https://www.baskabirakademi.com/)

[1] Şair Dilek Kartal’ın Uzak şiirinde geçmektedir.

Kaynakça