Daha önce Amerika’da #metoo hashtag’i ile gündeme gelen ve ülkemizde de son yıllarda önce sinema sonrasında akademiden kadınların kendilerini taciz eden erkekleri ifşa etmesiyle başlayan süreç son haftada edebiyat alanındaki isimlerle devam etti. Toplumsal cinsiyete dayalı şiddetin söz konusu olduğu her alanda şahit olduğumuz gibi yine şiddete, tacize uğrayana yöneltilen bol “tamam ama”lı sorular üretildi. Bu cinsiyetçi soruları üretmeye devam ettikçe bu tacizler ve eril zihniyet son bulmayacaktır. Kadınların mücadelesi ise hız kesmeden devam edecek. Bu sorulardan ne kadar erken kurtulursanız konunun özünü anlamaya o kadar yaklaşırsınız. Haydi başlayalım tamam ama ile soru cevaplara:

Sırf birkaç kadın çıkıp şu kadar sene önce tacize uğradım dedi diye onlara inanmalı mıyız?

Her kişinin yaşadıkları biriciktir. O yüzden sanki homojen bir grupmuş gibi düşünüp evet hepsine inanmalıyız ya da hayır hiçbirine inanmamalıyız demek son derece sığ olur. Öte yandan herkesi dikkate almalıyız, dinlemeliyiz, empati kurmalıyız. Kadının beyanını esas alarak gereken yasal sürecin başlaması ve adil yargılanmanın olması için takipçi olmalıyız.

E iyi kadının beyanı esastır diye önüne gelen birbine iftira atsın, biz de sorgusuz kabul edelim.

Erkek şiddetinin öznesi olan kadının ne yaşadığını adlandırma ve bunu ifade etme hakkı vardır. Bir kanıtı olsun ya da olmasın bir kadın tacize, cinsel istismara uğradığını beyan ediyorsa esas alınması gereken budur. Ataerkil toplumun, erkek egemen basın ve medyanın ya da eril tahakküme dayalı yargının bunun taciz olduğuna karar vermesini, kabul etmesini beklemeden kadının yaşadığına taciz demesini esas almaktır.

Bu ilkenin aynı zamanda yasal süreçte de cinsel taciz, istismar, baskı gibi ispatı zor ya da delil yetersizliği olan durumlarda maruz kalanın -ki bu çoğunlukla kadın, çocuklar ve LGBTQI+’lar- kanıt göstermeden dava sürecini başlatabilmesi ve delil niteliği taşıyabilmesi için vardır. 6284’e göre korunma talep eden kişi için delil ya da belge aranmaksızın tedbir kararları uygulanır.

Tam da bu karar ve ilke ile tacize uğrayanın yeterli delil olmadığı için ya da bunu kanıtlamasının mümkün olmaması sebebiyle yasal haklarını arayamaması, sessiz kalmasının önüne geçilmek hedeflenmiştir. Siz istismara uğrayan bir çocuktan bunu ispatlamasını bekleyemezsiniz. Sessiz kalmış demek ki rıza göstermiş diyemezsiniz. Kadının tacize uğradım dediği yerde “yok canım uğramamışsındır, o taciz değildir” demek ancak eril zihniyetin ürünü olan erkeklik dilinin ve tacize uğramanın nasıl bir durum olduğuna dair farkındalığı olmayan bir kişiye özgüdür. Bu aynı geçen gün çok karnım ağrıdı diyen insana yok ağrımamıştır, gayet mutlu görünüyordun halbuki ya da ağrısaydı doktora giderdin” demek kadar yersiz ve hadsizcedir.

Her şey de taciz mi yani?

Her şey değil ama taciz tacizdir! Peki o halde taciz nedir?

En iyisi direkt Türk Ceza Kanunu (TCK) 105. maddede yazanı aktarayım. Cinsel taciz; sözlü, yazılı fiillerle veya beden hareketleriyle, mağdurun vücuduna temas içermeyen, cinsel arzuları tatmine yönelik davranışlardır. Bu davranışlar; ıslık çalmak, cinsel organını göstermek, her türlü iletişim aracıyla cinsel içerikli yazılar göndermek, el kol işaretleri ile cinsel ilişkide bulunmayı önermek, soyunmak gibi hareketler ile söz ve davranışlar olabilir. Suçun faili veya mağduru farklı cinsiyetten kişi olabileceği gibi, aynı cinsiyetten de olabilir. Cinsel taciz suçunun soruşturulması ve kovuşturulması mağdurun şikâyetine bağlıdır. Bir kimseyi cinsel amaçlı olarak taciz eden kişi hakkında, mağdurun şikâyeti üzerine, üç aydan iki yıla kadar hapis cezasına veya adlî para cezasına fiilin çocuğa karşı işlenmesi hâlinde altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına hükmolunur.

Fark ettiyseniz yasada fail ve mağdur der kadın, erkek demez. Yine aynı cinsiyetten de olabilir der.  Erkekler sadece kadınları değil diğer erkekleri de taciz ettiklerinde yasanın aynı maddesi devreye girer.

Son zamanlarda çokça gündeme gelen ve tartışmalara konu olan İstanbul Sözleşmesi’nin ilgili 40. maddesi ile şöyle diyor:

Cinsel taciz taraflar bir şahsın onurunu ihlal etme etkisi yaratan veya bu maksatla gerçekleştirilen ve özellikle de aşağılayıcı, düşmanca, hakaretamiz, küçük düşürücü veya saldırgan bir ortam yaratırken, her türlü istenmeyen, cinsel mahiyette sözlü veya sözlü olmayan veya fiziksel davranışın cezai veya diğer yasal yaptırıma tabi olmasını temin etmek üzere gerekli yasal veya diğer tedbirleri alacaklardır.

Bir kişi reddettiği, istemediğini söylediği, kendini geri çektiği, teklifi kabul etmediği, en kilit ve önemli haliyle rızası olmadığı ve rahatsız olduğu halde ısrarla bu sayılan davranışlara mecbur bırakılıyorsa bu tacizdir.

Unutulmaması gereken bir konu rızanın sabit olmadığıdır. Bir kişinin rızası duruma, zamana, ortama, karşı tarafın davranışlarına, kişinin ruh haline vb. pek çok duruma göre değişebilir. “Başta istiyordun ama noldu?” serzenişleri böyle değerlendirmek gerek: “Başta istiyordum, şu an istemiyorum.”

Hiyerarşik/ güç ilişkisi içerisinde kadınları, genç kızları, LGBTQI+’ları mesleği, ailesi, eğitimi, sosyal çevresi üzerinden reddetmelerine imkan vermeyecek şekilde baskı altında bırakıp bunu flört, ilişki, gönüllülük şeklinde tanımlamak bir suçu hafifletme çabasından başka bir şey değildir. Hiyerarşinin verdiği iktidarla cinsel taleplerini tehdit ya da promosyon aracı olarak kullanmak iş yerlerinde, üniversitelerde, sanat, medya sektöründe sıklıkla karşımıza çıkan bir cinsel taciz türüdür.

Hayır hayırdır! Cinsel tacizin bahanesi olmaz!

Bununla ilgili madde madde tacizin ne olduğu konusunu içeren paylaşımları için Psikiyatrist Arzu Erkan’ın yazdıklarına bakılabilir. https://bianet.org/bianet/toplumsal-cinsiyet/235754-psikiyatrist-erkan-yuce-den-20-maddede-tacize-karsi-rehber

Peki o zaman kimse adalete başvurmasın herkes sosyal medyadan yazsın, olur mu?

Kadınların yargıda adaleti bulamadığı için sosyal medya aracılığıyla seslerini duyurmaya çalıştığını görmezden gelemeyiz. Az önce de bahsettiğim TCK’ya göre 3 ay ile 2 yıl arasında verilebilecek ceza tacizin gerçekleşmesinden itibaren 6 ay içerisinde şikayette bulunulmasını gerekli kılıyor. Şikayet edildiğinde de hapis zaten adli para cezasına çevriliyor ve bu da adeta kolaylık olsun diye taksitlendiriliyor. Failler suçun cezasını almadıkları için gerçek bir pişmanlık oluşmuyor çoğu zaman. Ve caydırıcılıktan da söz edemiyoruz. Aynı zamanda kadının şiddete uğraması durumunda ispat şartı aramadan gerekli adımların atılması gerektiğini içeren 6284 ve İstanbul Sözleşmesi’ne rağmen kadınların hala sığınma evlerine alınırken şiddeti ispat etmelerinin gerekli tutulması gibi durumlarla karşılaşıyoruz.

Sosyal medyadan gerçekleşen ifşalar elbette yargı mekanizmalarının devreye sokulmasının ikamesi olamaz. Psikolojik şiddet ya da taciz gibi ispatı zor olan şiddet durumlarında kadınlar tacizciyle birlikte kendilerini de ifşa etmiş olacakları, uğrayacakları sosyal baskı, ayıplanma, dışlanma, etiketlenme, iş ve statü kaybı gibi pek çok sonucu göz önünde bulundurup çoğu zaman sessiz kalmaktalar. Diğer yandan darp raporu, tedbir kararı olmasına rağmen şiddete uğramaya devam eden kadınları, ayrılmak, boşanmak istediği erkek tarafından öldürülen kadınları ve serbest bırakılan failleri görüp suskun kalmaktalar. Bir rumuz ile sosyal medyadan yazmak adeta bir patlama niteliği taşıyor. Unutmayalım ifşa hedef değil, araçtır! Hedef tacizin ve tacizcinin ortaya çıkmasıdır. O mevki ve itibar sahibi erkeklerin rahatça yayıldıkları koltukta doğrulmaları ve hesap vermelerini sağlamaktır.

Tamam canım da o bahsettiği adam oldum olası biraz çapkındır/ flörtözdür ama iyi adamdır ne var bunda?

Bu düpedüz tacize varan davranışların normalize edilmesidir. Bir kişinin flörtöz ya da çapkın olması ona tacizde bulunma hürriyeti vermediği gibi bunu yaptığında artık iyi bir adam olduğundan bahsedemeyiz. Taciz bir ilişki türü değildir. Yani bir tarafın diğer tarafa naz yapması, gösterdiği ilgiye utangaçlıktan tam karşılık vermemesi hiç değildir. Haydi tekrar edelim: rıza yoksa taciz vardır.

Ama o adam senden benden entelektüel, sosyalist, kadın hakları savunucusudur. Ayrıca çok iyi bir sanatçı, şair, yazar, oyuncu, politikacı, akademisyen…

Bir erkeğin bu özelliklere sahip olması ne yazık ki onun bir kadını taciz ettiği ya da edebileceği gerçeğini değiştirmez. Kendisini tek alanda geliştirmiş, eşitliği, kadın hakları ve mücadelesini özümsememiş, insan haklarını işine geldiği gibi anlamış bir kişi gayet de bu tacizi gerçekleştirebiliyor.

Demek ki bir erkek hem bu saydıkların hem de eril zihniyete sahip olabiliyor ve daha da ötesine götürüp tacizi kendinde hak görüp meşrulaştıran biri olabiliyor.

Biz kadınlar, LGBTQI+’lar bu hayranlık duyulan erkeklerin ortaya saçılan taciz haberlerine erkekler kadar şaşırmıyoruz. Merak etmemiz, şaşırmamız gereken nasıl oldu da buna maruz kalanlar bu yükle hayatlarını sürdürdüler, mesleklerine olan inancı kaybetmeden devam edebildiler? Bu bozuk düzen ne kadar daha böyle sürebilir?

Peki madem öyle, o da niye bunca zaman susmuş susmuş da şimdi konuşuyor? Belli ki gündem olmak istiyor.

Gerçekler üzerinden belli bir zaman geçtiği için gerçekliğini yitirmezler. Tam tersi bu kadınlar gündem olmamak için o kadar zaman susuyorlar. Tacize uğrayan pek çok kadını dinlediğimizde ortaklaşan nokta kadınların kendilerinin de yaşadıklarının taciz olduğunu hemen o an fark edememiş, isimlendirememiş olduklarını görüyoruz. İstemedikleri, baskı altında hissettikleri, korktukları, kaçmak istedikleri, neden bu durumla karşı karşıya kaldıklarını sürekli sorguladıkları bir süreç yaşadıklarından bahsediyorlar. Yine pek çoğu kendisinin, maruz kaldığı bu duruma sebebiyet verecek bir hareketi olup olmadığını sorguluyor, suçluluk hissediyor. Tam da konuştuğumuz gibi “o çok iyi bir yazar, sanatçı, doktor neden böyle bir şey yapsın?”ı izleyen pek çok soru, sorgulama, yargı içine doğduğu erkek egemen dünyada kadının da zihnini meşgul ediyor. Kendinden bile şüphe ettirecek bu sorular, birilerini inandırma yükümlülüğü, yaşadığını en ince ayrıntısına kadar defalarca anlatmak durumunda kalmak, “ne gerek vardı? Değdi mi yani?”lere rağmen dik durabilecek gücü bulmak kolay değil.

Sonunda konuşan kadın öyle hızlıca lince maruz kalıp uğradığı tacizin detaylarını ve seviyesini sorgu sual eden herkese ispat etmek durumunda kalıyor ki benzer durumdan muzdarip kadınlar destek olma motivasyonuyla da açılıyor, ifşalar birbirini takip ediyor. Çünkü en iyi o biliyor bu açılmanın ne kadar zor bir süreç olduğunu. Maya Angelou’nun güzel sözü gibi “Ne zaman bir kadın kendisi için ayağa kalksa, aslında tüm kadınlar için ayağa kalkar.”

Biraz önce de bahsettiğim yasada geçen şekilde tacize uğrayan şikayette bulunsa ve ceza kesinleşse de yasada geçen üç aydan iki yıla kadar hapis cezası çoğunlukla para cezasına çevriliyor ve bu da adeta kolaylık olsun diye taksitlendiriliyor. Failler suçun cezasını almadıkları için gerçek bir pişmanlık oluşmuyor çoğu zaman. Ve caydırıcılıktan da söz edemiyoruz.

Başta bunun duyulmasından endişe eden, utanan kadın tetikleyici bir unsurla ifşada bulunduğunda artık bunun herkes tarafından biliniyor olmasından çekinmeyi bırakır. Bu zor ama önemli bir kırılmadır. Ve yıllar önce bir kadını taciz eden adam adını her yerde okuduğu, buna yönelik kınama mesajları ve aksiyonları aldığında artık roller değişmiştir. Şimdi herkesin bilmesinden rahatsız olan, iyi ihtimalle utanan erkektir. Tacize uğrayanın değil, tacizde bulunanın utanma vaktidir! İfşada bulunan kadına “neden bunca zaman bekledin?” diye soranlardan mazeretlerini listeleyerek özür dileyen erkeklere ya da veda notu bırakarak intihar edenle ilgili “neden bunca zaman sonra?” diye sorduklarını duymayız.

İfşadan ziyade taciz konuşulmalıdır. Aradan geçen süreyi değil bir insanı bu kadar zaman susmak zorunda bırakan eril tahakküm, korkular, tacizci ile birlikte anılmak ve bu konu ile tanınır olmayı istememe ve cezasızlık gibi sebepler sorgulanmalıdır. İfşada bulunan ve buna destek olan insanların amacı tacizcilerin bu suçu görmesi, kabul etmesi ve cezalandırılmalarıdır. Ve tüm bunlardan da önemlisi tacizin meşru görülmekten çıkması ve bu eşitsiz güç ilişkilerinden kaynaklanan tacizlerin sona ermesidir.

Öyle diyorsun ama başka pek çok saygıdeğer iş adamı, yazar, sanatçı, savcı destek oldular bu kişiye.

Nasıl ki tacize uğramış kadınlar dayanışıp birbirlerine sahip çıktılarsa tacizde bulunanlara sahip çıkanların ucu bir noktada kendilerine de dokunma ihtimali olan bir motivasyonları vardır elbet. Bu motivasyonlarını da elbette erkekliklerinden, kadınlar üzerine uyguladıkları tahakkümden ve iktidarlarından alıyorlar.  Tacizde bulunanların kendilerinin de itiraf ve kabul ettiği ve kendilerince özür diledikleri bir durumda bu adamlar tacizi değil, tacizcinin sanatını, sanatçılığını, mesleki yeterliliğini vurgulayıp, kendilerince savunma noktaları, kalkanlar yaratıyorlar.

Bu adamlar da insan, herkesin kötü bir huyu var. Dostoyevski de kumarbazmış.

Taciz, tecavüz, cinsiyete dayalı şiddet başka bir canlıya yönelen bir suçtur, huy değil. Kumar oynamak, alkol almak ve hatta uyuşturucu kullanmak dünyanın pek çok yerinde yasal değilken bazı yerlerde ise yasaldır. Bu ve benzeri zararlı alışkanlıkları başka bir insana yönelik fiziksel ve ruhsal bir saldırı ile karşılaştırmak absürttür, saptırmadır. 

E ne yapalım bir taciz yüzünden bir adamın bütün kariyerini, başarılarını hiçe mi sayalım?

Hiç kimse kariyeri, saygınlığı, şöhreti, zenginliği, zekası, yaşı, işini iyi yapıyor olması sebebiyle gerçekleştirdiği taciz ve şiddetten ve bunların sonuçlarından muaf tutulamaz. Herkesin yaptığının yanlış olduğu ile yüzleşmesi, bunu kabul etmesi ve bu suça paralel oluşacak tepki ve atılacak adımları göze alması gerekmektedir.

Yapılan en belirgin yanlışlardan birisi henüz taciz konuşulmadan bu erkeklerin sanatçı, politik, akademik yönlerinin hatırlatılması ve buralara toz kondurulamayacağının haykırılması. Kimse sizin adınıza ne okuyacağınıza, izleyeceğinize, hangi politikacıyı destekleyeceğinize karar veremez. Bu sizin etik yaklaşımınızla varacağınız bir karardır. Mevzu bir kişinin iyi bir bilmem ne olması onun yanlışlarına destek çıkılması ve tüm eleştirilerden azade kılınması anlamına gelmeyeceğinin bilinmesidir.  

Tamam ama “Kimse tamamıyla suçlu değildir”

Hadi biraz da ben sorayım “Peki” ile başlayan sorular. Peki ne kadarıyla suçludur? Suçlu olduğu kısım tepki göstermeye yetmez mi? Peki suçlu olmadığı kısım kimin suçudur? Taciz suçunda kısmi suç kimindir?

Bir kişinin kıyafeti, içki içmesi, konuşurken gülmesi, buluşmaya yalnız gelmesi taciz için bir zemin oluşturur mu? Tacizin ortaya çıkması için haklı gerekçeler nelerdir? Bunlar suçunu kabul etmeyen, bununla yüzleşmekten kaçan, erkek egemen zihniyetin ürettiği tacizi meşrulaştırarak yok sayma çabalarıdır. Tacize mazeret üretmeye başladığın noktada artık tüm suçlar için bir tetikleyici unsurdan bahsedebilirsin. Tacizin iştirakçisi tacize uğrayan olamaz olsa olsa bir başka tacizci ya da destekçidir.

Tamam ama adam özür diledi daha ne yapsın?

Bakalım yazar burada kime seslenmiş?

Yani demiş ki içkiliydim bilmem ne… Özrü kabahatinden beter. Tacizcilere yarım yamalak özürlerinden ve hatta bahane beyanlarından ötürü teşekkür edecek değiliz. Ağzıyla içemeyen bir yeriyle boyundan büyük işlere kalkışıyor. Sen dur ben söyleyeyim ama ilaç tedavisi görüyormuş. Keşke yazar olmaya heveslenmeden önce okur olup şu içtiği ilacın prospektüsünü okusaymış. Yazık zaten öyle çok da içen biri olmayarak en olmadık zamanlarda ipin ucunu kaçıracağı tutmuş. Öyle daha önce olduk zamanlarda da ilaç tedavisi görürken içmişliği var ama maşallah ipin ucu hep elindeymiş demek ki.

Bakalım diğer “aa vallahi inanmam nasıl olur” yazarı ulusa nasıl seslenmiş?

Maşallah yazarımızın kalitesi özür mesajından hemen anlaşılıyor. Ve zaten “bilmemek değil öğrenmemek ayıp” arkadaşlar. Ha bir de kadına yönelik şiddet ayıptı değil mi sayın soylu bakanım?

Öyle ki o yaşında bile hala öğrenmeye devam ediyor insan. Eril failliğin ne olduğunu öğrenmesi için 20’e yakın kadının kendisinin cinsel tacizine uğradığını beyan etmeleri gerekse de olsun düşe kalka öğreniyor Toptaş. Ha bir de bilmeden yapıyor hep, farkında olmadan. Bir kadın onun tacizinden kaçmak için kendini banyoya kilitliyor ama o bilmediğinden bunun bir kaçış olduğunu anlamıyor. Hatasız kul olmaz, hatamla sev beni ey okur! Kamuoyu ile başlayıp bütün insanlarla biten bu samimiyetli özür mesajı bir süre sonra kendini imha ediyor. Sonrasında öğreniyoruz ki dil kullanımına bu denli hakim, usta yazar özür diliyorum diyerek aslında tacizi kastetmemiş. Ve hatta 20’ye yakın kadını taciz ettiğini de kabul etmemeye karar vermiş. Bunların hepsinin organize bir kötülük olduğuna inanıyormuş. Örneklemek gerekirse, erkeklerin iktidarını, statüsünü, yaşını toplumun ona bahşettiği eril tahakkümle harmanlayıp çoğunlukla ondan daha genç, statü olarak altında, ekonomik anlamda ondan güçsüz, fiziksel anlamda ondan zayıf, yine çoğunlukla onunla bir iş ilişkisi bulunan, ondan destek bekleyen, ona saygı duyan kadın, LGBTQI+ ve çocukları taciz etmeleri ve bunun üstünü kapamaları, üstünü ısrarla açmak isteyenleri ise yalanlamaları, yaftalamaları, korkutup tehdit etmeleri gibi bir organize kötülük mü acaba saygıdeğer Toptaş’ın kurgusu? Daha çok hukukçu ile konuşup, daha çok akıl aldıkça açıklamalarının daha nelere dönüşeceğini göreceğiz.

Ama bak diğer yazar da öldü.

Evet biz hep tacize uğrayanın intihar ettiğini ya da intihar süsü verilerek öldürüldüğünü duymaya alışkınız. Öte yandan şuna da tanık oluruz: erkek kadına şiddet uygular, hıncını alamaz onu öldürür ve sonra kendini de öldürür. Eril şiddet ne menem bir şeydir ki hem diğerini hem kendini öldürür. Onu kendini öldürmeye götüren şey bir kadını taciz etmek, öldürmenin yarattığı suçluluk duygusu mu, bunun sonucunda alacağı cezadan kaçmak istemesi mi, “millet ne der?” endişesi mi tabi bunlar durumdan duruma değişir.

Yoğunlukla tacize maruz bırakılanlar hissetse de esasında suçluluk hissi suçlunun olmalıdır. Kadınların yıllarca taşıdıkları hem tacizin hem susuyor olmanın getirdiği yükü, ifşaya uğramasıyla kaldıramayan ve hayatına son veren erkeğin yine sorumluluk almaktan kaçındığını görürüz. Bu intiharla ortaya çıkabilecek başka ifşaların da önünü kesmiş olur belki de. Avukat Selin Nakipoğlu’nun sözüyle “fail kendi sicilinden haberdardır”. Bir ya da birden fazla kadını taciz ettiği için değil de bunlar ifşa olduğu için hayatına son vermesi sonucu bir failden mağdur yaratmak yanlıştır. Bu intiharın sorumluluğunu bunu ifşa eden kadınlara yüklemek daha da yanlıştır. Her tacizci kendini öldürseydi dünya üzerindeki erkek nüfusunda ciddi bir azalma olacağını tahmin edebiliriz. Yani görüyoruz ki ifşa da intihar da hukukun etkili işletilmemesi ve cezasızlık yüzünden başvurulan yollardır.

Daha başka “ama” yoksa koşulsuz, amasız olarak kimden gelirse gelsin her türlü tacizin karşısında olduğumuzu ve olmamız gerektiğini söyleyerek bitirelim.