*Öpeyim ellerinden kız kardeşim… Hatay/Samandağ’da depremin 11. Gününde, uzak bir mahalleden aracı olmadığı için yürüyerek elinde poşetle erzak almaya gelen yaşlı bir kadından geldi bu söz. Ben başından öptüm onun, gözyaşlarından aktık beraber, ellerimiz tutuştu. Bizim için ne yapsak ne etsek az kalacak, asla kayıpların yerini tutmayacak her çabamız; Samandağ halkının büyük çoğunluğunu oluşturan Arap-Alevi nüfusundan olan kadınların yanındaki “hayti”lerin ellerini tutarak büyüdü.
6 Şubat depreminin ilk gününden itibaren Samandağ’a varıp kadın dayanışma noktasını ve kadın çadırlarını kuran bizler için kız kardeşlerimize ulaşma ve “Buradayız, beraberiz, hiçbir yere gitmiyoruz” sürecimizi anlatmaya çalışacağım.
Kadın Dayanışma Noktalarına Doğru Yollara
6 Şubat sabahı 11 ili ağır bir şekilde etkileyen deprem haberini aldığımızda birçoğumuz ilk önce ailemize, arkadaşlarımıza, akrabalarımıza, komşularımıza ulaşmaya çalıştık ama tabii ki mümkün olmadı. Kim birilerine ulaşabilmişse ya da öldüğünü öğrenebilmişse beşinci ağızdan bile gelse inanmak zorundaydık. Ve günler sonra anladık ki ölümü bile öğrenmek çok önemliydi. Çünkü birincisi; Samandağ’a depremin 4. gününde AFAD’tan gelen birkaç ekip binlerce insana ulaşmayacaktı, ulaştırılmayacaktı ve ilk gün gönüllü olarak gelen arama kurtarmacılara da “Orası dümdüz olmuş. boşuna gelmeyin” denecekti. İkincisi; depremin 11. Gününde dahi sağ kurtarılan insanlar varken enkazlara kepçelerle girilmesi, zaten halkı yaşatmak için gelmediklerini bir kere daha gösterecekti.
Bunları öngörerek ve tabii ki afet zamanlarında en çok kadınların, çocukların, LGBTİ+’ların, engellilerin ikinci plana atıldığını, öldüğünü, ölüme ve hastalığa terk edildiğini bilerek, hemen mahallelerdeki kadın dayanışma ağlarımıza ulaştık. Bölgede hava sağanak yağmurluydu ve gece eksilere düşüyordu.
İstanbul’da Mor Dayanışma çağrısıyla birkaç saat içerisinde toplanan ilk dayanışma tırımız ve iki yemek karavanı ile önce Antakya’ya sonra Samandağ’ına ulaşmayı planladık. İskenderun Belen geçidinden sonra gördüğümüz kapkaranlık Antakya; ses, yardım bekliyordu. Hiç kadın ve çocuk sesi yoktu. Caddeler, sokaklar yardım bekleyen erkeklerce çevrilmişti. Ve kadınların önceleri sessiz olan acısının, ,isyanının oradan başladığını hissettim. Ve bunu da yolda “Kadınlar; çocukların, hastaların, yaşlıların, enkazların başında” sözleri teyit ediyordu.
Armutlu mahallesinin yerle bir olduğunu bildiğimiz için saat sabaha karşı 02:00 civarında Samandağ/Harbiye çevre yolu ayrımında Mor Dayanışma’dan arkadaşlarla, gönüllülerle buluştuk ve Armutlu, Serinyol, Harbiye, Defne’ye gidecek şekilde erzak, hijyen ürünleri, bebek ürünleri, kedi-köpek maması paylaşımından sonra Samandağ yoluna doğru devam ettik.
Özellikle yıkımın en çok görünmeye başladığı bu yol boyunca haberleştiğimiz çoğu kadın sokaklarda, bulabilmişse bir tentenin altında, çok az bir çoğunluğu arabada çocuğu ile bekliyordu. Ve bunların çoğu güneş ışığı ve sıcaklığını kullanabilecekleri 10 saat içerisinde yaptıkları en asgari koşullardı.
Koyunoğlu mahallesinden haberleştiğimiz kadınlara saat 02:45 civarı ulaşabildik ve saatlerdir aç ve susuz kalan çocuklara ulaşmaya çalıştık. 2 gün içinde de ilk iş oraya kadınlarla bir aş evi yerleştirmek ve çağrıdan dağıtıma birçok şeyi organize etmek oldu.
8 Şubat sabahı çok erken saatlerde yollarının çoğu yarılmış olan Samandağ’a tırla hemen giriş yapamadık. Çünkü yıkılan, yola doğru eğilen yüzlerce ev tehlikeliydi ve zaten fiilen de buna izin vermiyordu. Favvar köprüsüne yakın çevre yolunda durduk ve sokaklardan, uzak köylerden gelen yüzlerce kadını gördük.
Samandağ’ın büyük çoğunluğunu oluşturan kadınların toplumsal cinsiyet eşitsizliğine çarptıklarını ve bu duvarları Arap-Alevi kültüründen ve kadın dayanışmasından aldıkları bilinç, deneyim ve güç ile yıktıklarını bir kere daha gösteren bu ilk saatler, yıkık evlerden çıkabildiklerini, erkek-devletin ve hükümetin yıkıcılığını, ayrımcılığını çıplak bir şekilde gördüklerini bir kere daha gösteriyordu. Ve söylüyorlardı da: “Devlet gelmedi, ilk defa rahatça ped alabildik, yaşlı ve engellilerimiz ile ilgilenmek zorundayım diye şimdi gelebildim, iç çamaşırı hiç gelmiyor ve kadın hastalıklarımız artmaya başladı vd.”
“Devlet gelmedi” konusunu bir sonraki yazı konusu olarak yazar mıyım, sanmıyorum. Bilinen, görünen şeydi ve herkes vurguladı. Ama burada vurgulamak istediğim patriyarkal kapitalist devletin vahşi varlığıydı. Bu depremden önce de varken depremle beraber özellikle Alevilerin çoğunlukta olduğu ve nispeten kadın özgürlükçü bir halkın yaşadığı bir çok ilçe, köy ve mahalleye gidilmemesi, deprem koşullarında toplumsal cinsiyet eşitsizliğini gözeten bir politikanın olmaması sadece spekülasyon mu zannediyorsunuz? Sadece biz devrimcilerin, feministlerin söylediği bir şey mi sanıyorsunuz? O zaman çok yanıldığınızı gösteren bu 6 Şubat felaketine dair sadece kadınları dinleyin. Size her şeyi onlar anlatacaktır.
Kadın Dayanışma Noktası Ve Kadın Çadırları Anlatıyor
Özellikle İlk 3 gün boyunca bilfiil erzak, battaniye, kıyafet, hijyen ürünleri dayanışmasıyla ulaştığımız Samandağ’da, Atatürk, Çiğdede, Cumhuriyet, Yeni, Kurt Deresi, Deniz, Çevlik, Zeytuni, Sutaşı, Kuşalanı, Çöyürlü, Tekebaşı, Değirmenbaşı, Uzunbağ, Fidanlı, Yaylıca başta olmak üzere daha birçok mahalleye gittik ve buralardan her gün en az 700-1000 arası kadın da dayanışma noktamıza ulaştı. Hıdırbey, Yoğunoluk, Karaköse, Sinanlı çok uzak beldeler olmasına rağmen geçiş güzergâhında olan dayanışma noktamıza buralardan gelindi. Kadından kadına ulaştı bunlar, internet yok, telefonlar çekmiyordu, fısıltılar büyüdü ve kadın dayanışma noktamız da büyüdü.
İşte bu yüzlerce kadına sorun! İlk günden itibaren bizleri artık komşularımızla beraber oturamadığımız sokaklarda görüp bahçesine, serasına alan, orada beraber uyuduğumuz, dayanışma kitlerini beraber böldüğümüz, dağıttığımız kadınlar anlatsın.
10 Şubat’tan itibaren Atatürk mah. Yeni Park’ta daha görünür bir şekilde kurduğumuz kadın dayanışma noktası ufak bir çadırdı. Hemen karşı tarafında daha geniş ve düz alana kurduğumuz 4 uyuma çadırına mahalleden kadınları ve çocukları yerleştirdik. O günden bu yana her akşam hepsini ziyaret ediyoruz, ihtiyaçları konuşuyor ve güvenliği Mor Dayanışma üyeleri ve gönüllüleri ile sağlıyoruz. Ayrıca depremzede kadınların “ben de işin bir ucundan tutayım” demesiyle büyüdü bu alan, bu dayanışma ağı.
Başta İstanbul, İzmir, Ankara, Adana, Mersin, Antalya, Muğla, Denizli olmak üzere birçok ilden üyelerimizin ve gönüllülerin ilk günden itibaren yürüttükleri dayanışma çağrısı ile 11 günün sonunda en asgari şeyleri sağlayabildik, yüzlerce kadına ulaştırdık, ulaştık. İllerden bizlere ulaşan demokratik kitle örgütlerinden, mahalleliden, derneklerden, belediyelerden sadece kadınların ihtiyaçlarını gözeten erzaklar ve yardımlar mı çıktı? Hayır. Feministler olarak müdahale ettiğimiz her tır, her kamyon, her dağıtım, her mahalle bunu gözettiğimizi gördü, kadınlar dayanıştı ve kadınlar yürütücüsü oldu. Hem ülke içinden hem de yurt dışından dayanışmayı büyüten feministlerden, kadınlardan ulaşan tırlar, erzaklar şu 11 gün içerisinde nerelere mi gitti? Araba ve motorlarla ulaştığımız mahallelerde kız kardeşlerimize, bire bir dağıtılan ve alınan kadın dayanışma noktalarına, LGBTİ+’lara, çocuklar için gelen gönüllü psikolog, drama öğretmeni, çocuk gelişimi öğretmenlerinin hareket ettiği gezici çocuk oyunları ekibimize.
Şu an Samandağ başta olmak üzere, Antakya’da Sevgi Parkı, Harbiye, Serinyol mahallerinden kurulan kadın dayanışma noktaları ve çadırlarda kadınlar neler mi yapıyor? Günden güne ve hatta saatten saate bile değişen ihtiyaçlar için dayanışma ağı büyütülüyor, kadınların özneleşme süreci feminist politikalarla destekleniyor, her akşam çay-muhabbet ortamları kuruluyor ve bundan sonraki süreç için yaraların sarılması, kadından kentlerin neden ve nasıl kurulması için depremzede kadınlar dinleniyor.
Özellikle yazmam gereken şu not Arap-Alevi, Hristiyan, Ermeni kadınların yaşadığı bu kente dair “Nasıl bir kent ve yaşam istiyoruz?” sorusunun kapısını sonuna kadar açıyor. “Antakya ve Samandağ’da merkez mahallelerde olan yıkımın ve acının tarifi yok, gidenleri biliyor ve dört gözle geri dönmelerini bekliyoruz. Ama ilk günden itibaren sosyalistlerin, feministlerin, kadın dayanışmasının yanımızda olduğunu biliyoruz. Ve mahallemizden yalıtık, güvensiz, hala su ve hijyenin tam olarak sağlanmadığı bir iki uzak konteynır şehirlere gitmek istemiyoruz.” Her gelen kadına verdiğimiz konteynır kent, çadır şehir bilgisine bükülen dudaklar en çok şunu sordu: “Siz çadır vermiyor musunuz? Siz konteynır vermiyor musunuz?” Koşulları uygun olanların kendi tarlasına, bahçesine, mahallesinde güvenli boş alana koymak istediği çadır ya da konteynır ihtiyacı bize ne anlatıyor? Dinlemek, anlamak ve çözüm üretmek zorundayız.
Kadından Kentler İçin Önce Kadın Çadırları Kuralım
Peki, kadın çadırlarımız yeterli mi? Kesinlikle değil. Peki, neden bunda ısrarcıyız ve hepimiz olmalıyız? Hemen yukarıda kadınlardan bize geldiğini aktardığım sorulardan ortaya çıkan şey yüzlerce yıllık patriyarkal kapitalizmin vahşi çarkında ve tabii ki depremden bu yana geçen 10 gün boyunca da AKP-MHP ve tüm faşist kliklerin en üst perdeden gösterdiği halk düşmanlığında ezilen kadınların kral çıplak demesidir. Bu erkek egemen, rantçı, hırsız, arsız düzen yıkılmalı. Belediyeler mi böyle? Yıkılmalı! Müteahhit şirketleri mi böyle? Yıkılmalı! Hükümet mi böyle? Yıkılmalı! Çünkü;
Kadınlara güvende olma hissi kağıttan devletten gelmedi, ama kağıttan kadın çadırı bile yapsak geldi.
Mahallesine, yereline, yeşil alanlarına sahip çıkma gücü “Siz bize konteynır, çadır verin, biz buradayız” diyen kadınlardan geldi.
Bir hafta sonra kriz masası oluşturmaya tenezzül etmiş Samandağ Belediyesi Başkanı ve etrafındaki eşraf gibi birçok erkek ve erkek egemen belediye, kurum ve kuruluş tertemiz üstleri, takım elbiseleri ile alandan pozlar verirken günlerce hijyenik pede ulaşamamış kadınlar kana bulanmış üstleriyle bize geldi.
Yurt içi ve dışından dayanışma mesajları ve erzaklar “Siz ulaştırıyorsunuz, size güveniyoruz” denilerek bize geldi.
Feminist politika ile müdahale ettiğimiz her toplumsal alanda güçlü ve güvende hisseden kadınlar da, çadıra erkek-devletin düşman politikaları karşısında yanımızda olmaya da geldi.
Deprem bölgelerinde etnik ve sosyokültürel yapının korunması için kadınların örgütlenmesi gerektiğine dair biz örgütlü kadınlardan önce onlar söz aldı, bizden önce onlar “Ne yapmalı?” dedi.
Sadece şu 12 gün içerisinde ulaştığımız ilçe ve mahallelerin tamamından gelen “Mahalle konteynırı ya da çadırı” sözü yüksek sesle söyleniyor. Duyalım. Biz bu ihtiyacı kadın çadırı isteyip de sessiz kalan binlerce kadının dayanışma, yerellik, komünal değerlerinden öğrenip yola çıktık, sosyalist feminist politika ile buluşturduk. Birbiri ile bağdaşacak ancak kendi özgün ihtiyaçlarınca yol alacak bu iki ayrı çadır örneklerinin artması ve desteklenmesi gerekiyor. En az 45 bin insanı katleden sermaye düzeni bu şehirleri tekrar öldürmek için kuracaktır. Kadın çadırlar inşa edelim, ellerinden tutacağımız *haytiler bu çadırları dikmek için siz kadınları, feministleri bekliyor.
*Hayti: Arapça’da kız kardeş