Performans sanatçısı Işıl Eğrikavuk’un 7-28 Mart 2024 tarihleri arasında Performistanbul’da sergilenen eseri, Ne İlyas Ne Cemşit.
Sergi; sanatçı Işıl Eğrikavuk’un yer aldığı iki performatif fotoğraf, canlı performans, performansın dokümantasyonu, sergiye gelip tişörtler ile fotoğraf çekilen ve bu yolla da serginin bir parçası olan kişilerin fotoğraflarının yer aldığı video kesitini barındırıyor. Tam da bu yüzden, sergi tarihlerine bağlı kalmadan, dünyanın herhangi bir yerinde de bu tişörtleri giyerek serginin bir parçası olma imkanını sunuyor. Siz de serginin bir parçası olmak isterseniz ve tişörtleri satın almak isterseniz Performistanbul’a ulaşabilirsiniz.
Üretim pratiğinde kolektif çalışmayı tercih eden ve performansçıların kişisel deneyimlerine de alan açarak sanatı ile sentezleyen sanatçı, bu pratiğin beslediği dayanışma ruhuna da referans vererek sergi için hazırlanan t-shirtlerin satışlarının %20’sinin Mor Dayanışma’ya bağışlıyor.
Mor Dayanışma Sanat Komisyonuna gelen bir mesaj ile haberdar oldum sergiden. Performansçı olarak katılamasam bile gidip tanışmak istedim. Sergiden 3 gün önce tanıştık, Selvi Boylum Al Yazmalım üzerine, kendi Asya’lık deneyimlerimizden ve serginin sloganı üzerine konuştuk.
“Ne İlyas Ne Cemşit” sergisi, Cengiz Aytmatov’un Selvi Boylu Al Yazmalım kitabı ve aynı isimli Atıf Yılmaz’ın yönettiği, Türkan Şoray ile Kadir İnanır’ın başrollerini oynadığı filmden yola çıkan bir slogan.
Asya, köyde anası ile yaşayan genç bir kadın. Evlerinin bulunduğu yeri de etkileyecek bir baraj yapılıyor ve Asya’nın anası oraları bırakıp gitmek istemiyor, Asya şehre gitme taraftarı. Asya’nın annesi kızını çeşmeye gönderirken bile yüzüne karalar çalıyor ki kimseler dönüp de bakmasın.
İlyas, şehirli, yakışıklı, çapkın; Aldırma Gönül ismini verdiği çalıştığı şirkete ait olan kamyonla duygusal bir bağ içinde, kamyonunu çamurlu yerlere götürmek istemediğinden hep uzak yerleri tercih ediyor.
Asya ile İlyas birbirlerine aşık oluyorlar ve Asya’nın görücüye verilmesinden sonra da kaçıyorlar. Davullu zurnalı bir düğünle evlenmiş oluyorlar, nikahsız. Bir çocukları oluyor, Samet.
İlyas, aşkın verdiği coşku ve heyecanla yaptığı hareketlerin sorumluluklarını almaktan kaçınan birisi, kendisinin almadığı sorumluluğu Asya alınca da şiddet gösterecek kadar güçsüz. Kamyonunu kirletmemek için uzaklara gitmeyi tercih eden İlyas, bu sefer de kendi sorumluluklarını görmemek için uzaklara gidiyor. Ne kadar uzağa giderse gitsin pisliklerinin hep kendisiyle olduğunu fark edemiyor, evde onu bekleyen Asya’yı ve Samet’i yalnız ve habersiz bırakıyor. İlyas, Asya’yı defalarca aldatıyor, Asya’ya kötü davranıyor, günümüzün tabiriyle, Asya’yı ‘ghostluyor’. İlyas’ın hayaletinin peşinden giden Asya gerçeği fark edince de çocuğunu alıp yollara düşüyor ve Cemşit ile tanışıyorlar. Cemşit iyilik abidesi gibi; anlayışlı, nazik, hoşgörülü, yardımsever… Asya ise mahcup, suçlu hissediyor, gidecek başka bir yeri yok ve kalbi kırık. Kısa bir süreden sonra evine ve İlyas’a geri dönüyor ama İlyas’ın Dilek Hanım’la gittiğini öğreniyor. O sırada uzaktan Asya’yı gözleyen Cemşit’e de fırsat doğuyor. Samet büyüyor, Asya İlyas’ın yolunu gözlüyor, Cemşit ise kendi yolu gözlensin istiyor, Samet Cemşit’i baba biliyor, Asya Cemşit’i kabul ediyor ve resmi nikah ile evleniyorlar. Bu sürede bıçkın yakışıklımız, etrafındaki her şeye, en çok da kendine zarar veriyor ve günlerden bir gün, tesadüf bu ya, Cemşit onu da kurtarıp eve getiriyor. Asya, İlyas ile Cemşit arasında bir seçim yapmak zorunda kalıyor. Bir tarafta aşık olduğu ama kendisine kötü davranan, güven vermeyen ve sorumluluk almayan hatta Asya onunla gelsin diye kendi çocuğunu kaçıran İlyas; diğer tarafta eşini ve çocuğunu depremde kaybetmiş, Asya’yı çok seven, Samet’in baba bildiği ve babalık durumu ile Asya’yı manipüle eden Cemşit.
Bu filme dair herkesin aklında kalan o meşhur replik: “Sevgi neydi? Sevgi iyilikti, dostluktu, sevgi emekti.”
Öncesi ise Asya’nın ağzından şöyle: “Samet baba demişti, onu babalığa seçmişti.”
Sanırım bu replikten sonra Asya’nın nereye gitmek zorunda kaldığını, filmi izlerken biliyorduk. Çocukken birçok kere görmüştüm bu filmi ve o zaman Asya’nın neden Cemşit’e gittiğini anlayamamıştım. İlyas’ın gerçekten de Asya’yı çok sevdiğini ve Asya’nın da İlyas’ı sevdiğini düşünüp, aşıkların kavuşamamasına üzülmüştüm.
Aşık olduğun ve sana aşık olan ama güven vermeyen birini mi, yoksa seni çok seven ama senin sevmediğin birini mi? İlyas’ı mı, Cemşit’i mi? Hangisini seçmeli?
Asya hangisini seçerse seçsin tam olarak mutlu olamayacağını hepimiz biliyorduk. İşte serginin sloganı da tam burada devreye giriyor, “Ne İlyas Ne Cemşit” diyerek üçüncü bir yolun varlığını hatırlatıyor; Asya’ya ve bize, Asya olmak zorunda kalmış herkese.
Asya’nın kendine ait bir evi olabilseydi, bir mesleği, bir güvencesi, yine de seçer miydi Cemşit’i?
Bir Afrika atasözü vardır, bilirsiniz, bir çocuğu büyütmek için bir köy gerekir. Kolektif dayanışan bir toplumda yaşasaydık eğer Samet “baba” dedi diye seçilir miydi Cemşit?
“Tuttum eli sıcacıktı, yüreği elindeymiş gibi”
İlyas’ın o sıcacık eli Asya’nın suratını tokatlarken kaç dereceydi?
Dayanışma büyütemez miydi Samet’i?
Asya, eski zamanlarda köyde yaşayan biri olmak zorunda değil, Işıl Eğrikavuk da bize bunu gösteriyor. Asya, 20’lerinde seçim yapmak zorunda kalan genç bir kadın da olabilir, metropolde yaşayan kariyer sahibi bir kadın da.
Siz hiç Asya oldunuz mu?
Ben çok kez oldum.
İçime bakıyorum da, bana iyi davranmış destek olmuş Cemşit’lere karşı bir sorumluluk hissedip çoğu zaman onlarla gittim…
Dışıma bakıyorum, İlyas’lar her yerde. Bazen ne İlyas’ı ne de Cemşit’i seçmek istemedim, belki Zeynep ile, belki İpek ile gitmek istedim. Toplum, İlyas’la Cemşit’i, Zeynep’le İpek’ten daha kolay kabul ediyor diye, kalbimden geçeni seçmek yerine heteronormatif düzene ayak uydurmaya çalıştım. İpek’le Zeynep birlikte gitti, geride İlyas’la Cemşit kaldı, ayaklarım birbirine dolandı.
Şayet iki seçenek varsa aslında seçecek bir şey yoktur, yalnızca kararsızlık vardır, üçüncü bir seçenek var ise işler değişiyor. Peki o üçüncü seçenek nereden geliyor? Ne İlyas Ne Cemşit, peki ya kim, peki ya ne? Bu soruya herkesin farklı bir yanıtı vardır elbette, o yanıta ulaşabilmek için de içimizdeki Asya’lara bakmak gerekmekte.
Ne İlyas Ne Cemşit, kendim.
Ne İlyas Ne Cemşit, Asya.
Ne İlyas Ne Cemşit, dayanışma.
Kimisi için ise Ne İlyas Ne Cemşit, ikisi de gibi bir yol aydınlanmış, ne İlyas’tan vazgeçerim ne de Cemşit’ten. Işıl Eğrikavuk’un Almanya’da çekilen serginin ilk fotoğraflarında “Ne İlyas Ne Cemşit” ve “Fuck İlyas Fuck Cemşit” sloganları bulunuyor. “Fuck İlyas Fuck Cemşit”i bu bağlamda okuyunca kıkırdamalar başlıyor, yürü be Asya, her anlamda 🙂
Bazıları ise Ne İlyas Ne Cemşit sloganını yalnızlık ve seçim bağlamında değerlendirip erkeklere söylenen bir söz olarak yorumlamış; ne İlyas tamdı ne Cemşit, üçüncü bir yolu bulun, ne İlyas olun ne Cemşit, siz de kendinizi bulun.
Sergide canlı bir performans gösterimi var. İlk defa çağdaş performansta bulundum, Işıl hocanın destekleyici ve alan açıcı tavrı çok iyi hissettirdi. Performansçılar olarak ponpon kız formundayız.
Sanatçı Işıl Eğrikavuk neden ponpon kızlar ile Ne İlyas Ne Cemşit sloganını birleştirdi? Ponpon kızlar, genelde iki erkek takımın maçları arasında sahneye çıkıp izleyicileri eğlendirmekle görevlidir. Ponpon kızların bir sözü yoktur, bir adı yoktur. Oysa Işıl Eğrikavuk, Ne İlyas Ne Cemşit sloganı ile ponpon kızlara bir söz vermiş oldu.
Hayatımda hiç ponpon kız deneyimim olmamıştı ve açıkçası ponpon kızlar üzerine de hiç düşünmemiştim. Neden “cheerleader” dendiği üzerine biraz kafa yorunca kafamda bir şeyler belirmeye başladı. İngilizce bir kelime olan “cheer”, “neşe” demek; keyif, tezahürat, ferahlamak, sevinçle bağırmak, teşvik etmek.
“Kız neşesi”ni hiç duydunuz mu bilmiyorum ama temel enerji kaynağıdır. Kadınların sistematik olarak yaşadıkları yok sayılma, zulüm, taciz ve cinskıyıma rağmen bu kadar güçlü olmalarının bir sebebi kız neşesidir. En karanlık yerlerde ve zamanlarda bile günlük olaylarda neşelenebilecek bir şey bulma
gücüdür.
Kız neşesi hakkında Buket Uzuner şöyle der :
“Kız neşesi ve coşkusu sadece kızlarda olan bir şeydir. Hiç kimsenin onu öldürmesine, hiçbir şekilde izin vermeyeceksiniz. Ne oğlunuzun ne kocanızın ne babanızın ne sevgilinizin. Dünyada sadece kızlara ait ve dünyanın ateşini, enerjisini, cevherini o kız neşesi sağlamaktadır çünkü. Ve bütün dünyada kurallar
erkekler tarafından konmuş, hep o kız neşesini yok etmek üzerine, kontrol etmek, onu azaltmak üzerine. “Ne gerek var, gülme, yapma, eğlenme…” Çünkü biliyorsunuz ki üç tane kadın, üç tane kız yan yana geldiğinde, orada düğün yok dernek yok ama muhteşem bir şenlik olur ve bu, bize bahşedilmiş bir enerjidir.”
Performansın sergilendiği tarihler 8 Mart 2024’ü arasına alıyordu, 7 Mart ve 9 Mart. 8 Mart 2024’teki dövizlerden birinde, etrafı led ışıklarla kaplı bir şekilde “KIZ NEŞESİ” yazılıydı. Yazının altında bir ok, dövizi tutan genç kadını gösteriyordu; diğer bir dövizde ise “KIZ NEŞESİ DE BİZİZ KADIN ÖFKESİ DE” yazıyordu.
8 Mart’ın coşkusunu ve dayanışmanın verdiği gücü iliklerime kadar hissetmiştim son performansta. Başlangıçta, alt katta da üst katta da birbirinden, mekandan, kendinden güç alan performansçılar var; ellerinde ponponlar. Birbirlerinden de güç alarak, bedenleriyle “X” pozisyonu yaratan performansçıların ponponları sallamasıyla başlıyor performans. Özellikle X olsun diye bir uğraşa girildiğinden değil, tamamen böyle görmekten keyif aldığım bir görme biçimi X, kadınlarda da erkeklerde de olan o kromozom.
Performans, oldukça yoğun hisler barındırıyor; birden fazla Asya yollarını ararken, izleyenleri de icra edenleri de zamanda ve mekanda dolaştırıyor. Performans sırasında da ponpon kızlar olarak, “Cheerleader” pozu ile tableau vivant (yaşayan tablo) yaratıncaya dek Asya’lık deneyimlerimizi, seçimlerin arasındaki sıkışmışlığımızı, bir karar verene dek yaşadıklarımızı gösteriyoruz ve nihayetinde cheerleader pozu ile hep birlikte “Oooooley seçtik” diyebiliyoruz.
OOOOOOOLEY!
Performansçılar: Doğa Tutal, Ece Uzunhasan, Gökçe Gizem Uzun, Hazal Deniz Tunç, Öykü Gür, Peren Vardarlıer, Pınar Yün
Kapak fotoğrafı: Emre Tarduş