Antik çağ anlatılarından Amazonların barbar, denizciliği bilmeyen, tahılları tanımayan, dolayısıyla tarım yapmayan atlı savaşçı bir halk oldukları anlaşılmaktadır. Amazonların, kadınları da savaşçı olan atlı göçebe Kimmerlerden gelmiş olmaları olasıdır. Bu teze göre Amazonlar, büyük bir kısmı savaşta yok olan Kimmerlerin yerleşim yerlerini savunmaya devam eden kadınları oldukları düşünülüyor.
Amazonlar, M.Ö 1200 yıllarında yaşamış “efsanevi” kadın savaşçılar olarak biliniyor. Bugünkü Samsun civarı, eski adıyla Thermedon kıyısında kurulmuş Themiskyra adlı şehirde yaşadıkları ve bunun dışında Smyrna, Ephesus, Sinope ve Paphos gibi birçok şehrin kurucusu olduklarına dair buluntular da mevcut.
Amazonlar hakkında yazılı kaynağa ise antik dönem yazarlarından erişebiliyoruz. Fakat bu, somut bilgi sahibi olmak için yeterli olmuyor. Oyun yazarı Aeskhylus’un yazınına göre Amazonların İskitya’da yaşadıkları ve buradan Themiskyra kentine göç ettiklerini; Plutarkhos’un “Pompeus’un Yaşamı” çalışmasında ise Pompeus’un Mithridat seferi sırasında Amazonlara ait kalkanlar, silahlar bulunduğunu öğreniyoruz.
M.S 6. yüzyılda Prokopius’un, Amazon miti hakkında yazdığı barbarların eşleriyle birlikte Asya’yı işgal ettiklerini ve Thermedon Nehri kıyılarında kamp kurduklarını öğreniyoruz. Aynı kaynaktaki Amazonların diğer bölgeleri işgal ettikleri sırada yok edildikleri ve kadınların erkeklerden kalan silahlarla diğer kabilelerle savaştıkları anlatısı, Heredot ve Aeskhlus’un anlatıları ile birleştiğinde yılan hikâyesine dönen bu halkın tarihine biraz olsun ışık tutmaktadır. Heredot Amazonların Sarmatya-İskitya sınırında yaşadıklarını kaydeder. İskit’lerin Oiorpata yani “erkek katilleri” olarak tanımladıklarını da yine Heredot yazınından öğrendiklerimiz arasında.
Efsane değil, gerçek
Antik çağ anlatılarından Amazonların barbar, denizciliği bilmeyen, tahılları tanımayan, dolayısıyla tarım yapmayan atlı savaşçı bir halk oldukları anlaşılmaktadır. Amazonların, kadınları da savaşçı olan atlı göçebe Kimmerlerden gelmiş olmaları olasıdır. Bu teze göre Amazonların, büyük bir kısmı savaşta yok olan Kimmerlerin yerleşim yerlerini savunmaya devam eden kadınları oldukları düşünülüyor.
Antik dönem yazarlarından öğrendiğimiz kadarıyla ve birtakım buluntuların ışığında Amazonların, anasoylu ve savaşçı bir topluluk oldukları çıkarımını yapabiliyoruz. Mitolojik anlatılara göre savaşçı Amazonlar at üstünde dahi çok iyi ok kullanırlardı. Yine aynı anlatıya göre Amazonlar daha iyi ok kullanabilmek adına sağ memelerini keserlerdi. Mora Yarımadası’nda Amazonları gösteren kabartma taş ve resimler bulunmuş fakat hiçbirinde memeleri kesik olarak tasvir edilmemiştirler. Bu kabartma ve resimlerin neredeyse hepsinde ellerinde savaş aleti olarak kullandıkları iki ağızlı balta (labrys) görülür.
Amazonlardaki savaşçı nitelik o denli baskındır ki, bu kabileyi “yaşamları boyunca at sırtında avcılık yapan ve savaşan bir kadınlar kabilesi” olarak tanımlamak yanlış olmaz. Döneme ait kazılarda Amazonların hem kendi yaşadıkları bölgelerde hem de komşu kabilelerin bölgelerinde onların savaşçı karakterlerini gösteren birçok buluntuya rastlanmıştır.
Kadınların komünü
Aşağı barbarlık dönemine dâhil edebileceğimiz tarihin bu aşamasında üretimin ve yaşayışın genel karakteri şöyledir: Nüfus seyrek ve kabile merkezli örgütlenme vardır. Kabilenin yaşadığı coğrafyanın çevresi geniş av arazileridir. Onları diğer kabilelerden ayıran ve koruyan orman, işlevsel olarak önemli bir yerde durur. Aralarındaki iş bölümü ise kendiliğinden gelişen karaktere sahiptir.
Amazon kadınlarında evliliğe rastlanmaz, onları babasız toplum olarak da tarif edebiliriz. Doğan çocuğun ayrıcalığı ve görevleri ananın inisiyatifindedir, soy tümüyle anaya bağlanmıştır. Çevrelerindeki diğer bazı topluluklardan farklı olarak Amazonlarda tümüyle erkeksiz yaşam biçimi mevcuttur. Kabilenin içinde erkek barındırmaz eğer ihtiyaç duyarlarsa diğer kabilelerle ilişki kurarlar.
Amazonlar üreyebilmek için Gargarea’lılar* ile yılda bir kez cinsel ilişkiye girerlerdi. Geleneklerine göre cinsel ilişkiye girmeye hak kazanan kadının en az üç erkek öldürmüş olması gerekmektedir. Cinsel ilişki sonucu doğan çocuk eğer kız ise onu savaşçı olarak yetiştirir, erkek ise ya sakat bıraktıktan sonra onu erkekli kabilelere verir yahut öldürürlerdi.
Kız çocuklarının yetiştirilmesinde erkeklerin hiçbir sorumluluğu ya da inisiyatifi kabul görmezken, tüm sorumluluk kabilenin kadın bireyleri arasında paylaşılırdı. Amazon kadınlarının gözetimi altında eğitilen kız çocukları üzerinde hiçbir şekilde mülkiyet ilişkisi yoktu. Çocuklar komünün birer parçası olarak görülürdü. Kız çocukları yetişkinliğe girişi savaş eğitimi süreciyle tamamladıktan sonra savaşçı birer kadın olarak savaşlara ve avlara katılırlardı.
Kadınların yazılmayan tarihi
Amazonlara yönelik kanıt niteliğinde bir belgeye ulaşamayışımızın iki nedeni var. Birincisi yazı öncesi dönemlerin belgesel nitelikteki unsurlarına ulaşmanın zorluğu, ikincisi ve en önemlisi ise tarih yazıcılığının erkekleşmiş olmasıdır. Kadın tarihinin aksine aynı dönemleri içeren, erkeklerin iktidar oldukları toplulukların yaşamlarına dair buluntulara ve çalışmalara sıkça rastlıyoruz. Fakat feminist tarih yazıcılığına gelene kadar geçen süreçte tarihçiler pek çok konu üzerine çalıştılar. Sosyal tarihçiler insan deneyimleri üzerine, sınıf bilinci ve sınıf kültürü üzerine, antiemperyalist hareket, savaş karşıtı hareket ile ilgilendiler.
Arkeologlar birçok toplum üzerine somut kaynaklar üretecek yüzlerce çalışma yapmalarına rağmen kadınların tarihine dair araştırmalar yok denecek kadar azdır. 19. yüzyıl gibi yakın bir zamana kadar dahi görünür olmayan kadınların ve onların tarihlerinin, antik dönem açısından tarihe konu olmalarını bekleyemiyoruz ne yazık ki. Hâl böyle olunca da kadınların tarihi birer efsane, rivayet ve mitolojik anlatıya dönüştürülüyor.
Bir başka yönden bakacak olursak, elimizde bulunan arkeolojik veriler dâhilinde farklı dönem ve coğrafyalarda savaşçı kadın mezarlarına rastlanmıştır. Bu da gösteriyor ki ne anasoylu dönem ne de anasoyluluğun savaşçı kadınları birer efsaneden ibarettir. Erkek egemenliği de ne ezeli ne ebedidir.
Anasoyluluktan ataerkiye geçiş
Böylesine güçlü bir tarihsel konuma sahip kadın soylu topluluktan erkek tahakkümüne nasıl geçildiği ise kadın tarihi açısından kritik bir nokta. Amazonlar açısından bu çözülüşün kaynaklarını çok net bilmemekle birlikte, tarihin genel akışından çıkarımlar yapmak mümkün.
Amazon kadınlarında evliliğe rastlanmaz, onları babasız toplum olarak da tarif edebiliriz. Doğan çocuğun ayrıcalığı ve görevleri ananın inisiyatifindedir, soy tümüyle anaya bağlanmıştır. Çevrelerindeki diğer bazı topluluklardan farklı olarak Amazonlarda tümüyle erkeksiz yaşam biçimi mevcuttur. Kabilenin içinde erkek barındırmaz eğer ihtiyaç duyarlarsa diğer kabilelerle ilişki kurarlar.
Eğer bir toplumu yok edemezseniz, alt etmeye çalışırsınız ki Yunan mitolojisinden öğrendiğimiz kadarı bile erkeklerin, kadın topluluklarına karşı saldırganlığını açıklıyor: “Zeus, kadından tohumunu çalacak, kadın yerine kendisi gebe kalacak ve çocuk doğuracaktır”. Anasoylu topluma özgülüğü olan durumları dahi kadınların elinden alma eğilimini böylesine basit anlatılardan çıkarmak mümkün.
Kahraman Theese’lerin, Tanrı Zeus’ların başlıca sosyal ve tarihcil görevleri, Anahanlığı yıkmak ve kötülemektir.**
Tarihsel yönden bakacak olursak, anasoylu eşitlikçi topluluktan sınıflı erkek egemen toplumlar aşamasına geçiş uzun yıllara yayılan bir süreçtir. Sınıflı toplumlara geçiş aşaması servet birikimi ile başlamıştır. Servet erkek elinde toplanırken, erkek ilerleyen süreçte ürün fazlasına el koymaya başlamıştır. Böylece özel mülkiyetin ilk adımları atılır.
* Bugünkü Çanakkale, Küçükkuyu bölgesi olduğu bilinmektedir.
**Kıvılcımlı, Hikmet, Kadın Sosyal Sınıfımız, İstanbul, 2009, Sosyal İnsan Yayınları
Kaynakça
Kıvılcımlı, Hikmet, Kadın Sosyal Sınıfımız, İstanbul, 2009, Sosyal İnsan Yayınları
Öztürk, Özhan, Dünya Mitolojisi, Nika Yayınları, Ankara, 2016
Herodotos, Tarih, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları, 2006