‘‘En çok kaybolurken yalnız olmadığını bilmeye ihtiyaç duyarsın.’’ diye geçirdi içinden. ‘‘Bir de sürekli uyurken, uyuşturulurken.’’ Sonra da içi geçti, bulanıklaştı, darmadağın oldu. Ayıklaması gerekiyordu. Belki de kalan ömrünü içini temizlemeye ayırması gerekiyordu. Derken gözüne takıldı. Günlük gazete ve bitmiş sigara paketleri vardı masanın üzerinde. Bu lanet olası hastanenin apış arası kokan odasında gözüne takılacak şeyler yok denecek kadar azdı zaten. Gazeteye uzandı. Sigarası da tütünü de yaşamak için takati de yoktu, buna rağmen vakti çoktu.
Okumaya başladı. Kelimeler, onu uyuşturan ilaçların panzehri olarak yan yana gelmişlerdi sanki. ‘‘Babam ölemiyor, çünkü yaşamaya başlamadı.’’
Neden yazılır? Yeryüzüne dayanabilmek için. Tezer Özlü. Edebiyatın gamlı prensesi diye addediliyor kitap kapaklarının arkalarında şimdilerde. Bir sıfata yapıştırılınca öyle hatırlanıyorsun, bir ölüm tarihin varsa mecburen ölü oluyorsun.
Hayatla meselesi var…
Edebiyatın hem gamlı hem karaduygun kadınıdır o bana kalırsa. Bazı yazarların konuları vardır, bazılarının meramı… Tezer Özlü meramı ve hayatla meselesi olan bir yazar. Yazmaktan da öte yaşamanın kendisini bir başkaldırı olarak ortaya koyar. Başkaldırdığı her tür düzen ve kisveli faşizmdir.
Ölüm ve yaşam, bir hayatın mecburen içinde ama aslında tamamen dışında olma durumu… ‘‘Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz. Okullarınızla. İşyerlerinizle. Evlerinizle. Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz. Ölmek istedim, dirilttiniz. Yazı yazmak istedim, aç kalırsın dediniz. Aç kalmayı denedim, serum verdiniz. Delirdim, kafama elektrik verdiniz. Hiç aile olmayacak insanlarla bir araya geldim, gene aile olduk. Ben bütün bunların dışındayım.’’
Tezer Özlü kalksın ve bize yeni şeyler söylesin. Neden? Yeryüzüne dayanabilelim diye…