Âşık Edebiyatı denildiğinde hemen hemen herkesin aklına Âşık Veyseller, Âşık Mahsuniler gelir. Bu gelenekte, edebiyat kitaplarında kadınların isimleri dahi zikredilmez. Bunda erkek egemen tarih yazıcılığının yeri olsa da kadınların kamusal alanlarda yer alamamasının rolü de oldukça büyüktür. Türk Şiirinin birçok alanında olduğu gibi kadınlar şiir yazan değil şiir yazılan olarak görülmüş, âşık değil maşuk (sevilen) olmuş, o şiir yazmamış onun kaşına, gözüne, güzelliğine şiir yazılmıştır. Oysaki âşık kültüründe isimlerinden haberdar bile olmadığımız Fatma Kamile, Döne Sultan, Ezgili Kevser, Güllühan Hanım, Derdimend Ana, Âşık Nurşah Bacı, Sarıcakız gibi birçok kadın bu kültürü devam ettirmiş ve ettirmektedir.
Patriarkal Aile Düzeni İçinde Kadın Âşıklar
Âşıklık geleneği usta-çırak ilişkisi ile köy köy, şehir şehir gezilerek kahvehanelerde, derneklerde icra edilip öğrenilen bir gelenek olduğu için, kadınlar kamusal alanda kendilerine yer bulamayıp usta-çırak ilişkisi yoluyla bu geleneği öğrenememişlerdir. Kamusal alanda yer alamasalar da bu durum onları engellememiş, kimi eşlerinden bu geleneği öğrenmeye çalışmış, kimi çevresindeki köylere giderek âşıkları dinlemiş, bu eserleri derleyip “usta malı” olarak icra etmiştir. Patriarkal aile düzeni içinde kadınlar kendilerine biçilen toplumsal cinsiyet rolleri ile birlikte dört duvar arasında sıkışıp kalsalar da yorulmadan “kadınlık rolleri” nden arta kalan zamanlarında saz öğrenmişlerdir.
Şiddet Sarmalında Kadın Âşıklar
Kadınlar erkeklerin kendilerine dayattığı tahakkümden dolayı saz çalmak istediklerinde şiddete maruz bırakıldılar. Yapılan görüşmelerde Çorumlu bir ozanımız eşinin ailesi ve eşi için: “Benlen futbol topu gibi oynadı, ipi boğazıma takıp sürdüler, ölmedim ama süründüm” demiştir. [1] Âşık Şahsenem de eşi tarafından sazı kırılan, şiirleri yakılan bir âşık kadın. Yaşadığı bu tahakküm sonrası boyun eğmeyip eşinden boşanan Âşık Şahsenem yaşadığı sıkıntıyı şöyle anlatıyor:
“Gönülden Gönüle Gider Yol Gizli Gizli türküsünü dinlerken duygulandım, ona benzer Gel Gizli Gizli diye bir şiir yazdım. Eşim ‘Sen kimi çağırıyorsun gizli gizli’ diye dayak attı. Sonra şiirlerimi saklamaya başladım. Bu kez de sakladığına göre bir iş karıştırıyorsun diye söylendi. Bir süre bıraktım çalıp çağırmayı, sonra boşandım.” [2]
Erkeklerin Alanlarını “Zapt eden” Kadınlar
Peki, erkek hegemonyasından dolayı yaşadıkları baskılara rağmen inatla geleneği sürdüren kadınlar çağdaşları erkekler tarafından nasıl karşılandı? Tabii ki erkekler kendilerinin tuttukları, hegemonyasının hâkim olduğu bu alanı kadınlara bırakmak istemediler. Âşıklar bu durumu görüştüklerinde erkek âşıkların onları “öcü gibi” gördüğünü, küçümsediğini, “sen de kimsin ki benimle aşık atacaksın?” diyerek üstten baktıklarını, “senin bize yetişebilmen için daha kaç fırın ekmek yemen lazım” dediklerini, “kocan nasıl izin verdi de buralara kadar geldin, ayıptır, günahtır” diyerek baskı yaptıklarını, karşılaşmalarda “Bilmez misin senin yerin evindir” gibi ayaklar açtıklarını ya da uygunsuz sözler söyleyerek kadın âşıkları dinleyiciler önünde zor durumda bıraktıklarını belirttiler. Aslı Bacı 1996 yılında âşıklığa başladığında çok zorluk çektiğinden, erkek dinleyicilerin değil ama erkek âşıkların onu hiç hazmedemediklerinden, “git evinde bulaşık yıka, burada işin ne?” diyerek dinleyicilerin önünde çalıp söylemesini engellemeye çalıştıklarından şikâyet etmiştir. [3]
Âşıklığın aktarılması, paylaşılması ve âşık kültürünün en önemli öğelerinden biri olan atışmaların gerçekleşmesi için kurulan bu ortamlardan birisi de “er meydanı”dır ve kadınlar bu “er meydan”larında pek de kabul görmezler. “Er meydanı” denilen âşık şölenine ilk katılan kadın Fatma Oflaz’dır. Gülçınar Hanım ise âşıklık geleneğini öğrenmek için bu etkinliklere izleyici olarak katılmıştır. Zamanla buradan öğrendiklerini sazına aktarmaya başlayan Gülçınar Hanım, kendisiyle yapılan görüşmede kadınların bu ortamlarda yer edinme mücadelesini anlatır. Erkek meclislerinde söylediği ilk zamanlar, birçok meslektaşı tarafından yadırganan Âşık Gülçınar, atışmalardaki başarılı icralarından sonra gelenek içinde özgüvenini kazandığını ve böylelikle erkek meslektaşlarının birçoğuna kendisini kabul ettirdiğini belirtmiştir. [4] Erkeklerin atışmalarda galip gelebilmek için “evden çıkmaması gerektiği, erkek işine karışmaması gerektiği, yerinin burası olmadığı” gibi söylemlerle aşağıladıkları kadınlar da maruz kaldıkları bu sert tutumdan dolayı daha saldırgan ve eril bir dil kullanmak zorunda kalmışlar. Bunun örneğini Sarıcakız ile Emirhan’ın atışmalarında görüyoruz:
Emirhan:
Taze civciv iken uçmaya çıktın
Çıkma kümesinden h/kışlarım seni
Sen tavuksun horoz olmaya kalkma
Keskin bıçak ile suçlarım seni
Sarıcakız:
Ben seni bilirim delisin deli
Delinin her zaman budur halleri
Vakitsiz ötüşen horoz misali
Tutar bir kazanda haşlarım seni [5]
Emirhan’ın “sen tavuksun” diyerek bulunduğu yeri kastedip kümesinden çıkmaması gerektiği gibi nitelemelerden, kadına biçilen rolün yansımasının örneklendiğini, diğer taraftan, kadının verdiği cevaplardan, bu nitelemeleri kabullenmeyişini ve buna sert ifadeyle karşılık verdiğini görüyoruz. Buna karşılık kadınların kendi aralarındaki atışmalarda bu sert ifadeleri görmemekteyiz.
20. Yüzyılın ikinci yarısından itibaren âşıklık geleneğinin icra ortamı olan âşık kahvelerindeki erkek egemenliğinden dolayı kendilerine yer bulamamış olan kadınlar da yaşadıkları yörelere göre farklı icra ortamları yaratmışlardır. Örneğin Âşıklar Bayramlarında İstanbul’daki kadın âşıklar okul geceleri etkinliklerinde, derneklerde, radyo TV programlarında, düğünlerde kendilerine yer açma gayretinde oldular. Bu kadınların büyük çoğunluğu aynı zamanda kaset çıkarma yoluna giderek sanatlarını icra etmeye devam etmektedirler. [6]
Günümüzdeki kadın âşıkların şiirlerindeki içeriklere bakacak olursak daha çok toplumsal olaylara korkusuzca yer verdiklerini, haksızlıkları sert bir dille eleştirdiklerini, oldukça muhalif bir dilleri olduğunu görmekteyiz. Hatta milyonların diline pelesenk olmuş “uyu deme, uyuyamam/yürü deme yürüyemem/sus deme susamam” türküsü Âşık Sinem Bacı ya aittir. Eserlerinde eğlencenin değil protestonun olduğunu vurgulayan Şahsenem; Sosyalizme yolculuğum / Doldurmuşum dağarcığım / Beşikte yatan çocuğum / Ağlar devrim devrim diye, der. Sarıcakız ise; Açlık yokluk sefaletin derdini / Çeken işçi yiyen patron değil mi? / Yumurtaya ete kaymağa bala / Bakan işçi yiyen patron değil mi?, diye sorar ve duruşunu belli eder.
Kadın âşıklar tüm baskılara rağmen şiirlerinde topluma ayna tutmuş, erkek hegemonyasını sert bir dille eleştirmiş, haksızlığa boyun eğmemiş ve tüm direngenlikleriyle sözlerini söylemişlerdir. Kadın âşıklar ile ilgili günümüzde yapılan araştırmalar ile Dadaloğulları, Köroğulları döneminde yaşamış Fatma Kamile, Şerife Soykan, Ayşe Berk, Döne Sultan gibi birçok âşık kadın gün yüzüne çıkmıştır. Günümüzde bu geleneği devam ettiren kadınlarla “Kadın Âşıklar” albümü yayınlanmıştır.
Bütün baskılara rağmen tüm cesaretiyle âşıklık geleneğine kadının adını kazıyan, “er meydanı’nda boy gösteren kadınları daha fazla gün yüzüne çıkarmak, seslerini duyurmak da biz kadınlara düşen en büyük görevdir.
Dipnotlar ve Kaynakça:
[1]Yıldıray Erdener: Ataerkil Toplum ve Kadın Âşıklar
[2] “O kınalı parmaklar da saz çalıyorlar”, Haber7 http://www.tumgazeteler.com
/?a=1419584, 2010 Ocak 15 tarihinde erişilmiştir.
[3] Yıldıray Erdener: Ataerkil Toplum ve Kadın Âşıklar
[4]Ceren Gülbudak:“Kırık Sazlar, Kadın Âşıklar”
[5] Sevilay Çınar, Songül Karahasanoğlu, Süleyman Şenel “Kadın Âşıkların Âşık Sanatı İçerisinde Toplumsal Rolleriyle Konumlanma Problemleri”, itü dergisi s. 51.
[6] Sevilay Çınar: “Yirminci Yüzyılın İkinci Yarısında Türkiye’de Kadın Âşıklar” s.69
[7] Sevilay Çınar: “Yirminci Yüzyılın İkinci Yarısında Türkiye’de Kadın Âşıklar” s.105
Erdener, Yıldıray: Ataerkil Toplum ve Kadın Ozanlar
Gülbudak, Ceren: Kırık Sazlar, Kadın Âşıklar
Çınar, Sevilay ve Karahasanoğlu, Songül ve Şenel, Süleyman. “Kadın Âşıkların Âşık Sanatı İçerisinde Toplumsal Rolleriyle Konumlanma Problemleri”
Çınar, Sevilay: Yirminci Yüzyılın İkinci Yarısında Türkiye’de Kadın Âşıklar