Ayşegül Göçmen’in genç bir kadının özgürlük mücadelesine katılma, feminist olma öykülerini anlatan “Anne Ben Feminist Oldum” yazı dizisini sizlerle paylaşıyoruz.
Otobüsteyim. Yorgun argın dönüyorum eve.. Fiziksel mesafe hak getire; işçilerin mesafeli oldukları tek şey ‘’insana yaraşır çalışma standartları.’’ Ağzımda saatlerdir taktığım maskenin acımsı tadı var, ön koltukta tek başıma oturuşumun da Özgecan korkusu.. Şimdi yorgun ve bitkin eve dönerken hayat sadece çaresizlikten ibaret gibiymiş geliyor.. Daha en az yarım saatlik yolum var. 10 saattir çalışmaktan bakamadığım telefonumu kurcalamaya başlıyorum. Bugün hashtaglerin birincisi kıdem tazminatıymış. Dün öldürülen bir kadının adıydı. Ondan önceki gün öğrenciler vardı, daha öncesi de istismar yasası.. İş çıkışlarında öğreniyorum ülkenin gündemini ama bugünkünü çalışırken bile duydum.. Günde 10 saatten haftanın 6 günü çalışan bir işçinin alın teri ile damla damla hak ettiği bir bardak suyu bile dolduramayacak kadar az olan kıdem tazminatını; türlü yolsuzluklarla içe içe bitiremedikleri koca bir okyanusa ‘’fon’’ adı altında devretmek istiyorlarmış! Bu cümleleri iş yerinde uzun yıllardır çalışan emekçi Sinan Bey’den duyuyorum yemek molasında. Geçen hafta da sınava giren kızı Aylin’in salgın koşullarında neden sınava girmek zorunda olduğundan bahsediyordu. Bence Sinan Bey’le Hakkı Dede’yi bir an önce tanıştırsam iyi olacak.. Hakkı Dede demişken otobüsten inip mahalleye doğru yürümeye başlıyorum. Mahalle bildiğiniz gibi. Hakkı Dede balkonunda akşam serinliğini de yakalamış kitabını okuyor. Helal olsun, gecenin bir yarısı olmuş adam hala devam ediyor okumaya.. .Aysel teyze de her zamanki yerinde. Pencerenin ardında bugün de gecenin bir yarısı eve geldiğimi kanıtlamak istercesine perdelerin gerisinden izliyor beni. Aile apartmanı malum ses etmeden eve giriyorum. Babam yatağında mışıl mışıl uyumuş annem banyodan çıkıyor. Onun buharı gitmeden kendimi atıyorum ben de küçük banyomuza… Salgın sonrası haftada en az 60 saat çalışmaya başladım. Daha az iş güvenliği, daha az ücret ve daha çok mesai ile tabii… Henüz 23 yaşındayım ve yaptığım işin ne okuduğum bölümle ne de hayalini kurduğum şey ile uzaktan yakından bir ilgisi yok… Tanıdığım ne kadar insan varsa karın tokluğuna çalışıyor, göz açıp kapama mesafesi kadar yaşıyor ve her nefeste bu neden böyle diye sorup öfkeleniyor! Neyse ki ben çiçeği burnunda bir feministim… Bir işçiyim, öğrenciyim, kadınım ve tüm bu vaktimi yiyip bitiren sisteme inat okuyacağım. Hakkı Dede’ye misafirliğe gelen kısa saçlı kadın benim için her hafta bir kitap bırakıyor. Şimdilik bunu bir oyunmuş gibi oynamak hoşuma gidiyor. Sadece kitapları alıp hiçbir şey sormadan okumaya devam ediyorum. Bu haftanın kitabı ‘’Feminizm Herkes İçindir’’ isimli ince bir kitap… Ne kadar yorgun olursam olayım bir kahve yapıp en az 10 sayfa okumadan girmiyorum yatağıma. Masamın başındayım şimdi. Kısa saçlı kadın şuranın altını çizmiş : ‘’ Her birimizin kendimiz olabildiğimiz bir dünyada, barış ve olanaklar dünyasında yaşadığımızı düşünün. Feminist devrim tek başına böyle bir dünya yaratmaz; ırkçılığı, sınıf elitizmini ve emperyalizmi de sona erdirmeniz gerekir.’’ Ben de bir soru işareti bırakıyorum yanına. Peki nasıl? Evdekilerin iyice daldıklarından emin olup balkonda bir sigara içiyorum. Ardından bir bardak su. Yatağıma giriyorum usulca. Yorgunum ama umutluyum da. Tek başıma değilim biliyorum. Tek başımıza değiliz onlar da biliyorlar! Bir dua gibi fısıldayarak dalıyorum uykuya…
“Anne ben feminist oldum.”