Bir gece yarısı operasyonu yapan Cumhurbaşkanı’nın imzaladığı sözleşmeden çıkış kararnamesinin Resmi Gazete’de yayınlanmasıyla İstanbul Sözleşmesi’nden çıkılır mı, çıkılmaz mı?

Tartışmayı yasal mı değil mi alanına sıkıştırmayalım ve meselenin esasında siyasal bir hamle olduğunu, geçerli hukukunun zaten uzun bir süredir işletilmediği gerçeğiyle yüzleşelim. 

Arkasına bakarsa önündeki virajdan yuvarlanacağını bilen, freninin patladığının farkında olan, önüne gelen ne varsa ezerek ya da kenara çekilmesini buyurarak giden bir kamyonu ve şoförünü düşünün. Öyle ki, bu kamyon defalarca kaza yapmış, motorunun iç hacmi zayıflamış, gövdesi çarpmanın şiddetinden yamulmuş ve içi çürümüş halde. Buna rağmen, şoför gaza basıp hızlanmaya devam ettikçe, içeriden ve dışarıdan gelen sesler kulak tırmalıyor. Zaten hızı kaldıramayan kamyon sağa sola çarparak ilerlemeye çalışıyor, ama yine de bir şekilde yol alıyor.  Şoför, yok olmamak için ilerlemek zorunda olduğunu biliyor ve kamyonun arkasındakileri sağa sola savurma pahasına kamyonu sürmeye devam ediyor. 

İçinden geçtiğimiz politik atmosferde AKP- Erdoğan iktidarını böyle tarif etmek abes olmasa gerek. Aynı anda fazlaca olasılık, güç ve kriz odakları içinde sarsılarak yol alıyoruz. Biri olurken diğer değişkenin de devreye giriverdiği, birbirini etkileyerek ve değiştirerek öne çıkmaya çalışan çoklu ihtimaller zinciri içindeyiz.

İktidar bloğunun devletleştiği, devletleşen iktidarın eskiyi kenara çekerek yeniyi ambalajından çıkardığı, ama bir türlü tam olarak kuramadığı özel bir zaman diliminin içinden geçiyoruz. Kurulmak istenen “Türk-İslam devletinin” dokusu mayalanıyor.

Erdoğanist İslam dediğimiz ve sermayenin çıkarlarına sonsuz hizmet etmeye göre ayarlanmış, ırkçı, milliyetçi, heteroseksist ve ataerkil ilişkilerin tüm kaba biçimlerine bürünmüş bir faşist rejim inşası içindeyiz. 15 Temmuz’da açığa çıkan devlet krizi koşullarında, OHAL, KHK ve darbeler ile yol alınıyor. Arada bir kamyon-iktidar bloğu- stop etse de, CHP ve İYİ Parti hemen yardıma koşuyor, “devletin bekası” endişesi ve Kürt düşmanlığı zemininde ortaklaştığı iktidar kamyonunu arkadan ittirerek yolunda ilerlemesine destek oluyor.

Kartları Yeniden Dağıt, “Biz de Varız”

İçerde ve dışarıda yürütülen savaş politikalarından istenilen zafer haberleri bir türlü gelmiyor.

ABD hegemonyasındaki emperyalist dengelerin sarsılması sonucunda Çin, Rusya ve AB kartların yeniden dağıtılmasını istiyor. Yeni hamleler yaparak dünya “nimetlerinden” daha fazla pay alma iştahıyla davranan küresel güçler, bulundukları alanı genişletmek istiyor, “biz de varız” diyorlar. Bu güçler elbette Ortadoğu coğrafyasında da tepinmeye, yeni savaş alanları yaratmaya devam ediyorlar.

Ancak, “tarih” yalnızca emperyalist güçlerin hesaplarıyla ilerlemiyor, halkların bu hesapları bozdukları ve kendi ihtiyaçları yönünde yenisinin inşasını denedikleri karşılıklı hamleler de gerçekleşiyor.

İşte; tam da böylesi bir ortamda, sürekli bozulan ve yenisini kurmada zorlanılan dünya hali içinde, Türkiye sermayesi de iktidar eliyle yakın bölgedeki gücünü arttırmak, kendine alanlar yaratmak istiyor.

Emperyalist hegemonya krizinin koşullarında davranan küresel güçler, “nereden neyi koparıp cebime atabilirim” gerilimiyle yüklüler.  

HDP’nin kapatılma davasında ya da Demirtaş’ın tutukluluğunun kaldırılmasında veya İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme hamlesinde, umut bağladıkları ABD ve AB’ye imdat çığlıklarını iletenler, karşılığında çıkan cılız ve etkisiz cevapları duyduklarında ‘şaşırıyor’.

Şaşırılmamasını öneririz: İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme kararına itirazın Danıştay’a taşınmasıyla, Avrupa Konseyi’nden kararın geri çektirilmesi sonucunu bekleyenler hayal kırıklığına uğrayabilir!  ABD ve AB için esas olan Türkiye’den koparıp ceplerine doldurdukları “insan hakları” ise, soygunlarını perdeledikleri güzel sözlerden ileri gitmedi, gitmeyecek.

Ayasofya Camii Açılışı

Ayasofya Camii’nin açılması sürecinde, faşist rejim inşası için gaz pedalına bir kez daha basılmıştı. Baroların kapatılması, infaz af yasası, meslek odalarının dağıtılması, kayyum politikalarının hızlandırılması ve “şeriat isterim” diyen tarikatların sırtlarının sıvazlanıp ceplerinin doldurulması hamleleri ardı ardına yapıldı. Ancak istenilen sonucun tam olarak alınamadığı, içerde gerilimlerin ciddi boyutlara ulaştığını, sonrasında 26 saat sessizlik yaşanan Berat Albayrak istifası ile gördük. Ayasofya’nın açılması ile yeniden başlatılan süreç sekteye uğradı.

İktidar bloğunun içinde barındırdığı birçok gerilim, özellikle de ekonomik kriz ve pandemi üzerinden, yuvarlandıkça büyüyen kartopu misali artarak iktidarı sıkıştırmaya devam ederken, bu sefer de aniden ekonomide ve toplumsal düzende reform müjdeleri yankılanmaya başladı! Kendi yıktıklarını reformlarla makyajlayarak satmaya devam etmek istiyorlar. Geldiğimiz süreçte ‘yeni’ insan hakları paketi vaatleriyle yeni tutuklamalar, gözaltılar, kayyumlar, ihaleler, yolsuzluklar ve kapatmalar ardı ardına geliyor.

HDP’yi kapatma davası, Gergerlioğlu’nun tutuklanıp meclisten çıkarılması operasyonu, İstanbul Sözleşmesi’nden çıkma kararı ve Boğaziçi öğrencilerinin gözaltına alınmasını protesto eden öğrencilerin LGBTİ+ bayrakları gerekçesi ile gözaltına alınması birbiri peşi sıra çok kısa bir zaman diliminde gerçekleşti.

……………..

İstanbul Sözleşmesi gündemini doğrudan açmadan önce oraya kadar geldiğimiz süreci gözden geçirmekte fayda vardı. Zira bu kararın sadece seçim hesaplarına ya da tarikatların ağzına bir parmak bal çalınması kurnazlığına sıkıştırılmadan tartışılması gerekiyor.

İçinden geçtiğimiz politik atmosfere, dönüm noktalarına, sıkışmalara ve gerilimlere kısaca değindim. İstanbul Sözleşmesi üzerinden yapılan hamlenin, devletleşen iktidar alanı ve kurulmaya çalışılan faşist rejim inşasında siyasal İslam harcının oturacağı toplumun inşası ve bunu sağlayacak muhafazakâr ailenin kurulması sürecinin içinde anlamlandırılması gerekiyor.

………………

Diyanet ile Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın Yakın “İlişkisi”

Diyanet İşleri Başkanlığı, diğer başkanlık ve hatta çoğu bakanlıklarla karşılaştırıldığında,  yıllık bütçe artışının en fazla olduğu devlet kurumu. 2011’de 1 milyar TL’nin altında olan bütçesi, 2021 yılında 12 milyar 978 milyon TL oldu. Bu haliyle 7 bakanlığın ve 13 başkanlığın bütçelerinden fazla. Tesadüf bu ya, yıldan yıla bütçesi yükseltilen diğer bakanlık da Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı.

Öte yandan, Diyanet İşleri Başkanlığı, Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı ile 2011’de imzaladığı sınırsız süreli bir protokol sayesinde, çocuk koruma kurumlarından huzurevlerine, gençlik kurumlarından sığınma evlerine kadar yayılan oldukça geniş bir zeminde hareket ediyor ve “milli ve dini görüşlerin oturtulması ve geliştirmesi” görevini yerine getiriyor.

Aile ve Dini Rehberlik Büroları 81 ilin neredeyse her ilçesinde yaygın şekilde kurulmuş durumda.

Bu bürolarda, erkeklerden şiddet gören ya da farklı sorunlar yaşayan kadınlara, aile bütünlüğünün ne kadar önemli olduğu, eşini memnun etme taktikleri ve evliliğin devamlılığı tavsiyeleri veriliyor. Yayınladıkları broşürlerde hepsi detaylandırılıyor.

Ayrıca; Diyanet’in bütçesinden Diyanet Vakfı, Ensar ve Hayrat gibi gerici dernek ve vakıflara 2019 yılından itibaren üç yıl için 125 milyon TL ödeme öngörülüyor. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı’nın kadın sığınma evlerine toplam bütçesinden ayırdığı pay ise yüzde 0,5’i bile bulmuyor.

Muhafazakârlaşma ve aile politikalarındaki dönüşümde başat rol verilen, devletin sözcüsü ve onaylama merciine yükseltilen Diyanet yetmemiş olacak ki, her alanda söz söyleyen Ayasofya Camii imamının fetvaları gündeme girdi. Ekonomiden sağlığa, toplumsal olaylardan kadınların hayatına kadar her konuda fetvalar veren bu kişi, “fazla doz yüklemesi” yaptığı için kulağı çekilmiş olacak ki, geçtiğimiz günlerde istifa etti. Sevinelim mi?

Aile ve Sosyal Hizmetler Bakanlığı -iki bakanlığın yeniden ayrıldığı haberi henüz geldi- sosyal yardım rejiminin kurulduğu bir kurum. Aile yardımı, eşi vefat etmiş kadınlara yardım, doğum yardımı, çeyiz yardımı ve evde bakım gibi yardımlar, kadınların aile içindeki bağımlılıklarını bir kısır döngü misali çok düşük miktardaki ücretlerle yeniden üretiyor. Bu yardımlar, kadınları aile kurumunun içine hapsetme aracı, ama aynı zamanda biat etme kültürünün enstrümanları oluyor.

Öte yandan, aynı zamanda, sosyal devlet mekanizmalarının yapması gereken tüm hizmetler, “sadaka” biçimine sokularak ve evlere hapsedilmiş kadınlar üzerinden yapılarak, hem sermayeye kar hem de evdeki erkeklere güç sağlanıyor. Bu faaliyetler de, biat etme kültürünün ve muhafazakâr aile yapısının kurulmasında da hayati öneme sahip.

Faşist rejimin kendisinin inşasında neredeyse en fazla kullandığı zor kullanma, kadınlara uygulanan çıplak şiddet! Bu şiddete göz yummanın ötesinde bizzat kışkırtan iktidar, tarihsel patriyarkal sistemin ona sunduğu kadınların ikincil konumlarından, erkeklerin kadınlar üzerinde kurduğu iktidar biçimlerinden güç alıyor. Kadın cinayetleri, sırtı sıvazlanan her erkek şiddeti, taciz, tecavüz ve LGBTİ+ düşmanlığıyla işlenen nefret suçları birincil elden desteklenerek ve teşvik ediliyor.

Şiddet, Baskı Ve Kapatmalar Arttıkça Öfke Ve İsyan Büyüyor

Ancak, devletin gücünü arkasına alarak tüm aymazlığı ile saldıranların işleri kolay değil!

İşten atmalara, kayyumlara, göz altılara, tutuklamalara ve bin bir biçime bürünen şiddete rağmen boyun eğmeyenlerin direnişine şahit oldular, daha fazlasıyla da yüzleşecekler.

Kürtler, gençler, işçiler, kadınlar, doğasına havasına, toprağına sahip çıkanlar ve LGBTİ+’lar, hastalık koşullarına rağmen sokakta, yaşadıkları şehirlerde ve köylerde yapılanlara, aymazlıklara boyun eğmiyor.

Halk güçleri, bazen aktif bazen pasif direnişlerle kurulmak istenen rejime onay vermiyor, itiraz hatta kimileyin isyan ediyor.

İktidarın toplumsal rıza üretememe krizi, düşen oy oranlarından da görülebileceği gibi sürekli büyüyor. Meşru zemine basmıyorlar, olduğu kadarı da ayaklarının altından kayıp gidiyor. Çeteleşmiş ve en bayağı çıkar ilişkileriyle birbirine bağlanan iktidar ilişkileri ve üzerinde tepindikleri çürümüş zemin onları ne zamana kadar götürür endişesi içindeler.

Gidişattan kaygılı olanlar, öfke duyanlar, haksızlığa, hırsızlığa, adaletsizliğe tahammülü kalmayanlar çoğunlukta ve ayakta. Boğaziçi’nde ortaya çıkan gençlerin iradesinde, lokal lokal ve parçalı da olsa işçi direnişlerinde, ekoloji mücadelesinde, LGBTİ+’ ların durdurulamayan hareketliliğinde, Alevilerin karşı çıkışlarında, yoksul ve işsizlerin öfkesinde bunu gördük, görmeye de devam edeceğiz.

Kadınlar Ayakta, Tüm Cüretiyle Güç Biriktiriyor    

İstanbul Sözleşmesi kararı henüz geri çektirilememiş olsa da, bu hedefle yapılan mücadelelerin içinde kazanıp biriktirdiği deneyimlerle; kadın hareketi, özelinde de feminist hareket, son derece meşru bir zeminde konumlanıyor, alan genişletiyor, yoğunlaşıp güç kazanıyor, özneleşiyor.

Şimdi, mevcut hareketliliği daha da geniş zeminde örgütlemeye, yerellerde inşa edilecek dayanışma ağlarıyla bütün kadınlara ulaşacak kanalları inşa etmeye ihtiyaç var.

Yaptığımız mücadeleler içinde gördük ki, zamanın ruhunu ve ihtiyaçlarını karşılamakta yetersizlikler yaşayanların, kendi dar ihtiyaçları ve çıkmazları zemininde kadın hareketine dayattıkları politikalar, kadınların hareket alanını da daraltma tehlikesini taşıyor.  Kimi zamanlarda, kadınların kurduğu ittifak zeminini ve bu geniş zemindeki hareket etme potansiyelini sekteye uğratabilecek yönelimler ortaya çıkabiliyor. Böylesi yönelimler, kadınların meşru taleplerden aldığı güçten ve yaratıcı hamlelerle aşılabildi.  Ancak, yine de,  kendi “dar alandaki çıkmaz” ihtiyaçlarını geniş alandaki kadınların taleplerine ve ihtiyaçlarına dayatan ve böylece kendi “çıkışını” yapma kaygısıyla yapılan hareketler kadın hareketinin kapladığı alanı daraltma tehlikesini sürdürüyor.

Kadın düşmanı saldırıların kadınlarda yarattığı öfkenin, uzun ve zorlu bir mücadele sürecine aktarılıp yedirilmesi, var olan öfkenin ve mücadele enerjisinin anlık tepkisellikten fazlasını yaratabilecek dayanıklılık ve engelleri aşabilecek güce sıçratılması gerekiyor. Şimdiye kadar sürüp gelen mücadele sürecinde sürekli irili ufaklı hamleler yapan kadınlar, bu doğrultuda epeyce yol aldı. Şimdi, uzun bir soluk daha alarak, daha fazlasına ve daha zorlusuna doğru hamleler yapmaya cüret etmemiz, o yönde hareket etmemiz gerekiyor.

Anlık söylem ve hareketliliğe sıkışmadan, süreç içinde kazanım sağlanabilecek orta ve uzun vadeli hedeflere kilitlenmiş bir mücadele hattını oluşturmaya ve bunu da, düşünerek ya da bekleyerek değil, hedeflere bağlı olarak soğukkanlıca hesaplanan güncel-anlık düzeydeki zaman ve alan genişletme pratiklerine süreklilik kazandırarak kurmaya ihtiyacımız var. 

Türkiye’de olduğu gibi dünyanın birçok yerinde; kadınlar karşı çıkışın, isyanın, başkaldırının fitilini ateşliyor. Ateşi körükleyip büyütenler başka bir dünyanın inşasının mayasını atıyor.

Henüz kadın hareketi kadar kitleselliğe ve hareketliliğe ulaşmasa da bulunduğumuz zeminde güç biriktirme aşamasında olan ülkemizdeki diğer halk güçleriyle, faşizm ve daha genelinde kapitalizm karşıtlığında buluşabilecek özel bir direniş hattını kurma öncülüğünü neden kadınlar yapmasın? Yapabiliriz!

Kaynaklar

  1. https://www.dogrulukpayi.com/bulten/2021-butce-dagilimi
  2. https://www.evrensel.net/haber/389468/diyanet-isleri-baskanligi-vakif-ve-derneklere-125-milyon-tl-aktaracak
en_GB