Bundan dört yıl evvel ilk feminist gece yürüyüşüme katılmak için ilk kez pankart hazırladığımda “ben ne istiyorum, benim derdim ne” diye sormuştum kendime. O an zihnimin derinliklerinden yüzeye doğru ağrılı bir anı yükseldi. Ağustos sıcağında Mecidiyeköy’deyim. Trafik her zamanki kadar sıkışık. Egzoz dumanları soluyarak yürüyorum. Sırtımda kilolarca ağırlıkta 40 kadar icra dosyası var. Çağlayan’daki İstanbul Adliyesi’nden çıkmışım, Akaretler’deki ofise yürüyerek gitmeye çalışıyorum. Taksiye binsem binemem trafik elvermiyor. Gideceğim yereyse metro zaten gitmiyor. Bir gün evvel regl olmuşum. Kasıklarımdan belime doğru tarifsiz bir kasılma. Bir çift el yumurtalıklarımı sıkıyor, tırnaklarını böbreklerime geçirip iki yandan çekiştiriyor sanki. Ağrının üstüne hissettiğim 32 derece sıcak ve egzoz dumanı yüzünden başlayan mide bulantısı… O şekilde yaklaşık iki saat yürüdüm. İşverenimi arasam ne diyecektim? “Regl oldum, eve gideyim” diyemezdim. Neden diyemezdim? Çünkü eşi benzerini görmediğim bir talepti. Böyle bir şeyi sormak bile büyük ayıp olabilirdi. Peki benim yaşadığım eşi benzeri olmayan bu ağrı ne olacaktı? Pankarta yavaşça “ÇALIŞAN KADINA AYDA ÜÇ GÜN REGL İZNİ” yazdım.

İş Kanunu’nda regl izni bulunmaz. İş kanunları kapsamında işçilerin elde ettiği kazanımlar birçok ülkede zaten bin bir zahmet ve direnişle edinilmiş olmasına rağmen iş kanunları tamamen erkek işçilerin ihtiyaçları ve sosyolojik gerçekleri temellendirilerek hazırlanmıştır. Bir işçi kadın olarak biyolojik farklılıklarınızdan kaynaklanan düzenleme ve ihtiyaçlarınıza yönelik kanun maddeleri için başkaca bir mücadele içine girmeniz ve bu mücadeleyi erkek olan işçilerle omuz omuza değil de son derece yalnız vermeniz de yeterince tuhaf bir travmadır. Söz gelimi 22/05/2003 kabul tarihli ve 4857 sayılı İş Kanunu’nda kadınların biyolojik gerçekliğine dair kanun maddelerinin kazanımı süreci tam olarak böyledir. Kanunun 74. maddesinde1 “Analık halinde çalışma ve süt izni” düzenlemesi bile son halini 2016 yılında eklenen maddelerle (evet doğru okudunuz 2016 yılında, Kaliforniya Teknoloji Enstitüsü’nden bilim insanları Güneş Sistemi’nin en dışında bulunan bir 9. gezegeni keşfettiği yılda) almıştır. İlgili kanun hukuk fakültelerinde işlenen derslerde “cinsiyete dayalı ayrımcılığı engellemek üzerine tasarlanmıştır, Anayasa’nın 10. maddesini temel alan iş kanunu cinsiyet ayrımı yasağını mutlak ayrımcılık yasağı olarak öngörmüş ve söz konusu maddenin üçüncü fıkrasında ise; işveren, biyolojik veya işin niteliğine ilişkin sebepler zorunlu kılmadıkça, bir işçiye, iş sözleşmesinin yapılmasında, şartlarının oluşturulmasında, uygulanmasında ve sona ermesinde, cinsiyet veya gebelik nedeniyle doğrudan veya dolaylı farklı işlem yapamayacağı öngörülür” şeklinde anlatılsa da biliyoruz ki pratikte bunun tatmin edici bir karşılığı yok. Avukat olsanız dahi iş görüşmelerine gittiğinizde “evli misin, çocuğun var mı, yakın zamanda çocuk düşünüyor musun, çocuklarına bakacak biri var mı” gibi sorularla muhatap olabiliyorsunuz. Çünkü bekar bir avukat kadın, evlenip kıdemini alarak işten ayrılabileceği, ayrılmasa bile gebe kalarak gebelik ve süt izinlerinden yararlanabileceği için patron avukat tarafından maksimum verimle sömürülemeyecek işçi demektir. (Mesleğin ilk senesinde mesai saati bitiminde ofisten çıkacağımı gören patronumun “kocan mı bekliyor evde neden bu saatte çıkıyorsun” demesi ve akabinde yaşadıklarım bu iddiamın hayat pratiği özelinde sağlamasını gerçekleştirmiştir)

İlk feminist gece yürüyüşümün ardından aynı pankartla sonraki yürüyüşe katıldım. O sırada çekildiğim fotoğrafı sosyal medyada paylaştığımda yakın bir arkadaşımdan şu yorumu aldım, “Kadınların ayda 3 gün regl ağrısı çekmesinin mümkün olduğu bilimsel olarak kanıtlanmış bir şey değil. Bu ağrı bir gün sürer. Talebin gerçekçi değil.”

Erkek bedeni üzerinden geliştirilmiş tıp pratiği, erkek işçilerin gerçekleri ve ihtiyaçları üzerinden yazılmış iş kanunu ve hayatında bir kez dahi regl olmamış bir adam güçler birliği yapıyor ve bana, her ay 3 gün ağrıdan kıvranan bir kadına, ahkam kesiyordu. Üstelik bu adam, kadın hareketini desteklediğini iddia eden biriydi. Tarifsiz sinirlendim, köpürdükçe köpürdüm. Lakin bir feminist kadın arkadaşım bu tartışmayı görüp “evet bu çok önemli bir talep fakat daha ulaşılabilir, daha somut taleplerde bulunmalıyız” yazınca oturup düşündüm. Regl kelimesini bile çekincesiz kullanamazken bir de üç günlük izin mi isteyecektik? Bu söylemin üstüne ayda-üç-gün-regl-izni fikrimi zihnimin derinliklerine geri gönderdim. Üzerine sevimli ve gülümseyen bir rahim çizdiğim ÇALIŞAN KADINA AYDA ÜÇ GÜN REGL İZNİ pankartımı kütüphanemin arkasına sallandırıp daha ulaşılabilir (?!) taleplere yönelerek daha eğlenceli sloganlar aradım.

Taa ki geçtiğimiz gün İspanya feministlerinin ayda üç gün regl kazanımı haberini okuyana kadar! Daha evvel, 2019 yılında İzmir Barosu’nun çalışan avukatlar için ayda bir gün regl izni kararını aldığını biliyordum, kısıtlı bir alanda da olsa ülkemizde regl izninin bir örneği nihayet görülmüştü.2 Fakat ülke genelinde, hem de ayda 3 günü kapsayacak bir regl izni gerçekten bugüne kadar bırakalım Türkiye’yi, hiçbir Avrupa ülkesinde eşi benzerine rastlanmamış bir karardı. İspanya Başbakanı Pedro Sanchez (erkek, evli, iki çocuklu) “Feminizmi ilerletiyoruz. Kadınlar hayatları hakkında özgürce karar verebilmeli”3 açıklaması yaparak yeni düzenlemeyi patriarkal ve narsistik bir tondan duyurmuş. New York Times’ın (NYT) haberine göre, yasal düzenleme regl izni almak isteyen çalışanlara ayda beş güne kadar izne ayrılmak için iş yerlerine tıbbi rapor sunma şartı getirilmiş. Yasa kapsamında 16 ve 17 yaşındakilerin kürtaj için ailelerinden izin alma zorunluluğu da kaldırılırken menstrual dönem ürünlerinde KDV’nin de azaltılması planlanıyormuş.

Bir siyasal partinin “feminizmi ilerletiyor” olduğunu iddia etmesi oldukça gülünç ve tuhaf. Üstelik bu partinin İspanyol Sosyalist İşçi Partisi olması da meseleyi daha tuhaf kılıyor. Çünkü bu işin eziyetini bin yıllardır kadınlar çekiyor, eylemini ve mücadelesini feminist aktivist kadınlar yapıyorken tüm alkışı yöneticisi erkek olan bir partinin toplaması beklenemez. Bununla birlikte ayda üç gün regl izni kararı şüphesiz ki İspanya feministlerinin yıllar süren mücadelesi sonucu ulaşılmış ve hepimizi, tüm kadınları kapsayan hatta tüm ülkelere yayılarak şartları daha da iyileştirilmesi gereken bir kazanımdır. Bu kazanımı herhangi bir partiye ya da lidere özgülemek feminist harekete büyük bir haksızlık olur.

Kısacası ayda üç gün regl izninin artık ulaşılabilir bir talep olduğunu biliyoruz. Kaldı ki ulaşılabilir taleplerin nasıl talepler olduğunu hâlâ çözebilmiş değilim zira sokakta güven içinde, öldürülme ve tacize uğrama kaygısı duymadan dahi yürüyemiyoruz. Hukuk güvenliğine dahi tam olarak ulaşamamışken hangi talepleri “ulaşılabilir veya ulaşılamaz” diye ayırabiliriz ki?

Eski pankartları yeni eylemlerde bolca görme vaktidir. Kim bilir, belki bir gün biz de başka bir ülkede kitaplık arkasına sallandırılmış feminist idealleri canlandıracak ilhamı yaratırız.

1 https://www.mevzuat.gov.tr/mevzuat?MevzuatNo=4857&MevzuatTur=1&MevzuatTertip=5

2 https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/izmir-barosundan-kadinlara-regl-izni-1564022#:~:text=%C4%B0zmir%20Barosu%20kad%C4%B1n%20%C3%A7al%C4%B1%C5%9Fanlar%C4%B1na%20her,regl)%20izni%20verme%20karar%C4%B1%20ald%C4%B1.&text=%C4%B0zmir%20Barosu%20Y%C3%B6netim%20Kurulu%2C%20ald%C4%B1%C4%9F%C4%B1,regl)%20izni%20verme%20karar%C4%B1%20ald%C4%B1.

3 https://www.gazeteduvar.com.tr/ispanyada-calisanlara-ayda-5-gune-kadar-regl-izni-veren-yasa-kabul-edildi-haber-1565440

en_GBEnglish (UK)