Vedia Eren, Ankara
Çoğu kadının düşünmeden içine daldığı, pek çoklarının zorunda kaldığı anneliğin “kutsal” sayılmasından anlamalıydım nasıl çileli bir yol olduğunu. Çilenin, anneliği araştırma sürecinde karşıma çoğunlukla çıkan uykusuzluk, yorgunluk vs. ile uzaktan yakından ilgisi yokmuş. Bir birey yetiştirmenin dayanılmaz belirsizliği ve anne olduktan sonra farkına vardığım, anneliğin ve kadın olmanın küçüklüğümden beri fark etmeden içime işlenen yükleri. Üniversite okumuş, ekonomik gücünü elde etmiş ve ılımlı sayılabilecek geleneksel bir ailede büyümüş bir kadınım. Birçok konuda özgürce istediğini yapabilmiş biriyim. Ama anne olduktan, özellikle oğlumla iletişim kurabilir hale geldikten sonra “Ben böyle miydim?” dediğim öyle çok şey oldu ki. Hayatım boyunca duyduğum “Sen hiç sinirlenmez misin?” sorularından öfkemi kontrol edemeyip, ejderhaya dönüştüğüm anlara nasıl geldim? “Kimin ne dediğini boşver, bu senin hayatın” düşüncesinden oğluma bağırırken sesim duyulmasın diye banyo, tuvalet kapılarını kapatır mı olacaktım? Hani ben özgür ve açık fikirli bir insandım? Annelikle neden birden “Elalem ne der!”e bürünüverdim. Bunlar içime ne zaman yerleşti de kendimi kafi derecede yetersiz hissetmiyormuşum gibi aniden gün yüzüne çıkıp bir de onlar ağırlık yapar oldu? Ağızdan çıkan bir kelimenin bile çocuğun gelişimde nasıl yer edeceğinin paranoyası yetmezmiş gibi neden anneliğimin parkta, pazarda, sokakta nasıl göründüğünü bu kadar dert eder oldum? Herkese gösterdiğim sabrı kendi oğluma gösterememeyi neden şefkatle karşılayamıyorum da vicdan azabı çekiyorum? Tüm anneler çok sabırlı da bir ben mi böyle başarısızım hissi niye hep bir köşede tetikte bekliyor?
Peki kim bu hissettiklerimi içime yerleştiren? Annem mi? Ailem mi? Toplum mu? Ne yazık ki en başta, anne olduktan sonra çok daha iyi anlaşılan ve kendileri için ne yaparsak yapalım hakkını ödeyemeyeceğimiz annelerimiz bu çekincelerimizi ilmek ilmek örüyorlar tam da onlara örüldüğü gibi. Oğlumla iletişim kurmakta zorlandığım stresli anlarda annemden kalan “aaa bak öyle yaparsak amca kızar”, “ama öyle yapma çok ayıp”, “bak bu yaptığından dolayı herkes bizi kınıyor” cümleleri bazen istemsizce ağzımdan çıkıveriyor. Sonrası ise; vicdan azabı ile karışık durumu toparlamaya çalıştığım çok daha stresli anlar. Peki babam? Nasıl anneler olacağımızın sadece annelerimiz tarafından belirlendiğine inanıyor olmamız da sorunlu değil mi?
Tüm bu duygularla bunlarla baş etmeye çalışırken toplum da hiç rahat bırakır mı? Çünkü bu çocuk toplum için doğurulmuştur ve herkes üzerinde senin kadar ve hatta kimi zaman senden daha fazla söz sahibidir. Toplumumuzda bir çocuğa temas etmiş her insan adeta bir çocuk gelişim uzmanı. Hiç unutmam, bir kış gününde oğlumu bebek arabası ile gezdirmeye çıkardığımda karşıdan gelen yaşlı bir amcadan “kızım üşür çocuk, ört yüzünü” uyarısı almıştım. Birkaç saniye bile olsa uyarıyı haklı görüp kendimi suçlamıştım. Çünkü annelik her hareketinde bir güvensizlik duyman ve her yaptığını onaylatma ihtiyacı demekti. Üstelik bu konuda tüm çevre, anneleri daha da güvensiz hissettirmek için elinden geleni yapmaktadır. Özellikle bebeklikte, senin söylediğin, içinden geçen değil onların söylediği yapılmalıdır. Hele ki artık anne oldun ya, hayatında hataya, güçsüzlüğe, aşırılığa yer yoktur. Sen artık ağırbaşlı, oturaklı bir kadın olmak zorundasındır!
Madem annelik bu kadar kutsal bir görev, anne adaylarına çocuk gelişimi gün gün gösterilirken neden dayatılan sorumluluklar konusunda da farkındalık kazandırılmasını tercih etmiyoruz? Anneliğe bu kadar anlam yüklenip, kutsandığı bir toplumda babalıktan hiç bahsedilmiyor olması da kadınların üzerindeki sorumluluğu ve yükü arttırmıyor mu zaten? Bazen hem kadın olmanın hem de bir anne olmanın stresi öyle ağır geliyor ki bir erkek evlat yetiştiriyor olmaktan dolayı daha rahat hissediyorum. Zira yetiştirdiğin kız çocuğunun da aynı baskı ve zorluklar ile karşılaşacağını bilmek oldukça üzüntü veriyor.
Eminim aynı hisler içinde olan anneler azımsanmayacak sayıdadır. Kadınların ve annelerin üzerindeki toplum baskısı kolay kolay kalkacak gibi durmasa da biz kadınlar bu yükün nesillere aktarımı konusunda önleyici olarak ve bu baskı altında ezilmememiz için birbirimize destek olacak şekilde kendi yolumuzu belirleyebiliriz.
Her türlü toplumsal beklentiye rağmen hem kendin olma hem de bir birey yetiştirme yolunda inatla, sabırla ve şefkatle yürüyebilen tüm kadınlar, sizler çok değerlisiniz!
Görsel: Marc Chagall, Around the woman with the red face, 1970-1975