Sardanapalus'un Ölümü (1844)

Mor Dayanışma İzmir İl Meclisi olarak aralık ayında düzenlediğimiz Mor Masa Buluşmaları’nda Akademisyen, Sanatçı Arzu Oto ile “Kadınlar, Sanat ve İdeoloji” hakkında konuştuk. Resim sanatında nesneleştirilen kadının sanatçı özneliğe yol alışını, eril sanat kanonundaki imge bombardımanına feminist sanatla nasıl sırt çevirebileceğimizi konuştuk.

Feminist sanatın temel uğraşı

Feminist sanat, en temelde “temsiliyet” ile uğraşır, yani bir grup ya da topluluk adına davranmak temel meselesidir. Temsil, gerçeklik ve temsiliyeti inşa edenler arasındaki ilişkiye odaklanır feminist sanat. 

Feminist sanat, 20. yüzyıl başından beri farklı alanlarda dile getirilse de 1960 sonrası feminist eleştirel bir perspektifle akademik çalışmaların konusu olmaya başlıyor. Virginia Woolf, Simone de Beauvoir gibi önemli kadın yazarların metinlerinde temsiliyet meselesi yaşam pratiklerinden sanata kadar çok geniş bir alanda tartışmaya açılıyor. 

Temsiliyet bize ne söyler?

(Yazının bu bölümünde ünlü tablolardaki kadın temsiliyeti üzerine inceleme yapacağız.)

Resim sanatında çokça tasvir görürüz. Dünyanın çeşitli müzelerinde hâlâ bunun birçok örneğini de görüyoruz.  Kadınların nasıl tasvir edildiği, genel toplumsal kanıyı yansıttığı gibi belirli bir tip kadınlıktan başka kadınlık durumlarının hoş görülmeyeceği mesajını da verir. Özellikle 19. yüzyılda yapılan ve birçok sanat tarihi kitabında da yer alan uzanmış nü kadın temsilleri, köylü ve işçi kadın temsilleri, analık görevini icra eden kadın temsilleri dikkat çekiyor. Bu temsillerden bazılarına biraz yakından biraz da uzaktan bakacağız:

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXerRrqFr6IH51ayYS6EaGguh6 1 BjwqSSADA RFaEBB09SerSgw7mb7ESsMySIZ02yqOJ 77AnRjZs1sscp7x9g0KDGF665L7t5ozLODj4yxop3Br5wTXS89gmJR1KhT8 O5RNuA?key=7hgRH7P1KZ2N2Q0 3koy6HKc

Urbino Venüsü (1534)

Rönesans döneminin bir özelliği olan gösterişli bir sarayda izleyiciye dönük bir şekilde, bir tanrıça olan bu kadının davetkâr bir şekilde uzandığını görüyoruz1. Gösterişli bir sarayda baştan çıkarıcı bir şekilde bize bakıyor. Resmin tam merkezinde cinsel organını kapatmış bir şekilde uzanıyor. Genellikle bu tasvirlerde kadınlar, cinsel açıdan kolay ulaşılabilir bir şekilde betimleniyor.

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXe6bBf9qBXG

Uyuyan Venüs (1510)

Sanatçıların birbirinden çok fazla esinlendiklerini resimlerin birbirine benzerliğinden anlayabiliyoruz. Titian’ın Urbino’lu Venüs’üne ilham olan Uyuyan Venüs eserinde de uzanmış bir kadını görüyoruz2.

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXfh6KG 65IEpQMOjdEEwPEA1qFOq1mdHQcCSAJTMkeJFfc5je0sWLGWMQzhHWkx9CYSOtaF3KM1oZYsV7YWQ4J9fh390AKAgqduIkVF XlnAWhuAA3urCwv0VlxYMU sw60cnu2ww?key=7hgRH7P1KZ2N2Q0 3koy6HKc

Olympia (1863)

Paris’te Orsay Müzesi’nde yer alan bu resim, tanrıça yerine bir seks işçisi olduğu düşünülen bir kadını, resmin merkezine koyduğu için döneminde büyük bir skandal yaratıyor. Olympia’nın izleyenlere utanmadan bakması, dönemi açısından çok ayrıksı ve gerçek hayattan bir temsil olması sebebiyle oldukça popüler oluyor. Tablonun sergilendiği yer olan Paris Salonu hakkında o sene yazılan 85 makalenin 72’si, genç kızların ve hamile kadınların uzak durmaları konusunda uyarıldıkları Olympia hakkındaydı. Salon yönetimi, sergi devam ederken, Manet’nin her iki tablosunu başka bir odaya taşımak ve saldırı ihtimaline karşı koruma altında tutmak zorunda kalıyor.

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXdKe2MeijMcV4 Rx1ViGf8ct85htJ7WNJlviJn3DofOC9VDXyNbxrKBXj0 vy

Hasatçılar (1857)

Köylü ve işçi sınıfından kadınlar hasat zamanında çalışıyorlar. Burada, çalışma hâlinin oldukça romantize edildiğini görüyoruz. Feminist eleştirel bir gözle bu resme baktığımızda ise arka planda köylü kadının kendini öğüten emeğini, köy kültüründeki erkek hegemonyasını görüyoruz. Elbette bunlar resme yansıtılmıyor.

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXcMBSBh3zxliT7kkPQXJ1MLIIou93qs7lBf0GM4xTHoxpJJOhrJnssAVr3oyRCYsBZnX Abkl9r9 8V mPc 9QAfmLZzKTJKA9TAXXR0i2NId vUw53kXZHPb uHMiXXUQP1mes?key=7hgRH7P1KZ2N2Q0 3koy6HKc

İki Anne (1889)

Hem ineğin hem de kadının yavrusuyla birlikte betimlenmesi doğrudan her ikisinin de anaçlığını öne çıkarıyor. Anne olmak, her ikisine de doğa tarafından emredilen bir şeyi yerine getirdikleri hissini uyandırıyor izleyicide. Bu his, köylü kadının saf ve cömert olduğu fikri ile de pekiştiriliyor.

Bu temsillere baktığımızda kadınların anaçlığını, çocuk bakımından tek başına sorumlu olduklarını ve kadınlara yüklenen bu sorumlulukların doğal düzenin bir parçası olarak resmedildiğini görürüz. Anneliğin kadınların doğal bir kaderi olduğu fikrinin öne çıkarılmasının yanı sıra estetik olarak kadınlar doğa yaşamının, ebedi düzenin bir parçasıymış gibi betimleniyor. Halim, selim, uysal olarak resmedilen kadınlar, siyasi ya da diğer bakımlardan herhangi bir tehlike arz etmiyor. Kadınların kötü tasvirleri, sadece delilik ve cadılıkla özdeşleştirilerek veriliyor. 

Bu resimlerde genel geçer iktidar ilişkilerinin de tasvirler aracılığıyla sürdürüldüğünü görüyoruz. Kadınlar sanatın yaratıcısı olmaktan ziyade nesnesi durumundalar;  erkek ressamın esin perisi, nü modeli, eşi, sevgilisi gibi rollerdeler. 

Feminist sanatın temel uğrakları

“Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?”

Amerikalı, sanat tarihçi Linda Nochlin’in 1970’lerin başında aynı isimli makalesi3 yoğun tartışmaları beraberinde getiriyor. Nochlin büyük sanatçı olarak uydurulan kategoriye kadınların dahil olmasının imkânsızlığından bahsediyor yazısında. Çünkü bu büyük sanatçı kategorisi  “beyaz, üst sınıf, erkekler”den oluşuyor. Dolayısıyla eril olarak cinsiyetlendirilmiş olan bu alanda kadınların yer alması mümkün değil. 

Tüm zorluklara rağmen kadınlar, özne olarak sanat üretmeye devam etse de üretimleri görmezden gelindiği için temsiliyetleri oldukça cılız kalıyor. Kadın sanatçıların ne denli araştırıldığı ve karanlıkta kalan eserlerinin ne denli gün yüzüne çıkarıldığı soruları da biz feministlerin sormaktan vazgeçmediği sorulardır.

Feminist sanat, sanat tarihi kanonunu4 yıkıyor

Kadınların cinsiyete dayalı ayrımcılığı yıkmak için kararlı adımlarının yankısını 20. yüzyılın ortalarındaki üretimlerinde duyuyoruz. O zamana kadarki ayrımcılık temelli anlayışı deşifre etmeye ve kendileri için daha bilinçli üretimler yapmaya başlıyorlar. İkinci kuşak feministlerin 1960’lardaki çalışmaları bu anlamda öne çıkıyor. Resim sanatına mesafeli ve eleştirel bir bakışın gerekliliğini savunuyorlar, sanat tarihi kanonunun yıkılması gerektiğini söylüyorlar. Bu eleştirel çalışmalar, bazı sanatçıların çalışmalarında yer buluyor. Örneğin maske takarak anonim kalmayı tercih eden feminist kadın sanatçı grubu Guerilla Girls’ün (Gerilla Kızlar) tüm performansları, bu direnişin bir ürünü. Sanattaki cinsel ve ırkçı ayrımcılıkla sanat yoluyla mücadele ediyorlar.

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXccQtrDjNvxPg89Xe dpREvJ

Kadınların Metropolitan Müzesi’ne girmesi için illâ çıplak mı olması gerekiyor?  Modern sanat koleksiyonundaki sanatçıların sadece %5’i kadınken nü resimlerin %85’i kadın.

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXfkBF2oaBINWOndAN3dD8wsAY48SY1kihHrttmOp7SGaNOtwvBzeix13zCKOmt 7ms7ZBf1ofufUpUfe9TM0B

Kadın Sanatçı Olmanın Avantajları

Başarı baskısı olmadan çalışmak

Erkeklerle hiçbir sergide yer almamak

Fikirlerinin başkalarının çalışmalarında hayat bulduğunu görmek

Kariyer ve annelik arasında seçim şansı

Eşiniz sizi daha genç bir kadın için terk ettikten sonra çalışmak için daha fazla zamanınızın olması

Goril kıyafetiyle sanat dergilerinde yer almak

Alaycı bir dille eril sanat camiasının kadın sanatçılara vaatlerini sayarken aslında şöyle bir gerçeklik sunuyor bize: Eğer sanat yapan bir kadınsanız her zaman kıyıda köşede kalan biri olacaksınız. Sanat hiçbir zaman profesyonel bir uğraş değil, bir tür hobi olarak hayatınızda yer alacak; müzelerde, sergilerde yer bulmanız çok zor olacak. Bunun verdiği gönül rahatlığıyla (!) çalışabileceğimizi, sanat yapabileceğimizi söylüyorlar.

Sanat politikanın içinde

70’lerde yapılan akademik çalışmaların öncülerinden biri de feminist kuramcı Kate Millett’in Cinsel Politika adlı kitabıdır5. Kitabında, sanat eserlerine yeni bir okuma yapma gerekliliğinden söz eden Millett, sanatın politikadan ayrı olmadığını söyler. Yukarıda Segantini’nin İki Anne tablosunda sözünü ettiğimiz kadının doğaya aidiyeti temsiliyetini eleştirircesine “Ataerkillik, ancak kendisini doğalmış gibi yutturmaktaki başarısı sayesinde, istikrarlı ve güçlü bir egemenlik kurabilmiştir.” der6

John Berger de Görme Biçimleri’nde7 kadınların seyredilen, erkeğin de seyreden rolleriyle inşa edildiğini, kadınların erkeğin gözünden ve onun cinsiyet kalıplarına dayalı tanımları üzerinden temsil edildiğini söyler. 

Sanatçıların ürettikleri refleksler

Tüm bunlar ışığında 1970’li yıllardan bu yana feminist sanat ve feminist eleştiri,  kadınların sistematik olarak sanat tarihinden dışlandıklarını dile getiriyor. Kadınların, eril toplumsal çerçevelere dayalı olarak kurgulanmış özneler olarak temsil edildiğini, yaptıkları eleştirel çalışmalarla bize gösteriyorlar. Ve dahası erkeklerden oluşan kanonu bozmaya girişiyorlar. Müze koleksiyonlarında, sanat yayınlarında, piyasa dinamiklerinde eşitlik sağlamak amacıyla kadınları özne olarak tarihe yazmanın peşine düşüyorlar. Kadınların temsil edilme biçimlerini, iktidar ilişkilerinin altını oyarak değiştirme gayesiyle üretiyorlar. 

Dönemeç: Katılımcı Sanat

1990’larda dünyanın pek çok yerinde katılımcı ve iş birliğine dayalı sanat anlayışı gelişiyor. Sanatçılar, geleneksel sanatçı atölyesi dışında, sanatın genişleyen mekân anlayışıyla birlikte “Sosyal İçerikli Sanat, Topluluk Temelli Sanat, Deneysel Topluluklar, Katılımcı Sanat, İş Birliğine Dayalı Sanat” gibi isimlerle yeni pratikler üretiyorlar. Performans sanatlarındaki gibi sanatın malzemesinin insanlar olduğu fikriyle topluluklar kuruyorlar. Sanatçılar, katılımla ortaya çıkan yaratıcılıklarla ilgileniyorlar. Farklı nesneler üreten değil de durumlar icat eden, durumların ortağı, üreticisi olarak görülüyorlar. Sanat yapıtını metaya dönüşebilen olmuş bitmiş bir nesne yerine başı sonu belirsiz, devam eden bir proje olarak yeniden tanımlıyorlar. Daha önceden izleyici olarak görülenler, artık ortak üretici, katılımcı olarak yeni bir konuma sahip oluyorlar. Tüm bunlarla amaçlanan, kapitalizm ile sanatçının geleneksel üretim ve tüketimine baskı yapmak. Sanatı, toplumsal olanla ve onun siyasi potansiyelle ilişkisi ışığında yeniden ele almak. Kapitalizmin yabancılaştırıcı ve bölücü etkilerine karşı kolektif olarak üretilen durumlar ortaya çıkarmak. Hissizleşmiş, parçalanmış toplumu yeniden bir araya getirmek, insanileştirmek;  imgeye, nesneye boğulmuş sanat dünyasını, nesne tüketen pasif izleyicileri bozmak ve bunun etrafında oluşan sanat dünyasını eleştirmek. Bunun yerine gerçek etkileşimi koyarak, toplumsal bir aradalıkları önemseyen ve toplumsal bağları onaracak etkinlikler gerçekleştiriyorlar. Tüm bunların piyasa karşıtı olması, sanatın maddesizleşmesine de katkı sunuyor. 

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXe1fneOT5BYthpk1EMNKwPCKHEGjcgXS3N JrxaOLPcecNhOI6o7Rd3 vtR4URaGpjTvqdz4MF2NWU1X2xohx MNH1F9xvIV8HKJB

Tatlin’in Fısıltısı 6, Havana Versiyonu (2006)

Kübalı bir sanatçı olan Tania Bruguera’nın  Tatlin’s Whisper’da (Tatlin’in Fısıltısı) insanların özgürce konuşabilecekleri bir alan oluşturuyor. İnsanlara bir dakika boyunca düşündüklerini, istedikleri şekilde mikrofonda söyleyebilecekleri bir ortam oluşturuyor. Gerçek dünyada mikrofonda özgürce konuşan biri, nasıl polisler tarafından alınıp götürülüyorsa burada da polisler, gelip konuşan kişileri götürüyor. Sanatçı gerçek hayattaki bir durumu, gerçek hayatta yaşandığı biçimiyle sanatın içinde yeniden tekrar ediyor. 

Sanatçı, sanatın ötesine geçme fikrinin kendisini cezbettiğini ve insanları “bu bir sanat eseri mi, burada ne oluyor” gibi sorularla meşgul etmeyi sevdiğini söylüyor. Politik bir sanatçı olarak da sanatın gerçek sonuçlarıyla ilgilendiğini belirtiyor. Kişisel kavrayışı güçlendirmek yerine katılımcı sosyal durumlar oluşturmakla ilgileniyor. Güç ilişkilerini merkeze alıp sanat aracılığıyla bunlara müdahale etmeyi amaçlıyor. Çalışmalarında oyuncular yerine gerçek insanlardan destek alıyor. 

Sanatçının izleyenlerde bulanıklık yaratmayı sevdiği bir diğer performansı da Tate Modern’e atlı askerleri sokup insanlara ne yapmaları gerektiğini söylettiği performans.

Bu İmgeler Bizim Değil! - AD 4nXe4trO1skMVVPRYICFQ8mIhNt fixvjFqKOOt78ppwum4zRW63 7lHZ VoikeofmNkMIMe7eHwiYVV2au AlBBxGxLRanLcVB wtTSPzNQ6cu7 ab jNrpaM9ROXFckm0p6AVVGUg?key=7hgRH7P1KZ2N2Q0 3koy6HKc

Siluet Serisi (1973-1977)

Yine feminist sanatın öncü sanatçılarından biri olan Ana Mendieta da performanslarını izleyiciyi tepkisizlikten çıkarmak amacıyla yaptığını söylüyor. Bu performansında da doğanın gelip geçici döngüsü içinde doğayla organik bir ilişki kurmanın önemine ve çürüyen, bozulan bedene işaret ediyor. 

Her iki sanatçıda da izleyiciye yeni bir anlam ulaştırma derdini ve formları aşma hedefini görebiliyoruz. İki sanatçı da bugünün dünyasının önemli sorunlarını çalışmalarına konu ediyor: Tania Bruguera yabancılaşmaya karşı bir tutum sergilerken kolektivizmi övüyor, öne çıkarıyor; Ana Mendieta cinsiyete, kimliğe dair sınırları aşmakla ilgileniyor. 1970’lerin eleştirel kadın çalışmaları ve kadınların tüm yaşamına sökün eden eleştirel feminist bakış üretilen feminist çalışmalar, eril tahakkümün farklı suretlerini deşifre edip kadınların kendi anlatılarının öznesi olması için bizleri cesaretlendiriyor. Tıpkı Tania ve Ana gibi eril dünyanın sınırlarını tanımayan, kapitalist yozlaşmaya meydan okuyan, imgenin cinsiyetini ve biçimini bozmaya girişen feminist sanatçılarla çatlaklardan sızmak mümkün hâle geliyor.

Katılımcı sanatı, sanat kanonunu yerle bir etmek isteyenlerin bir baş kaldırısı olarak düşünebiliriz. Fakat kendi anlam dünyasını ne kadar kolektifleşirip piyasa ilişkilerinden uzak tutarsa ve farklı sosyal sınıftan insanı sanatına katmanın peşine düşerse o denli kadınların ve ezilenlerin sanatı olmayı başarabilecek. 

  1.  https://tr.wikipedia.org/wiki/Urbino_Ven%C3%BCs%C3%BC ↩︎
  2.  https://tr.wikipedia.org/wiki/Uyuyan_Ven%C3%BCs ↩︎
  3. Linda Nochlin, Neden Hiç Büyük Kadın Sanatçı Yok?, HayalPerest Yayınevi, 2022. ↩︎
  4. Kanun sözcüğünden oluşturulmuştur. Resim sanatında kanon, insan figürünün çiziminde kullanılan orantılar ve bunların birbirleriyle olan ilişkilerini içeren bir kural ya da sistemdir. ↩︎
  5. Kate Millett, Cinsel Politika, Can Yayınları, 2024. ↩︎
  6. a.g.e. ↩︎
  7. John Berger, Görme Biçimleri, Metis Yayınları, 2019. ↩︎


TR