Kızlarıyla ve annesiyle birlikte yaşayan Bernarda, eşinin ölümünden sonra evde sekiz yıllık bir yas ilan eder. Bu süreçte evi çok katı kurallarla yönetmektedir. Kızların dışarıya çıkması hatta camdan bakması dahi yasaktır.
Özge Arslan’ın tek kişilik başarılı performansıyla seyirciyle buluşan “Bernarda” oyunu, toplumsal cinsiyet rollerinin kadınlar üzerindeki baskısını yeniden gözler önüne seriyor. Özge Arslan, beş ayrı kadın karaktere tek bedende hayat vererek aslında binlerce kadının ortak yaşam öyküsünü aktarıyor. Federico Garcia Lorca’nın “Bernarda Alba’nın Evi” adlı oyununu yeniden kaleme alan Pelin Temur; yazmış olduğu tek kişilik oyunuyla cinsiyetçilik, toplumsal cinsiyet rolleri, töre, otorite, toplumsal baskı, birey ve özgürlük gibi kavramları karşımıza çıkarıyor. Bütün bu kavramların kadınlar üzerinden incelenmesi, kadınların, erkek egemen sistem tarafından nasıl baskı altında tutulmaya çalışıldığına da güçlü bir vurgu oluşturuyor. Töre ve geleneklerin kadın bedeni üzerindeki cinsiyetçi ve baskıcı yaklaşımını Bernarda karakteriyle daha yakından görebiliyoruz.
Kızlarıyla ve annesiyle birlikte yaşayan Bernarda, eşinin ölümünden sonra evde sekiz yıllık bir yas ilan eder. Bu süreçte evi çok katı kurallarla yönetmektedir. Kızların dışarıya çıkması hatta camdan bakması dahi yasaktır. İlk sahnede karşımıza çıkan monologlar onun nasıl bir evde büyüdüğünün ve geleneklerine bağlı kalarak yaşadığının bilgisini veriyor aslında. “ Şimdi…Sekiz yıl boyunca yas tutulacak bu evde. Sekiz yıllık yas süresince, dışarıdan hava sızmayacak içeri. Kapılar, pencereler tuğlayla örülmüş gibi davranacağız. Babamın evinde de böyle olmuştur, dedemin evinde de.(…)” Bu sözler Bernarda’nın aslında ona öğretileni kızlarına öğrettiğini düşündürtüyor. O da birçok kadın gibi babasının, dedesinin, patriyarkanın ona dayattığı gelenekleri ve töreleri uyguluyor. Belki de hayatında başka bir gerçeklikle, doğruyla karşılaşmayan Bernarda’nın tek yöntemi bu despotizm. Çünkü, dul kalmış bir kadının kızlarıyla erkeksiz yaşamak zorunda kalması ona göre başına gelen en büyük felaket. Kızlarını korumak isteyen bir anne, otoriteyi uç bir şekilde uygulayarak evi bir manastıra, cezaevine dönüştürüyor. “ Şimdi çeyiz sandıklarınızı açabilirsiniz.(…) Nasılsa sekiz yıl boyunca asla evden çıkamayacaksınız. Çünkü kadınlara iğne iplik yakışır, erkeklere de kırbaçla katır.”
Bir kadın olarak Bernarda’yı anlamak çok da zor olmasa gerek. Biz kadınlar erkek egemen toplumun dayattığı ahlâk normlarının dışında kaldığımızda, o toplum tarafından ayıplanıyor, cezalandırılıyor, şiddete maruz kalıyor, hatta katlediliyoruz. Bernarda’nın kızlarından birinin olan Martirio’nun repliklerinden yola çıkarak toplumda kadınların nasıl cezalandırıldıklarını görebiliyoruz. “ Liberda’nın kızı var ya, şu hiç evlenmemiş olan. O da ateşine yenilmiş. Bir çocuk doğurmuş kimden belli değil. Sonra ayıbını örtmek için, bebeği öldürüp taşlar altına saklamış(…) Şimdi kızı öldürmek istiyorlar. Boyuna sürüklüyorlar. Jandarmalar gelmeden işini bitirecekler.”
Özgürlükleri, bedenleri, duyguları ve arzuları dört duvarın içine hapsedilmeye çalışılan kızların en küçüğü Adela; annesinin ve toplumun cinsel baskılarına meydan okuyarak Pepe el Romano ile birliktelik yaşar. Pepe el Romano aynı zamanda Adela’nın ablası Angustais ile nişanlıdır. İki kız kardeşle de aynı anda ilişki yaşayan Pepe; Adela’nın güzelliğinden, Angustais’in ise maddi varlığından yararlanmaya çalışır. Bernarda bu birlikteliği öğrendikten sonra Pepe el Romano’yu tüfeğiyle yaralar. Pepe El Romano’nun öldüğünü düşünen Adela intihar eder. Pepe el Romano kaçıp kurtulurken, Adela yaşamına son vermiştir. Bernarda, Adela’nın ölümünden çok bekâretine odaklanır. Kızının bir bakire olarak öldüğünü ısrarla tekrar ederek kendini ve çevresini buna inandırmaya çalışır. “ Adela kızoğlankız öldü. Sizin bilmeniz bir şey değil,kimse bilmesin yeter. Bunu anlatacağız herkese. Buna inanacaklar. Önemli olan ne olduğu değil, senin ne dediğin. Buna inanacaklar, Tekrarladıkça daha çok inanacaklar. Çünkü onların da kızları var. Kızlar erkeklerle yatmaz.(…).
Adela, annesine ve erkek egemen sisteme karşı direnişiyle oyunda özgürlüğün simgesi haline geliyor. Gökyüzüne bile bakmayı yasaklayan Bernarda, Adela’nın davranışlarıyla baş edemiyor. Rengarenk giyinen, âşık olan, sevişen Adela sevgilisinin öldüğünü sandığı için intihar ediyor. Fakat diğer türlü, yani tüm bu deneyimleri yaşamadan ölse gerçekten yaşamış sayılır mıydı? “ Kadın doğmak cezaların en ağırı. Gözlerimiz, ellerimiz, saçlarımız bile bizim değildir. Birimizin başına gelen hepimizin başına gelecektir. Alışmayacağım işte! Beni kapatamazlar içeri! Benim derim de onlarınki gibi olsun istemiyorum, derimin aklığı bu odalarda yitsin istemiyorum. Alışmayacağım işte, alışmayacağım.” Tabi ki burada intiharı romantikleştirmek istemiyorum. Durumu Adela özelinde değerlendirmek gerek. Adela, bulunduğu toplumda aşkı istediği gibi yaşayamayacağı için kız kardeşiyle aynı erkeği paylaşmaya bile razı oluyor. Çünkü yaşadığı eril sistemde erkeklerin birden fazla kadınla ilişkisi olabilir ama kadının olamaz. Adela bunun aksine örnekle karşılaşmış mıydı? Onu yargılamadan önce bunu irdelemek gerek.
Oyununda olayları, durumları tek bir karakterin ağzından ve tek bir mekân üzerinden görüyoruz. Seyirci olarak ne dışarıyı ne ahırı ne de evin içindeki diğer odaları görebiliyoruz. Bu tek mekân sanki bir manastır ya da cezaevine dönüşüyor. Sanki kadınlar eve kapatılıyor, Ev bir hücreye dönüşüyor. Ayrıca, oyunda, evin içinde beyaz fona yansıtılan bir mezar sahnesi görüyoruz. Ev ya da mezar- ikisinin hiçbir farkı yok gibi. Ama biz kadınlar başka bir yaşamın da mümkün olduğunu biliyoruz.
Oyunu feminist bir bakış açısıyla özetleyecek olursak Bernarda, erkek egemen sistemin ve bunu besleyen siyasal iktidarın bir sembolü. Oyuncu, sahnede tek bedende beş ayrı kadın karaktere hayat verse de binlerce kadının ortak hikâyesini, ezilmişliğini anlatıyor. Töre ve gelenekler, kadını bir arzu nesnesi gibi gösteriyor. Namusun kadında arandığı, bu yüzden kadınların cezalandırıldığı, erkeklerin ise cezasız kaldığı erkek egemen sistemi, toplum ve siyasi iktidarlar da destekliyor. Bir zamanlar kadınların sahneye çıkması dahi yasakken, şimdi sahnelerde bir kadın olarak, kadınların sorunlarını sahneye koyabilmek, kadın mücadelesinin getirdiği bir kazanımdır.
Biz kadınlar sahnede, sokakta, evde, okulda ,iş yerinde sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz. Bazen koşullar bizi çok zorlayabilir. Bazen korkabilir, endişelenebilir, paniğe kapılabiliriz. Ama birlikte el ele vererek mücadele etmeye devam edeceğiz.
Fotoğraf: Proje No2