https://elyazmalari.com/2020/03/20/diyalektik-bir-feminizm-icin-gecmis-deneyimlere-odaklanmak-1917-ekim-devrimi-rabotnitsa-jenotyel/

El Yazmaları’nın notu: 8 Mart Dünya Kadınlar Günü vesilesiyle hazırladığımız dosya çerçevesinde yazarımız Perihan Koca’nın 1917 Devrimi sürecinde ve sonrasındaki kadın mücadelesini incelediği yazısını okurlarımızın ilgisine sunuyoruz.

Teoride ve pratikte, farklı uçlara savrulmaya meyyal ikilikleri aşmak için diyalektik bir feminizme duyulan ihtiyaç, dünya ölçeğinde yükselen ve güç biriktirerek ilerleyen kadın kurtuluş mücadelesinin geldiği aşamada, daha da hissedilir durumda.

21. yüzyılın kendine has çelişkileri, belirleyenleri ve özgün dinamikleri, içerisine soluduğumuz yeni dönemin koşullarına uygun örgütlenme arayışlarını da beraberinde getiriyor.

Ama öncesinde, patriyarkanın görünmezlik pelerini altına alınarak, tarihin kurucu öznelerinden olan kadınların çalınan tarihine, patriyarka ile hesaplaşarak yeniden bakmak gerek.

Resmi ideolojinin erkek tarih yazımı, tarihi yapan özne rolünü erkeklere yüklerken, kadınların kolektif mücadele belleğini erozyona uğratıp, hakikati alabildiğine tasfiye etme yoluna gitti.

Geleceği kurarken, baş aşağı duran tarih yazımını ayakları üzerine oturtma görevi ise, yine tarihin kurucu öznesi olan kadınlara, kadın kurtuluş mücadelesine düştü.

O müthiş devrimin silikleştirilenleri kadınların tarihteki rolü olageldi, devrimin öncüsü olan Bolşevik Partisi’ndeki öncü kadınlar “bile”, erkeklerin parantezine alınıverdi. Partinin ve devrimin önder kadınları, erkeklerin “eşi, sevgilisi, metresi(!)” diye tarihe yazılıverdi. Lakin, kadınların tarihe öylece “yazılıverme” halleri asla, tesadüf ya da münferit tarih yazımları olmadı.

1917 Ekim Devrimi

Sadece Rusya’nın değil, tüm dünya tarihinin akışını, yönünü değiştiren, sermaye-devlet-siyaset düzleminde tüm ideolojileri doğrudan etkileyen ve belirleyen tarih yapıcı bir moment. Öyle ki, dünya sosyalist hareketi ve kadın kurtuluş mücadelesinin de belirleyenleri arasında yer alıyor.

Aynı zamanda sayısız spekülasyon, söylence ve ikilikleri de içerisinde barındıran bir moment.

Sosyalizm “kadın sorununu” çözecek mi? Kadınlar, sosyalizmle özgürleşecek mi?

Hem feminist hem de sosyalist harekette “hala” en çok sorulan ve verdiğin cevaba göre teori ve pratik örgütlenme hattını belirleyen güncel bir soru.

Bu sorunun cevaplarının peşine düşenlerin en çok baktığı yer de hiç kuşkusuz Ekim Devrimi ve akabinde yaşananlar.

Amma ve-lakin, sorunun cevabının aranacağı zemin, tarih yazımı ve tarihi okuma, görme, bakma biçimleriyle de doğrudan ilintili.

***

Hem 1905 Devrimi hem 1917 Şubat’ı hem de Ekim Devrimi’nde kadınların ve mücadelelerinin oldukça mühim bir yer tuttuğunun, hatta devrimin ana belirleyenleri arasında yer aldığının altını çizerek başlamak gerek.

“Özcülük” yapmaktan mıdır altını çizme ihtiyacı? Kat’a!

Zira, Rusya coğrafyasında siyasal ve toplumsal muhalefet mücadelesi içinde kadınların varlığı çok fazla görünür ve/veya bilinir kılınmadı.

O müthiş devrimin silikleştirilenleri kadınların tarihteki rolü olageldi, devrimin öncüsü olan Bolşevik Partisi’ndeki öncü kadınlar “bile”, erkeklerin parantezine alınıverdi. Partinin ve devrimin önder kadınları, erkeklerin “eşi, sevgilisi, metresi(!)” diye tarihe yazılıverdi. Lakin, kadınların tarihe öylece “yazılıverme” halleri asla, tesadüf ya da münferit tarih yazımları olmadı.

Dünya sosyalist hareketlerini analiz ettiğimizde göreceğimiz gibi, hemen hepsinde olduğu üzere, Bolşeviklerde de kadın parti üyelerinin, kendi taleplerini parti gündemine getirmek için bile amansızca mücadele etmeleri gerekti.

***

Çarlık Rusya rejiminde kadınlar, iktidar, din ve koca baskısından oluşan üçlü troykanın boyunduruğu altındaydı. Üç yüz yıllık despotik devlet geleneğinin ürünü olan Çarlık iktidarında kadınlar, toplumda ve “aile” içerisinde her türlü haktan yoksundu.

Hemen hiçbir siyasal hakka sahip olmayan kadınların sadece yüzde 11.7’si okuma yazma biliyor, siyasal alan başta olmak üzere, istihdam alanlarında yer bulamıyorlardı.

Sanayisi az gelişmiş geri bir köylü ülkesi olan Çarlık Rusya’sında, devrim öncesinde ücretli işlerde çalışan kadınların sayısı 5 milyondu. Kadınların büyük bir kesimi tarımda çalışıyordu ya da en fazla ev işlerinin uzantısı olan alanlarda kendilerine yer bulabiliyorlardı. O dönem arşivlerine göre yüzde 55 oranında toprak beylerinin yanında gündelikçi/hizmetçi olarak çalışıyor, vasıfsız, düşük ücretli ve ağır çalışma koşulları altında başta tekstil ve konfeksiyon olmak üzere yüzde 13’ü sanayide çalışıyordu.

Kamusal alanın kadınlara kapalı olması gibi, özel alanın çok yönlü çetrefilli sorunları da kadınların omuzlarında birikiyordu.

Dolayısıyla, Rusya’da kadınların kurtuluşunun maddi temeli, Çarlığın yıkılması sorunu ile iç içe geçmiş durumdaydı.

***

Çarlık iktidarı karşısındaki devrimci hareketlerde kadınlar yok muydu peki?

Elbette varlardı ve Çarlık despotizminin karşısında son derece önemli mücadele deneyimleri ile var oldular. Narodniklerden, anarşistlere, sosyal devrimcilerden, Menşeviklere, Bolşeviklere, Rusya’daki hemen her devrimci hareket içerisinde varlık gösteriyordu kadınlar; ancak daha çok varlıklı ailelerden gelen aydın kadınlar vardı ilkin.

Çarlık Rusya’sında işçi sınıfının mücadele eylemleri yükseldikçe, yine bu eylemlerin içinde ve önünde de kadınları görmeye başladık.
1872’de Moskova’da, 1874’te Petersburg’da çok sayıda kadının da yer aldığı işçi eylemleri; 1895’te Petersburg’da sigara fabrikasında çalışan kadın işçilerin, 1896’da, kadın işçilerin öncülüğündeki tekstil işçilerinin grevi tarihe yazılmış önemli mücadele anlarındandı.

Bu yıllar, Rusya devrimci hareketi tarihi açısından da önemli bir momentti.

Zira, başta Batı Avrupa işçi sınıfı olmak üzere, orayla etkileşim halindeki işçi sınıfı hareketi büyüyordu ve ilk Marksist örgütler ortaya çıkmaya başlıyordu. Rusya’da devrimci mücadelenin ilk özneleri Plekhanov’un öncülüğündeki ilk kuşak oldu.

1895’te Lenin’in önderliğinde kurulan “Petersburg İşçi Sınıfının Kurtuluşu İçin Mücadele Birliği” örgütü yönetiminde, daha az sayıda da olsa Nadejda Krupskaya gibi kadınlar vardı.
1890’lardan itibaren yerel örgütlerde de kadın işçiler varlık göstermeye başlıyordu.

1896’da Petersburg tekstil işçileri, ana talebi işgününün kısalması olan büyük bir grev örgütlemiş ve greve çoğu kadın 30 bin tekstil işçisi katılmıştı. Grev, öyle büyük bir etki yaratmıştı ki, Çarlık rejimi geri adım atmış, hiçbir sınırlandırmanın olmadığı işgününe yönelik çalışma saatlerini 11,5 saatle kısıtlayan bir yasa çıkartılmıştı.

Bolşeviklerin “Kadın Sorununa” Yaklaşımı

Bolşeviklerin kadın sorununa ilişkin ilk siyasi resmi tavırları, 1890’dan itibaren gelişen işçi grevleri deneyimlerinin bir ürünü olarak, 1900’de Nadejda Krupskaya’nın kaleme aldığı Rusya’da işçi kadınların sorunları ve taleplerini konu alan “İşçi olarak Kadın” broşürüdür. Bu broşürden sonra, kadın sorununa ilişkin Marksist görüşlerin geliştirildiği ikinci çalışma ise Alexandra Kollantay’ın 1908’de kaleme aldığı “Kadın Sorunun Sosyal Temelleri” kitabı idi.
1898 yılında kurulan Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi’nin (RSDİP) tarihe Menşevik-Bolşevik ayrışması olan geçecek olan 1903 Kongresinde kabul edilen parti programında “kadınlarla erkeklerin tam eşitliği” ve “kadın emeğinin kapitalist sömürüye karşı korunmasına dair talepler” de 1919 yılına dek Bolşeviklerin programı içerisinde kalacaktır.

1905 ve 1917 devrim momentlerinde kadınların rolü tarih yapıcı bir rol olmuştur.

1905-1907 yıllarında Bolşevikler, özellikle kadın işçiler arasında kapsamlı örgütlenme çalışmaları yürüterek, işçi kadınların taleplerinin yükseltildiği toplantılar, mitingler, organize ettiler.

Bir yenilgi dönemiyle sonuçlanacak olan 1905 devriminin dersleri ve kazanımları, Çarlık rejimi karşısında duran herkesi bir biçimde eğiten bir okul görevi görmüş, kolektif bir kırılma eşiği olmuştur.

Yüzyıllardır Romanov ailesi hanedanlığındaki despotik Çar rejiminin taviz vermek zorunda kalmasıyla oluşturulan Duma, (Parlamento, Meclis) her ne kadar meşruti monarşiye bile tam geçiş olamamış olsa dahi, legalite koşullarının, siyasallaşma dalgasının oluşmuş olması açısından son derece önemliydi.
Ki, 1905 Devrimiyle gelen yeni dönemde, tüm toplumsal dinamiklerin söz konusu siyasallaşma dalgasından nasibini alarak harekete geçtiği gibi, Rusya coğrafyasındaki tüm kadınların ve birinci dalga feminist hareketin talepleriyle kendini var eden Rusya’daki kadın hareketinin de bu süreçten doğrudan etkilendiği ve hareket halinde olduğunu görürüz.

Örneğin, 1905 yıllarında, RSDİP’in kadın üye sayısı yüzde 15’ti.

Yine örneğin; başlangıçta Menşevikler ve Bolşeviklerin de dahil olduğu, birçok devrimci çevrenin de içinde olduğu, siyasal olarak Kadetlere yakın olan “Kadının Hak Eşitliği Birliği” 1905 Şubatında kurulmuştu. Bu birlik içerisinde hareket eden ve ideolojik sebeplerle birlikten ayrılarak kadın işçilere yönelik siyasi kadın kulüpleri kurmaya yönelen Bolşevik Anna Gureviç ve Menşevik Margarita Margulies yeni döneme etki edecek olan siyasal kadın kulüplerinin inşasının başını çeken isimler oldular.

Bu dönemde, Aleksandra Kollantay, 1907’de kurulan “Kadın İşçiler Yardımlaşma Derneği”nin çekirdeğini oluşturacak olan “Tekstil İşçileri Birliği”nde örgütlenme çalışmaları yapıyordu. 1908 baharında Petersburg’da tüm Rusya Kadınlar Kongresi’nin hazırlıkları başlamış, Kollantay bu kongre sürecini partide gündemleştirerek,  içerisinde çalıştığı Tekstil İşçileri Birliği ve Sendikalar Merkez Bürosu’na dayanarak özel bir çalışma hazırlığına girişmişti.

O arada, başta kadın kulüpleri olmak üzere, tüm siyasal girişimler, gericilik yıllarında, Stolypin hükmüyle kapatıldı.

Stolypin gericiliği döneminde (1907-1912) tekrar illegal koşullara dönüldü ve parti tümüyle yeraltına çekilmek durumunda kaldı. Bu dönemde Bolşevik kadın önderlerin kimisi tutuklandı, kimisi sürgüne gitti. Partinin kadınlar arasındaki örgütlenme organları ve araçlarının ilk tohumları böylesi ağır ve zor koşullar altında atıldı.

1917 Mart’ında, Bolşevik Vera Slutskaya’nın  inisiyatifiyle, işçi kadınlar arasında bir ajitasyon-propaganda çalışma bürosu oluşturulmuştu. Bu kadın bürosu, kadın işçilere yönelik fabrika toplantıları düzenliyor, savaşa ve pahalılığa karşı kitlesel kadın mitingleri örgütlüyordu.

Rabotnitsa (İşçi Kadın Gazetesi)

Uluslararası Kadınlar günü olarak ilan edilen 1913 8 Mart’ında, Rusya’da kadınların taleplerinin bayraklaştırıldığı kitlesel toplantılar ve yürüyüşler organize edilmiş, buna içkin olarak Bolşeviklerin gazetesi Pravda’nın 8 Mart sayısında özel bir kadın sayısı çıkarma kararı alınmıştı. Bu özel sayıda, başta Kollantay, Krupskaya ve Armand olmak üzere Bolşevik hareketin önde gelen kadınları, Çarist Rusya’daki kadın eylemliliklerinin politik mahiyeti üzerine makaleler yazmaya koyulmuşlardı.

Özel sayı hasebiyle Pravda’ya kadınlar tarafından yağan mektuplardan edinilen siyasal iklim üzerine, yeni bir Bolşevik kadın gazetesi çıkarma fikri gelişmiş ve Bolşeviklerin kadın işçilere yönelik ilk gazetesi, Rabotnitsa’nın (İşçi Kadın) ilk sayısı 8 Mart 1914’te Petersburg’ta çıkarılmıştı.

Gazetenin yazı kurulunda Bolşevik öncü kadınlardan oluşan isimler yer alıyordu: Nadejda Krupskaya, İnesa Armand, Elizarova Ulyanova, Konkordiya Samoilova ve Kavdiya Nikoleva. Rabotnitsa gazetesinin çıktığı 1914 yılının 8 Mart’ı aynı zamanda, büyük 8 Mart yürüyüşünün gerçekleştiği ana denk gelmişti.

Ne var ki, Rabotnitsa’nın tarih sahnesine çıkmasından henüz beş ay sonra, 1914 yazında 1. Emperyalist Dünya Savaşı’nın patlak vermesiyle birlikte, her şey sekteye uğramış, kadın gazetesi de bu süreçten nasibini alarak, tüm devrimci basınla birlikte kapatılmıştı.

1905 devriminin yenilmesi ardına, 1907’den 1914’e yaşanan siyasal, toplumsal gelişmeler Rusya’nın nesnel koşullarının belirleyici unsurları olmuş, ancak 1917 devrimine giden süreçte bu dönemin ana belirleyeni “savaş” olgusu olmuştu.

Savaşla birlikte hiçbir şey olduğu yerde kalmamış, ideolojik politik pozisyon alışlar bu sürecin ana rotasını belirlemiştir.

Geç kapitalistleşmiş bir ülke olan Rusya’da burjuvazi cılız durumdaydı, 1906 yılıyla birlikte Stolypin’in sanayileşme hamleleri hız kazanmıştı. İşçi sınıfı hareketine ciddi bir durgunluk getiren gericilik döneminden çıkış, 1912 Lena maden işçilerinin greviyle birlikte gelmişti ve bu grevle birlikte yeni bir direniş dönemine geçilmişti. 1914’e varana kadar sınıf mücadelesi yeniden yükselişe geçmiş ve ama savaş olgusunun öne çıkışı her şeyin önüne geçerek sınıf mücadelesini de sekteye uğratmıştı. Aynı zamanda, 1914 savaşı müthiş bir milliyetçilik dalgasını da beraberinde getirmiş, Rusya’daki tüm erkekler seferberlik ilanlarıyla savaşa çekilmişti. Erkeklerin topyekün savaş birliklerine alınması eş zamanlı olarak sanayi de dahil tüm istihdam alanlarına kadınların çekilmesini getirmişti.

Savaş, aynı zamanda Rusya’daki devrimci hareketleri “savunmacılar” ve “enternasyonalistler” olarak iki kampa ayırmış, uluslararası alanda II. Enternasyonal ve Rusya’da Menşevikler, anavatan savunuculuğuna ve şovenizme batarken, Bolşevikler ise hem Rusya’da hem de uluslararası alanda emperyalist savaşa karşı tavırlarında çoğu zaman yalnız kalmalarına rağmen sıkı sıkıya tutundular.

Menşeviklerin anavatan savunuculuğu kampında tuttukları pozisyon, devrimci hareketin önemli kadın öncülerinden Kollantay’ın Bolşeviklerin saflarına geçmesine neden olmuştu. Bolşeviklerin emperyalist savaşa karşı tutundukları tavır aynı zamanda, işçi ve köylü kadınların desteğini kazanmakta önemli bir pozisyon alış olmuştu.

Zira 1917 yılına gelindiğinde, 1915’ten itibaren alınan cephe yenilgileriyle, üç yılda iki milyon kayıp verilmiş, derinleşen ekonomik kriz koşullarıyla da birlikte, savaşa karşı nefret duygusu her gün daha da geniş bir alana yayılmaya başlamıştı. Kadınların başını çektiği ekonomik kriz ve savaş karşıtlığı dolayımlı eylemler ekonomik ve siyasal taleplerle birlikte yükseliyordu.

Çarlık rejimini yıkıp, ikili bir iktidar gerçekliğini ortaya çıkaran, 1917 Şubat Devrimi’nin başlangıç fişeği de yine Bolşeviklerin Petrograd Komitesi’nin Uluslararası Kadınlar Gününe yaptığı çağrıya yanıt veren geniş emekçi kadın kesimlerinin 1917 yılının 8 Martı’nda patlayan (eski Rus takviminde 23 Şubat) eylemsellikler olmuştu.
Şubat Devrimi ardına, bir yanda Kerenski’nin geçici hükümeti ve burjuvazinin iktidarı, bir yanda işçi, köylü ve asker Sovyetlerinin varlığı açığa çıkmıştı. Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler “Bütün İktidar Sovyetlere” şiarıyla iktidarı alma çağrısını öne çıkarıyordu. Kerenski’nin Geçici Hükümeti işçi ve emekçi kitlelere vaatlerinin hemen hiçbirini yerine getirmemiş, savaş ve kriz olgusuna tutunarak tüm geçici hükümetlerin karakteristiğinde olduğu üzere, ertelemeci politikalarla, eskinin varlığının aynen korunmasına tutunmuş vaziyetteydi, ne Kurucu Meclis ne tarım reformu talebi gerçekleşmişti, cephedeki huzursuzluk ve derinleşen açlık ve sefalet de cabası.

1917 Mart’ında, Bolşevik Vera Slutskaya’nın  inisiyatifiyle, işçi kadınlar arasında bir ajitasyon-propaganda çalışma bürosu oluşturulmuştu. Bu kadın bürosu, kadın işçilere yönelik fabrika toplantıları düzenliyor, savaşa ve pahalılığa karşı kitlesel kadın mitingleri örgütlüyordu. Kadınları, Duma seçimlerinde,  Sovyetler ve Kurucu Meclis seçimlerinde Bolşevik adayları desteklemeye çağıran kampanyalar düzenliyordu. Bu dönemde Moskova hattında da İnessa Armand’ın önderliğindeki bir grup Bolşevik de, Petersburg’daki kadın çalışma bürosunun faaliyetlerine benzer çalışmalar yürütüyordu. Moskova’da “Slisu Rabotnitsa” (İşçi Kadının Yaşamı) adlı bir kadın gazetesi çıkarıyorlardı.

1917 Mayıs’ına gelindiğinde Petrograd’da patlayan 5 bin kadının katıldığı, bir ay süren ve zaferle sonuçlanan büyük çamaşırhane grevi 1917 devrim günlerinde oldukça önemli bir yere sahipti. Bolşevikler bu sürecin içinde ve önünde yer almış, Bolşevik kadın önderler grevin akışını sağlayan ana ajitatörler olarak öne çıkmışlardı. Bugünlerde, savaşla gelen gerici politikalar sonucu kapatılan Rabotnitsa (İşçi kadın) gazetesi tekrar tarih sahnesindeki yerini almış ve yeniden çıkmaya başlamıştı.

Bu dönem Rabotnitsa’nın işlevi oldukça kritikti, savaşa karşı enternasyonalizmi öne çıkaran bir kampanyanın merkezi aracı olarak,  kadın işçi toplantıları ve yürüyüşlerine çağrı yapıyor, savaşı ve pahalılığı sorguluyordu.

Bu dönemde partinin işçi kadın komisyonları, kadın çalışma büroları tarafından çağrılan ilk “Partisiz İşçi Kadınlar Konferansı”, Ekim Devrimi’nden hemen önce, 80 bin kadın işçiyi temsilen gelen 800 delege kadın tarafından Petrograd’da düzenlendi. Bu konferansın örgütlenmesinde de Rabotnitsa’nın özel bir işlevi oldu. Kadınları siyasallaştırma ve devrime, sosyalizme davet etme açısından o yıllarda 14.5 milyon tirajıyla oldukça geniş bir kesime hitap eden kritik bir örgütlenme aracıydı Rabotnitsa.

Jenotyel

Ekim Devrimi’ne giden süreçte, Rabotnitsa gibi oldukça önemli bir diğer örgütlenme aracı ise, parti örgütlerine bağlı olarak çalışan işçi kadın komisyonlarıydı. Bu komisyonlar, 1917 Ekim Devrimi’nin ardından başlatılan sosyalist toplumun inşa sürecinde, kadın politikalarının esas belirleyeni olacak olan kadın bürolarına dönüştürüldü.

Sovyetler Birliği Komünist Partisi’nin kadınlar arasındaki çalışma kollarına “Jenotyel” adı verildi. Jenotyel, partiden bağımsız, özerk bir kadın örgütü değildi, partinin ideolojik politik çizgisi çerçevesinde partinin kadın organı şeklinde hareket eden “kadın kolları komisyonu” idi daha ziyade. Ancak etki alanı partili kadınlarla sınırlı değildi, tersine etrafında komünist parti üyesi olmayan kitlesel bir kadın yığını vardı.

Jenotyeller, geniş kadın kitlelerinin, yeni bir toplumun, sosyalizmin inşasına, parti çalışmasına çekilmesi bakımından son derece merkezi bir örgütlenme üssü idi ve bu doğrultuda kadınların siyasallaştırılmasına yönelik çalışmalar yürütüyor, içkin olarak, kadınları sovyetlere, sendika ve kooperatiflere davet ediyordu.

Jenotyeller, yüzlerce yıldır toplumun tüm nüvelerine sirayet etmiş olan Çarist geleneğin feodal erkek egemen zihniyetinin kalıntılarına, düşünce, davranış ve görme biçimlerine karşı mücadele ediyordu. Dolayısıyla son derece zorlu ve çetrefilli bir mücadele alanı içerisinde yeni bir anlayışın temellerini inşa etmek için savaşıyordu. Erkekler, kadınların bu amansız mücadelesi karşısında müthiş bir kara propaganda yürütüyor, Jenotyellere, Cinotyel (Cin Kolu) adını yakıştırarak, bu yeni inşa sürecine sürekli karşı saldırılarla karşılık veriliyorlardı.

Jenotyel, 1917 Bolşevik Devrimi’nin ürünü idi. Devrimin hemen akabinde ilan edilen “kadının her alanda hak eşitliği” yasasından, eşit işe eşit ücret, 8 saatlik iş günü, hukuk önünde eşitlik, boşanma hakkı, ücretsiz, yasal kürtaj hakkı gibi ardı sıra çıkartılan kararnamelerle atılan adımların yaşama geçirilmesi mücadelesinin garantisiydi.

Devrimin ilk haftalarında evlilik ve boşanma işleri dini kurumların elinden alındı, ardından anne ve çocuk bakımının devletin yükümlülüğü altına girmesi kararlaştırıldı, kadının çalışma hayatına katılması için özel düzenlemelere gidildi, doğum izni ve emzirme hakkıyla ilgili yasal düzenlemeler yapıldı.

1917 Devrimi, özellikle kadınların hak kazanımları açısından önemli hamleleri beraberinde getiriyordu, ancak bu hakları yerleşik hale getirmek hiç de kolay değildi.

Bu doğrultuda, Jenotyel, bir yol haritası çizerek öncelikle kadınlara devrimle birlikte gelen yasalarla getirilen kadın haklarının tanıtılmasını kendine misyon edindi. Eğitim ve kültürel çalışmaları da içeren okuma-yazma kampanyalarını ve kadınların üretime çekilmesi gündemlerini ana gündemi olarak belirledi.

Kadınlar arasında okur-yazarlığın yaygınlaştırılması kampanyası zengin ve yaratıcı taktiklerle, kitlesel bir mücadele olarak yürütülüyordu. Rusya’nın her bölgesindeki kadın kitlelerine ulaşabilmek için ilkin “ajitasyon trenleri”, “ajitasyon arabaları” “ajitasyon gemileri” gibi kampanya araçları geliştirilerek, yaşamın her alanında kadınlar için okuma-yazma kursları açıldı.

Yüzlerce halkın ve inancın yaşadığı Rusya coğrafyasında her kesimden kadına ulaşmak da kolay olmuyordu, bu bağlamda kadın büroları kadınlara ulaşabilmek için her türlü yöntemi deniyordu, eskinin gelenekçi kodlarının kırılamadığı kimi bölgelerde Jenotyeller, “kadın bakkalları” açma yoluna gitmişlerdi. Kadın bakkalları aracılığıyla, daha fazla kadına temas etmeye çalışıyorlardı.

Jenotyeller aynı zamanda son derece geniş kadın kitleleri içerisinde gündelik hayatın politikasını üreterek eğitim ve kültürel seferberlik çalışmaları, kadın toplantıları, konferans ve mitingleriyle, kadınların politik gelişimi ve yönetim organlarına yetiştirilmesinde çok büyük bir rol oynadı. Öyle ki, Çarlık rejiminde hemen hiçbir siyasal ve toplumsal hakka sahip olmayan kadınlar, 1920’lere gelindiğinde beş yüz bin kadın delege, konferans delegesi görevi yapmış durumdaydı, 1930’lara gelindiğinde Sovyetler içerisinde yarım milyona yakın kadın, idari işlerde görev alıyor, yönetici konumunda yer alıyordu.

***

Doğrusal evrimci bir sosyalist bakış açısıyla devrimin tüm negatif mefhumlarını sadece Stalin rejimine bağlamak da başka kör bir bakış açısını doğuracaktır. Zira Stalin döneminin zaaflarının kökü kendisiyle gelen dönemle birlikte başlamamıştır, o zaafların kökü daha gerilerdedir, yani patriyarkanın ta kendisindedir.

Bolşevikler, kadınların karşılıksız ev içi emeği ve bakım emeği meselesinde, çözümü esas olarak ev işlerinin toplumsallaştırmasına odaklamıştı. Toplumsallaştırma politikasının pratik adımları olarak, ortak yemekhaneler, lokantalar, çamaşırhaneler, kamusal çocuk kreşleri, bakım merkezleri vs. kuruldu.

Ev içi emeği toplumsallaştırarak, bakım işlerini erkek ve kadın işçilerin eşit temelde üstleneceği ücretli ve nitelikli iş tanımına doğru gidilmek istendi. Yeni bir toplumun inşasında ev işlerinin toplumsallaştırılacağı mekanların açılması son derece önemli ve olmazsa olmaz politikalardı ama mesele kamusal alandaki inşa süreciyle sınırlı değildi ve salt oraya da indirgenemezdi.

Lenin, 1919 yılında yaptığı bir konuşmasında “kamusal yemek hizmetleri, bakım odaları, kreşler… Burada bunun örneklerini sağlıyoruz” ama kadınların gerçek kurtuluşunun sağlanmasında bu pratik politikalar “hiç de abartılı, muazzam, erişilmez olmayan basit gündelik önlemlerdir” diyordu. Ve ekliyordu “eski efendi bakış açısını en son, en ince köküne kadar kurutmalıyız; partide ve kitleler içinde.”

Evet, işte aynen öyle.

Zira, iş sadece yasalar ilan etmek ve kamusal alanda toplumsallaştırma adımları atmakla bitmiyordu, devrim sihirli bir değnek değildi, patriyarkanın temelleri çok köklü bir geçmişe sahipti. Toplumsal cinsiyet rolleri olduğu yerde duruyordu, özel alanın yeniden inşası ve denetimi de bir o kadar önemli idi.

21. yüzyıl feminist ve sosyalist hareketlerinde de halihazırda en önemli tartışma başlıklarından birini oluşturan karşılıksız ev emeği hususunda, ilk pratik adımları atmış olan Sovyetler Birliği deneyimi oldukça önemli bir yere sahiptir.

Kadın kurtuluş mücadelesinin tarihine dönüp baktığımızda, kadınların karşılıksız ev içi emeği tartışması, 60’ların sonu 70’lerin başından itibaren ikinci dalga feminizmin ilk tartışmaya başladığı teorik başlıklardan ve aynı zamanda sorun alanlarından biri olagelmiştir. Bu gündemin tartışmaya açılıyor olması bile feminizm açısından son derece önemli bir alan açmıştır elbette. Ancak aynı zamanda feminist hareketin somut politika ve talep üretmekte de en zorlandığı alanlardan birini oluşturmuştur bu gündem.

Kadınların karşılıksız ev emeği sorununun çözümüne yaklaşımda, iki uçlu bir durum tahlili öne çıkar. Ya özel alanın üzerinden tümüyle atlayarak, salt toptancı bir yaklaşımla ev işlerinin toplumsallaştırmasını savunan ya da toplumsallaştırma mantığını ve pratiğini tümüyle küçümseyip, dışlayarak meselenin esas olarak özel alanın dönüştürülmesiyle çözülebileceğini savunan ideolojik politik iki zıt, indirgemeci bakış.

Sovyetler Birliği deneyiminin dersleri, bugün tartıştığımız çoğu şeyi tarihin içinde teyit etti aslında.

Devrimin kurucu öznesi olan kadınlar, 1917 Bolşevik Devrimiyle birlikte kadın kurtuluşunun maddi temellerini yeni bir toplum inşası içinde amansız bir mücadeleyle kurmaya çalıştı. Ancak özellikle 1930’larla birlikte kadınların kazanılmış hakları çeşitli gerekçelerle budanmaya başlanacaktı.

1917 Ekim Devrimi’nin ardından kazanılan hakların, 1930’lardan itibaren budanmaya başlaması, 1920’lerle birlikte tek siyasal yönetim kurumu olarak SBKP’nin varlığından dolayı Jenotyel de dahil tüm kadın örgütlerinin, derneklerin kapatılmış olması, 1930’lardan itibaren boşanma, kürtaj yasaklarının gelişi, en büyük sorumlusu olsa da tek başına Stalin rejimine, Stalin yönetimiyle birlikte açığa çıkan parti bürokrasisine bağlanamaz. (Stalin rejiminde kadın politikaları ayrıca ve kapsamlı olarak ele alınması gereken başka bir yazının konusu olmakla birlikte…)

Kadın haklarının budanması, cinsiyet körü ve hatta daha da ötesinde erkek bir sosyalist  politik bakışa gidişte, Stalin rejiminin yapıp ettikleri son derece bağlayıcı ve başat aktör konumundadır.

Ancak ne var ki, doğrusal evrimci bir sosyalist bakış açısıyla devrimin tüm negatif mefhumlarını sadece Stalin rejimine bağlamak da başka kör bir bakış açısını doğuracaktır. Zira Stalin döneminin zaaflarının kökü kendisiyle gelen dönemle birlikte başlamamıştır, o zaafların kökü daha gerilerdedir, yani patriyarkanın ta kendisindedir. Patriyarkayı özel olarak analiz edememe, öne çıkarmama ve bağlı olarak ona karşı mücadeleyi de özerk bir anlama, ağırlığa ve güce kavuşturmamadır esas sorun.

Sosyalizmin inşasında patriyarka ve kapitalizmin ayrı ayrı ve ama dışarlak ve indirgemeci olmayan tahlilleri son derece önemlidir, çünkü teorik bakış pratik inşayı belirleyen ana unsurdur.

Kapitalizm kendisinin tarihinden çok daha eskilere dayanan patriyarkayı tasfiye etmez onu içererek devralır ve kendisini de patriyarkanın temelleri üzerine kurar. Üretimin yeniden üretimden ayrılması, patriyarkanın kapitalizme sunduğu olanaklar temelinde gerçekleşir. Patriyarka ile kapitalizm çatışma eksenlerine rağmen, tarihsel bir süreklilik içinde, bir yandan birbirini şekillendirirken bir yandan da kendi özgül dinamikleriyle birlikte var olur ve hareket ederler.

Ekim devrimiyle birlikte patriyarka da patriyarkanın dayanakları da ortadan kalkmamıştır. Siyasette ve toplumda ataerkinin çeşitli unsurları ve kurumları devredeydi. Kadınların tarihsel özgül ezilmişlik biçimleri söz konusuydu. Ve kadın kurtuluşunun maddi temelleri patriyarkaya ve kapitalizme karşı ayrı ayrı ve birlikte verilecek mücadele ile inşa olacaktı. Yani, Sovyetler Birliği deneyiminden de görüleceği üzere “sosyalizm gelince “kadın sorunu” çözülmeyecekti, sosyalizm kadın sorunun çözümünde ancak ve ancak bir ön koşul olabilir.Ve her ne kadar sosyalizm deneyimleri çok yönlü eleştirilere tabi tutuluyor olsa da, her durumda Rusya’daki sosyalist deneyimde kadınların kazanımları, kapitalizmin parlak gösterisinden çok daha fazla şey verdi kadınlara…