Ayşegül Göçmen’in genç bir kadının özgürlük mücadelesine katılma, feminist olma öykülerini anlatan “Anne Ben Feminist Oldum” yazı dizisini sizlerle paylaşıyoruz.

Bugün aylar sonra ilk defa sosyalleşmek için dışarıya çıkıyorum. İlk defa dediysem pandemi boyunca evde oturduğumu sanmayın…  Tabii ki işe gittim ve market alışverişi için çıktım. Her kasaya gelişimde kasiyerin yorgun ve öfkeli bakışlarını görüp ellerimdekini alelacele poşetlere tıkıştırdım… Nihayet poşetlerin 25 kuruşa satıldığını öğreten aynı kasiyer bu defa markete maskesiz girmenin yasak olduğunu defalarca tekrarlamaktan olsa gerek bana hiç hoş geldiniz demedi. Her market dönüşü gizli saklı içtiğim sigaranın kokusu dağılsın diye mahallede dolanıp, pencerede beni bekleyen Hakkı dedenin poşetlerini de verip öyle girdim eve… Hakkı dede… Hakkı dede bizim mahallenin komünist dedesidir… Onun iki üst katında da Aysel teyze oturuyor… Aramızda kalsın ama ben ona kısaca “mahalle baskısı” diyorum. 3 sene önce beni bir erkekle yürürken görüp anneme yetiştirdiğinden beri adı bu. Ama merhametli kadınımdır. Her markete gidişimde ona da sorarım bir ihtiyacı var mı diye…

Ne diyordum, bugün uzun zaman sonra ilk defa dışarıya çıktım… Sokağa çıkma yasaklarını bile delen çalışma günlerimi saymazsak hep evdeydim. Evdeydim dediysem de her gün aynı şeyler işte…  Annemin çalıştırdığı elektrikli süpürgenin sesi ile uyanış… Babamın aynı sese uyanması, anneme bağırması ve ardından gelen sessizlik… Sonra benim huzursuzlanıp yataktan kalkmam… Birbirlerine astıkları suratları daha da halılara yapışmasın diye kahvaltı öncesi kahveleri yapmam ve ortamın yumuşaması… Kahvaltı faslı, temizlik, televizyon, gün ortası atıştırması, temizliği, akşam yemeği, televizyon, kalan son bulaşıkları makineye diziş, odalara çekilme ve kapanış… Annem buna nasıl dayanıyor diye düşündüm.  Sadece annem de değil… Günlerdir evde olunca komşularımızı da daha yakından tanımaya başladım… Apartmanlar öyle dip dibe ve dairelerin arası öyle kâğıttan ki artık her evin içindeki asıl virüs hakkında bir fikrim var. Gür sesli ve sanki dünyanın en haklı insanıymış gibi konuşan bir erkeğin küfür dolu sözleri…  Karşısında her defasında sesi daha az çıkan, kelimeleri endişe dolu başka bir kadın ve onun ağızdan çıktığı an duvarlara çarpıp dağılan cevapları… Korkudan odalara çekilen çocukların kapanan kapılarının sesleri ya da araya girmek isteyen yaşı daha büyük olan çocukların öfke nöbetleri… 

Bizim evde durumlar biraz daha iyi. Burası orta sınıf bir mahalle ve biz mahallenin durumu en iyi olanlarındanız… Durum mu? Bu mahallede durum demek aylık kazancının ne olduğu ile ilgili bir şeydir sadece…  Kadınların neden şiddete maruz kaldığı, bazı çocukların neden online derslerine katılamadığı, yan evden gelen sesler için aradığım polisin neden bir saat sonra geldiği, işten çıkartılan mahalle sakinlerinden birinin hiç sakin kalamayıp balkonunu sabaha kadar kaç kere arşınladığı, ha bir de hiç planlamadığı bir anda hamile kalan Melek ablanın nasıl kürtaj olabileceği gibi meseleler ‘’durum’’ dedikleri şeye dahil değildir bu mahallede.  Dedim ya günler sonra ilk defa dışarı çıktım bugün… Hiçbir şey eskisi gibi değil… Kafeler, dışındaki insanlar, içindeki insanlar, konuştukları, işsizlik, yoksulluk için konuşamadıkları… Ben de eskisi gibi değilim… Kafası karışık olarak girdiğim karantinadan kafasında bazı şeyleri netleştirmiş bir kadın olarak çıkıyorum. Şimdi dünya ‘’normalleşirken’’ bana hiç de normal gelmeyen şeylerin peşine düşüp bir yolculuğa çıkmanın zamanıdır. Sadece ölümle değil bizi ölüme götüren şeylerle de defalarca yüz yüze geldik hepimiz.  Kadınların öldürüldüğü ve şiddete maruz kaldığı bir ülkede üzerine bir de emeğim sömürülürken yeniden öldürülmeyi beklemeyeceğim. Bu yüzden eve dönüyorum önce…  Bir şey söylemem gerek anneme…

‘’Anne ben feminist oldum’’