• Merhaba, sizi Çatı belgeseliyle tanıdık, bize kendinizden bahsedebilir misiniz?

Aslı: Ben Aslı. Marmara Üniversitesi Film Tasarımı bölümünden mezun oldum. Yaklaşık 3senedir kadın mücadelesindeyim, mor dayanışmada faaliyet yürütüyorum. Sosyalist feminist bir aktivistim. Şu an Samandağ’da mahallelerde, sosyal medya komisyonunda aktif faaliyet yürütüyorum. Yıllardır mücadele ettiğimiz alanlarda, toplumsal cinsiyet eşitsizliğini ve kadın haklarını sanat üzerinden anlatma yollarını ararken belgesel alanına yönlendim. Aynı zamanda sanatımı da sosyal medya algoritmaları ile birleştirerek bu alanı yoğunlukla kullanan kadınlara da ulaşmaya çalıştığımı söyleyebilidim. 

Yaren: Merhaba. Ben Yaren, ben de Marmara Üniversitesi Film Tasarımı bölümü son sınıf öğrencisiyim. Yaklaşık 4 senedir de kadın mücadelesi içerisindeyim, mor dayanışmalıyım, örgütlü sosyalist feminist bir kadınım. Hem yerelde, mahallelerde hem kültür sanat komisyonunda faaliyet yürütüyorum. Sanatla politikanın birleştiği yerde var olabileceğimin inancıyla, mücadelemizin sanatla harmanlandığı yerleri açmaya, hem kendim üretmeye hem de kültür sanat komisyonumuzla kolektif üretimlerin var olmasını sağlayıp hikayelerimizin sanatın çeşitli dalları vasıtasıyla duyulması için çaba gösteren arkadaşlardan biriyim. Hem sokakta hem sanatla ses çıkartmaya çalışıyorum diyebiliriz

• Bir yandan dayanışmayla halkın ihtiyaçlarını karşılamaya çalışırken bir yandan da bu belgeseli çektiniz. Sizi bu belgeseli çekmeye iten bir kritik an oldu mu? Nasıl karar verdiniz? 

Yaren: Yani aslında sizin de söylediğiniz gibi biz başta oraya dayanışma faaliyetleri için gittik. Mor dayanışma olarak ikinci gün Hatay’da kadın çadırımızı kurduk ve temel ihtiyaçların karşılanması için çalışmalara başladık. Bizim orada olduğumuz, sosyalistlerin, feministlerin orada olduğu bu süre zarfında devlet yetkilisi tek bir kişi bile bölgede değildi ve Samandağ göz göre göre ölüme terk edilmiş durumdaydı. Bunun karşısında mevcut iktidar yalanlarıyla ana akımı kuşatmış ve sanki halkın yanındalarmış, krizi çözmeye çalışıyorlarmış gibi bir sis perdesini medya araçları vasıtasıyla yaymaya başlamıştı.  Ama bizler orada halka birlikte yan yana olanlar biliyorduk ki, gerçeklik bu değildi. Krizi bırakın çözmeye çalışmayı, fırsata çevirmiş ve kendi çıkarları uğruna halkın ölümüne göz yummuşlardı. İşte böylesi bir süreçte Aslı ve ben bu tarihi süreci belgelemeye karar verdik, hatta bunun sorumluluğunu hissettik. Hem devlete karşıt bir belge olabilmesi hem de bize gücümüzü hatırlatacak bir hafıza oluşturması için.   

Aslı: Depremin ilk saatlerinden itibaren antikapitalist alanlarla ortak bir şekilde faaliyet yürütmeye başladık aslında. Çok hızlı bir şekilde bir tır malzeme ile birlikte yoldaşlarımız Hatay’a doğru yola çıktı. Bölgeye de Mor Dayanışmalı olarak ilk giden arkadaşlardan biri İrem idi. Yaren’in dediği gibi de ikinci gün kadın çadırlarımız kuruldu. İlk süreç atlatıldıktan sonra ihtiyaçların artması ile 9. gün Yaren ve ben desteğe gittik. Bu süreye kadar ana akım medyanın yalanlarla-dolanlarla bizleri manipüle etmeye çalıştığını fark etmemiz dışında sosyal medyadan da aslında yeteri kadar bilgi verilmediğini fark etmiş olduk. 15 günlük bu faaliyet gösterdiğimiz süreçten sonra ise bir sonraki gelişimizde kameralarla gelmeyi kararlaştırdık. 6 Mart’taki gidişimizde de kameralarımızı alarak çekimlere başlamış olduk. 

Neden Çatı? Çatı sizin için neyi ifade ediyor?

Aslı: Belgeselde İrem’in röportajda dediği gibi, hepimiz Çatı’sız kaldık. Bu sefer zarfında bu çatı bir çatı bulma hikayemize anlattığı içinde isim olarak çok değerli bir yerde kalıyor. Keza İrem bu röportajı biz “çatı” ismini bulmadan önce vermişti ve isim bulma sürecimiz aslında çok ama çok uzundu. İsim konusunda İrem en çok emek veren arkadaşlardan biriydi. İsmi bulduktan sonra röportajda bu cümlenin geçtiğini fark etmemizle birliktebizim için daha da değerli oldu aslında.

Yaren: Aslı’da söyledi zaten burada İrem’in hakkını yiyemeyiz Belgeselde de çokça gördüğümüz, bugün hala hem Samandağ’da hem İstanbul’da faaliyette olan, aynı zamanda Samandağ’lı olan arkadaşlarımızdan biri İrem. Ve bu belgesel sürecinin her aşamasında bizimleydi. İsim bulma sürecinde de vardı ve “Çatı” ismi aslında onun fikriydi ve hepimizin içine çok sindi. O sıralar barınma krizi üzerine çok tartışılıyordu(hala çok konuşuluyor), yani somut anlamda da çatısız kalmıştık aslında. Okulların, iş yerlerin, evlerin… Çatısı yoktu artık. Ve bu süreçte bizler kurduğumuz dayanışmamızla birbirimizin çatısı olmuştuk.    

Deprem sürecini ve deprem sonrasındaki Samandağ’daki kadın dayanışmasını belgeselleştirdiniz. Bunu yaparken neler sizi zorladı?

Yaren: Yani teknik olarak her şey planladığımız gibi olmadı tabii ki çünkü biz faaliyetteydik ve önceliğimiz buydu. Haliyle temel ihtiyaçlar için dağıtım yaptığımız, kadınlarla etkinlikler yaptığımız, sohbet ettiğimiz, mahalle gezdiğimiz için kayıt altına alamadığımız çok an oldu, çekebildiğimiz anları da teknik olarak başarılı olarak çerçevelendirmekte zorlandığımız da oldu ama buna rağmen 5 ay süre ile yapabildiğimiz kadar anı kaydettik, elimizde 200 küsür saatlik görüntü var. Ama teknik mevzunun dışında duygusal boyutu da var, bunu çekim yaparken ya da o anın yoğunluğunda fark etmedim ama sonrasında görüntülerin hepsini izlemeye başladığımız zaman tarihe geçmiş böylesi bir depremin katliama çevrildiği bu süreci belgelemiş olmanın ağırlığını çok yoğun hissettim omuzlarımda. Başta da bir sorumluluk bilinciyle süreci belgelemeye başladığımızı söylemiştim ama bu belgenin ne kadar gerçek olduğuyla bir kez daha yüzleşmek daha ciddi bir sorumluluk hissi uyandırdı içimde. Hatta sadece depreme dair değil, ülkede yaşanılan, bize yaşattırılan, karşısında direndiğimiz ve birlikte mücadele ettiğimiz her olayın belgelenmesine dair ciddi bir sorumluluk uyandırdı.  

Aslı: Ayrıca en çok zorlayan şeylerden biri Arapça bilmememizdi. Çünkü insanların ana dili ile röportaj yapamamış hatta genel olarak konuşmaları dahi çok anlayamamış olduk. Bu süreçte yereldeki arkadaşlar ne kadar çeviri yapsa da ortamda konuşulan sohbetleri tam anlamıyla karşılayacak bir çeviriyi zamanında yakalayamamış olduk ve eksik kaldığımızı bolca hissettik. Birkaç defa Arapça konuşmaları kayıt altına alsak da çekim yaparken de kurgu yaparken de bizi çok zorladığından bu görüntüleri kullanamadık.

Bir de hem faaliyet yürütmek hem de belgesel çekmek bir yanıyla çok faydalı bir yanıyla da çok zorluydu. İnsanlarla iç içe olmak ve onlara dokunabilmek belgeseli daha da samimi bir hale getirdi ve günlük hayatın akışını ve anlık sohbetleri, olayları çekebilme fırsatı yakaladık. fakat aynı anda hem kadınlarla iletişime geçmek hem de çekim yapmak bizim için çok zorluydu ki bu yüzden birçok alanda çekim dahi yapamamış olduk. Anlık gelişen olaylarda elimizde kamera olmadığında hikayeyi kaçırmış oluyorduk. Çekim yapabildiğimiz alanlarda da dönüşümlü kamerayı elimize alma durumunda kaldık. Yani birimiz çoğunlukla olayın dışında kalıyordu.

Hatta sadece depreme dair değil, ülkede yaşanılan, bize yaşattırılan, karşısında direndiğimiz ve birlikte mücadele ettiğimiz her olayın belgelenmesine dair ciddi bir sorumluluk uyandırdı.  

Belgeseli çekerken Samandağlı kadınların size geri dönüşleri nasıl oldu? Sonuçta önemli bir süreci belgelediniz ve kadınların birçok anında yanlarındaydınız.

Aslı: Bu süreçte faaliyet yürütmemizle birlikte kadınların güvenini sağlamış olduk. Kamera ile bizi görmeleri aslında onları daha da güç verdiğini hissettim. Çünkü aynı zamanda sadece yerelde değil medyada da seslerini duyurabileceklerini hissettiler ve bazen kamerayakonuşmaktan asla çekinmediler. Özellikle direniş alanlarında kadınlara kamerayı çevirmek ve onlarla olay tazeyken röportaj yapmak hepimiz için bambaşka bir deneyimdi. Çünkü o anki hissedilen duygularla kurulan cümleler kadınların öfkesini de direnişini de şeffaf bir şekilde yansıttığımızı hissettirdi bize de. Eylem alanlarında en önde ajitasyon çeken kadınların gözlerindeki alevi görmek birbirimize tutundukça mücadelemizin ne kadar önemli ve değerli olduğunu gösterdi.

Yaren: Duygusal anlar yaşandı yani depremin ilk zamanlarından bugüne her şey gözümüzün önünden geçti, dayanışmamızı ve mücadelemizi, birlikte ne kadar güçlü olduğumuzu bir kez daha gördük ve birbirimize hatırlattık. Dönüşler genelde duygusal ama bir o kadar da umutlu oldu. Bir kez daha örgütlülüğün öneminin altını çizdik hep beraber ve bol bol sarıldık birbirimize, yan yana ve omuz omuza oluşumuza iyi ki dedik, bundan sonrası için de güç verdik birbirimize.

Bu deprem felaketinde sorumlular görevlerini yerine getirmediği için doğal afet bir katliama döndü. Bunun sonuçlarını ve sonrasında kurulan dayanışmayı belgesele dönüştürmek size nasıl hissettiriyor?

Aslı: Evet bu bir afet değil katliamdı. Birçok kız kardeşimizi, komşumuzu akrabamızı bu katliamda kaybettik. Fakat sonrasında kurulan dayanışma hepimizi güçlü kıldı ve hepimizin içindeki o alevin ne kadar harlanabileceğini gösterdi. Biz zaten örgütlü olduğumuz için o zamanlarda devletin, iktidarın neden görevlerini yerine getirmediğini gayet iyi biliyorduk. Yakın zamanda “oy yoksa hizmet yok” diye kendi politikalarını da açıkça itiraf etmiş oldular. Biz de bu belgeselde daha ilk günlerden halk dayanışmasının bizi ne denli güçlü kılabileceğini ve mevcut iktidar olmadan aslında daha da iyi olabileceğimizi göstermiş olduk. Çünkü iktidarın gelidği yerde moloz yığınları, yalanlar, manipülasyon ve şiddet vardı. Bu dayanışma bizim ne kadar özneleşebileceğimizi ve sınırlarımızı ne kadar zorlayabileceğimizi fark etmemizi sağladı. Örgütlülüğün ne kadar önemli olduğunu ve dayanışmanın bizi ne kadar kuvvetli kılacağını ve iyi hissettirdiğini fark etmiş olduk.asla yalnız kalmayacağımızı hissetmiş olduk. 

Ayrıca kurgu sürecinde görüntüleri defalarca izledik. Fakat ilk gösterimi atlayamayacağım, dev ekranda ve gösterime gelen onlarca kişiyle yan yana izlemenin bambaşka bir şey olduğunu hissettim. bunu kelimelerle dahi anlatamıyorum. Sanırım bu süreçte verilen emeği ve mücadeleyi Hatay dışındaki halka ulaştırmak hepimiz adına gururlandırdı beni. Gözyaşlarıma hakim olamadığımı itiraf edebilirim.

Yaren: Güçlü. Tek kelimeyle böyle ifade ederim sanıyorum. Yani bu gücün sebebi de kesinlikle örgütlülük. Öyle ki yıllardır hüküm süren bir iktidar var, kendi çıkarları uğruna türlü türlü oyunlar içerisinde halkla dalga geçer gibi yalanlar söylüyor, varlığınızı, haklarınızı, hayatlarınızı, hatta aklınızı yok sayıyor ve siz bunun karşısında “ben buradayım, biz buradayız ve sizin de kim olduğunuzu ne yapmaya çalıştığınızı çok iyi biliyoruz” diyorsunuz. İşte örgütlü yaşam içerisinde yaptığımız her faaliyete de bu belgesele dair de hissettiğim şey tam da bu, iktidarın ve bu katliamdan sorumlu olanların gerçekliği çarpıtarak yaratmaya çalıştıkları gücün karşısında, halkın öz gücü ve iradesiyle cevap vermenin ve hesap sormanın gücü. Biz sosyalistler, feministler, halk olarak depremin ilk saatlerinden itibaren bölgede dayanışma içerisindeyken siz neredeydiniz?!   

Eski ismiyle Yeni Park, sizin koyduğunuz ismi ile de 6 Şubat Dayanışma Parkı… Bu parkta neler yaptınız, nasıl bir dayanışma merkezine dönüştürdünüz, biraz bahsedebilir misiniz?

Yaren: Aslında Aslı’nın da söylediği gibi burası kadın çadırımızı kurduğumuz ilk yer. Burada başlarda çadır vasıtasıyla kadınların temel ihtiyaçlara ulaşması için dağıtımlar yapıyorduk, daha sonra ihtiyaçlar da şekillendi, bir yerden sonra burada psiko-sosyal destek çalışmaları, avukat arkadaşlarla hak gasplarımızın karşısında ne yapmamız gerektiğine dair atölyeler, kültür sanat etkinlikleri yapmaya başladık. Burası bizim için eylem alanı, etkinlik yeri, birlikte yemek yapıp yediğimiz, çay kahve içtip sohbet ettiğimiz, birbirimizin güvenliği için nöbet tuttuğumuz, çocuklar için oyun bahçesi olan bir yaşam alanına döndü. Gecenin sessizliğinde de sabahın gürültüsünde de yan yana olduğumuz ve bir arada olmanın gücünü iliklerimize kadar hissettiğimiz yerdi burası, dayanışmanın çok somut bir karşılığıydı hepimiz için. Hep de öyle olacak, orası bizim için “6 Şubat dayanışma parkı” ve öyle kalacak. 

Aslı: Samandağ’da çadırlarımızı kurduğumuz ilk koordinasyon merkezi burasıydı. Yoldaşlarımızdeprem sürecinde burada örgütlendi, kadınlarla etkinlikleri buralarda yaptık, 8 Mart’ı bu parkta gerçekleştirdik, kadınlarla birlikte emek verdik, dayanışma yaşatır pankartının önünde sık sık bir araya geldik… Çocuklarla haftada bir bu parkın meydanında oyunlar oynadık, bayramları bu meydanda kutladık, yasımızı bu meydanda yaşadık. Çok fazla anılar aslında. Hepsi bizim için ayrı ayrı değerli. Dayanışma parkı bizim için sadece bir park olmaktan çıkıp yaşam alanımız haline gelmişti. mutluluğumuzda da hüznümüzde de hep bir ateş başında yan yana idik. 

Dayanışma, benim hayatıma önce birkaç kişiyle geldi sonra bu birkaç kişi yüzlerce kişi oldu. Ve bu birkaç kişi birbirine önce güç sonra da çatı oldu. Bu çatı da bütün kadınlara umut oldu.

Belgeseli izleyenlerden nasıl geri dönüşler aldınız? Birçok yerde gösterimi yapılan bu gösterimlerde birçok kadının aynı duygudaşlığı yaşanmasını sağladınız. Sizi etkileyen bir yorum oldu mu? Ve Belgeseli izlemek isteyenler nereden izleyebilir?

Aslı: Gösterimlerdeki tüm yorumlar bizim için bambaşka bir değere sahipti. Beni en çok etkileyen yorum bu süreçte ilk örgütlenen arkadaşımız İlknur’un yorumuydu diyebilirim. Hatta Instagram sayfasında İlknur’un doğum gününü kutladığımız bir videoda konuşmasını yazılı halini alta eklemiş olduk. bu konuşmanın en değerli kısmı benim için şu cümlelerdi:

“Dayanışma tanımadığın insanların yaralarını sarmaktı, bazen küçük bir kamp çadırı, sıcak bir gülümsemenin sebebi olmaktı, bazen yemek sıralarında beraber beklemek, mahallelerde ayaklarımız su toplayana kadar dolaşmak, bazen sarılmak, karanlık bastırdığında birbirine ışık olmak, sabahlara kadar birlikte nöbet tutmak ve en önemlisi de birlikte mücadele etmekti. Dayanışma, benim hayatıma önce birkaç kişiyle geldi sonra bu birkaç kişi yüzlerce kişi oldu. Ve bu birkaç kişi birbirine önce güç sonra da çatı oldu. Bu çatı da bütün kadınlara umut oldu.”

Belgesel henüz herhangi bir platformda değil. Fakat bir süre daha gösterimlere devam ettikten sonra Çatı’nın instagram sayfasında nerede yayınladığımızı paylaşmış olacağız.

Yaren: Kurgu aşamasındayken hikayeye dair konuştuğumuz sırada emin olduğumuz tek bir şey vardı, bu belgeselin yıkımı değil, bu sürecin içerisindeki dayanışmayı ve mücadeleyi belgelemesi. Çünkü acı ve yıkımı çeşitli versiyonlarıyla görmüş ve yaşamıştık ama bunun karşısında direnen halkı, dayanışmayı yeterince görememiştik. Bu sebeple beni sanırım en çok etkileyen yorumlar, yapmak istediğimiz şeyi gören, belgeselin dayanışma ve mücadele kısmını tutup orayı ön plana çıkartan yorumlar oldu. Onlardan biri de şuydu: “Çatı, devlet ve sermaye çemberi içerisinde kalmamış, o çemberi kırmak üzere kadrajını yöneltmiş ve ‘sınıfın çatısı’ olmayı seçmiş… Sürecin bir yönü yıkım, enkaz, acı ve ölüm ama diğer yönü dayanışma, umut, direniş ve yaşam!”

*Bu röportaj ilk olarak FEMİNERVA dergisinin 11. sayısında yer almıştır.