“Eğer bir gün yolunuzu kaybederseniz bir çocuğun gözlerinin içine bakın…”*

Ülke gündemi hayatımızın çeşitli mecralarını etkileyebiliyor. Okulda, iş yerinde, bayramda, tatilde sohbetlerimiz, ülkenin hızlı ve yakıcı gündemleriyle belirlenebiliyor. Eh kısa sürelerde neler yaşamıyoruz ki…

Şöyle bir geriye dönüp baktığımızda bazı yaşanan olayların, sıcak gündemlerin tesiri günlere sıkışabiliyor. Fakat gündemi yaratan sorunların devamlılığıyla paralel bir şekilde; o gündemlerin arka planı oldukça geniş ve uzun bir zamanı kapsıyor.   

Hatırlayalım. Günlerce kayıp olarak aranan Eylül ve Leyla’nın cansız bedenlerine ulaşıldığı haberini almıştık. Duyması da yazması da zor olan, toplumsal infiale yol açan bu haberler, idam ve hadım cezalarının tekrar gündeme gelmesine yol açtı. Fakat minik bedenlerin acı ölümlerini, “sonuca yönelik cezalarla” örtbas etmeden irdelemek gerekiyor.

Yalnızca o an yaşanan ve belli bir zaman süren tepkiye bakmak değil; neler oluyor, neden oluyor, bu vakaların arkasında nasıl bir çürüme var buralara bakmak gerekiyor. 

Elbette ki tepkili olma, tepkiyi örgütleme gerekliliğiyle birlikte…

“Çocuk, işçi, tecavüz, kayıp, ölü bulundu, 4 yaş…”

Bırakın aynı cümlede görmeyi, aynı kitabın içinde dahi gördüğümüz bu kelimeler, kuşkusuz ki hepimizin yüreğini sızlatıyor. Aynı yumru oturuyordur boğazımıza, ve aynı acı yutkunmayı yaşıyoruzdur. Toplumsal vicdanımızın ortaklaştığı, aynı hissiyatlara kapıldığımız nadir durumlardandır belki de. Ötekileştirmeden, ayrım yapmadan…

Peki hepimiz aynı sızıyı yaşamamıza rağmen, aynı renkte gözyaşını dökmemize rağmen, neden tablo hala bu kadar vahim?

Hangi tablo mu? Ortak öfkemizin çözüm olmadığı istatistikler:

Günde istismara uğrayan ortalama çocuk sayısı 21

8 yılda kaybolan çocuk sayısı 104.531 

Çocukların iş gücüne katılma oranı %20.3

5.5 yılda hayatını kaybeden çocuk işçi sayısı 319

Yılda ortalama 17bin istismar davasının cezasızlık oranı yüzde 45 

10 yılda istismara uğrayan çocuk sayısı 300000+

2015 yılında işlenen suçların çocuklara yönelik olma oranı yüzde 46

Sorumluları Tanıyoruz

Evet! Sorumluları tanıyoruz. Öyle çok uzak bir yerde ya da pantolon altlarında aramaya gerek yok.  Televizyonu açtığımızda, okula gittiğimizde, evde muhabbet olduğunda görebiliriz suçluları, suçlu zihniyeti.

Çocukları kendisine tecavüz eden kişilerle evlendirmeye öngören yasa tasarılarını sunanlar, ‘bir kereden bir şey olmaz, küçüğün rızasıyla yapılan işler’ diyen bakanlar, istismarın araştırılmasını öneren önergeyi reddeden meclis, kız çocuklarıyla evlenilir diyen imam sorumludur.

“Kötü niyetim yoktu” diyen tecavüzcüye beraat veren hakim, cinsiyetçi ve ayrımcı müfredat hazırlayan görevliler, çocuğu okul yerine “ya mesleğe ya kocaya” gönderen – çocuğu bir birey olarak görmeyen aile, erkekliği yüceltmeyi kadınlığı ve çocukluğu aşağılamayı adet haline getiren tüm yetişkinler sorumludur.

Eylül ve Leyla’ya döndüğümüzde, o minik bedenlerin katillerini, yalnızca onları katleden bir iki kişiyle sınırlı tutamayacağımızı görüyoruz. Bilakis böyle bir tabloyla sorumluluğun çok daha geniş bir çerçevede olduğu günbegün ortada.

Dolayısıyla suçları, cinayetleri münferitleştirmek, suçu pantolon altına indirgemek, hormonlara bağlamak, cezayı ve sorunu idamla, hadımla halletmeye çalışmak, çürümüş ve kokuşmuş istismarcı, hiyerarşik zihniyeti görmezden gelmek; çözüm odaklı yaklaşmamanın apaçık örneğidir. 

Sorunu ve Suçu Yok Et!

Bir sorunu, suçu ortadan kaldırmak istiyorsanız, en azından o niyette iseniz; en başa dönüp suç işlenmeden neler yapılabilir, sorunun ve suçun oluşumu nasıl engellenir ona bakmak zorundasınızdır. Binlerce, on binlerce çocuğun hayatını karartan, yok eden istatistiklere göz ucuyla bakıldığında dahi durum anlaşılır. Dolayısıyla, arka plana ve biraz olsun derine inildiğinde çözüm bulmak kolaylaşır.

Neler yapılabilir bir bakalım.

Çocukların güvenli ve ücretsiz bir şekilde eğitim ve sağlık hakkına ulaşmasını sağlamak. 

İlkokuldan üniversiteye kadar toplumsal cinsiyet, cinsellik derslerini müfredata eklemek.

İş yerlerine kreş açmak, kamu sektöründe ve özel sektörde çalışanlara toplumsal cinsiyet, cinsellik eğitimi vermek.

Çocuk Haklarına Dair Sözleşmeyi ve Avrupa Konseyi Çocukların Cinsel Sömürü ve İstismara Karşı Korunması Sözleşmesini hayata geçirmek.

Aile hekimliğini pedagoglarla destekleyip çocukların gelişimini takip etmek. (Olası bir istismar durumunu travmatik boyutlara ulaşmadan, önlemeyi sağlamak)

Okulların rehberlik birimlerini aktifleştirmek.

Çocuklar ve ebeveynler için erişimi kolay ihbar hatları kurmak. Çocuklara kendilerini korumayı ve savunmayı öğretecek eğitimler vermek. 

Kadın ve çocuk dernekleri, örgütleri ile işbirliği içerisinde çalışmak. Çocukları istismar eden, katleden kişilere yönelik üst sınırdan cezalar vermek, indirim zırvalığına girmemek.

Çocuk bakanlığı kurarak çocuklara yönelik gerçekleştirilen suçlar ve çocuk hakları hakkında kapsamlı araştırmalar yapmak, alanında uzman kişilerin bakanlık bünyesinde çalışmasını sağlayıp çözüm yolları geliştirmek ve uygulamak.

Renkli Yarınlar İçin

Yalnızca bir yazıda bu kadar öneri açığa çıkabiliyor, bugüne kadar yaşanan olayların protestoları esnasında çeşitli talepler geliştiriliyor. Hal böyleyken, gereken işbirlikleri ve sağduyu sağlandığı takdirde kısa vadede dahi olumlu sonuçlar çok rahat alınabilir. Uzun vadede sorunların kökü kazınabilir.

İş ki zihniyet ve tutum bu yönde olsun. İktidar ve sistem sahipleri tarafından rota bu yöne çevrildiğinde neler olabileceğini biliyoruz.

Bunu sağlamanın yolu da geleceğimizi kaybetmemek, karartmamak için içimizde yaşadığımız öfkeyi örgütlülüğe dönüştürmekten geçiyor.

Rotayı çevirmesi gerekenlerin kendi kendilerine bunu yapmayacaklarını, aksi durumundan fayda sağlayabildikleri gerçeğini unutmamalıyız. Bahsini ettiğimiz sorumlu listesi bunu gözler önüne seriyor.

Dolayısıyla gerçek çözüme ulaşabilmek, kirli elleri yok edebilmek için bu yazıyı okuyanların, ortak acıyı yaşayanların elini taşın altına koyması gerekiyor.

Kendiliğinden olmayacağını bildiğimiz değişikliklerin gerçekleşmesi için yapabileceğimiz çok fazla şey var.

Bulunduğumuz her yerden, her şehirden bu talepleri haykırdığımızda, gerek hukuki gerek eğitim yönünden çeşitli önerileri meclis kapısına dayadığımızda ve mücadelenin kaçınılmaz sonucu olan zihinsel dönüşüme omuz verdiğimizde çocukların yarınları daha renkli ve umutlu olacaktır.

*Paulo Coelho