Zeynep Bolat, Antakya


2013 Şubat sonu, Mart başı Antakya’ya yeni taşınmıştım.   Ev bulmaya, eksik eşyalarımı toparlamaya çalışırken, o zamanlar pek farkında olmasam da şehrin en güvenli yerlerinden olan Uğur Mumcu Bulvarı’nda nihayet bir ev bulabilmiştim. Evim, işe giden köy dolmuşlarının geçtiği, şehir merkezine yürüyerek 15 dk.lık bir mesafedeydi. Antakya insanının sıcakkanlılığını ve güler yüzlülüğünü ilk yolda yürürken tanımadığım insanların bana “merhaba” demesi ile keşfetmiş oldum. Karşıdan karşıya geçerken yayalara yol vermeleri, yemekleri, bayramları derken başka bir ülkeye giden gezgin gibi hissediyordum. Ve hep güzel keşiflerdi. Derken İstanbul’da, 31 Mayıs’ ta Gezi Parkı’ndaki ağaçların sökülmemesi için günlerce direnen insanları ve parka müdahaleyi haberlerden izlerken şaşkınlığım her seferinde daha da artmaya devam etti. Müdahaleler her geçen gün artarken destek veren insan sayısı da artmaya devam ediyordu. Takip eden diğer günlerde Antakya’da ve diğer illerde de buna karşı duruşlar başlamıştı.  İlk defa tüm ülkenin birlikte olma halini sadece 23 Nisanlarda, Şeker bayramlarında gördüğüm bir manzarayı gezi olaylarında da görüyordum.  Yaşadığım evin konumu da Armutlu Mahallesi’nin sonunda, herkesin güvenli alan olarak toplandığı, 1 Mayıs’ların anıldığı, şimdilerde Defne ilçesinin merkezi olan alandı.


İş çıkışı arkadaşım bana gelmiş, yemek yemiştik ve akşam sokağa çıkıp destek vermek istiyorduk. Asansörün önünde komşum bir paket maske almış “dışarı çıkıp gençlere dağıtacağım, siz de alın” dediğinde boğazımın düğümlenmesini, heyecanımı ve arkadaşımla birbirimize “evet, galiba bu kez olacak” umutlu bakışımızı unutamam. Armutlu’dan Gündüz Caddesi’ne yürürken barikat kurmak için evlerden bir sürü eşya atıldığını gördük. Sandalyeler, berjer, buzdolabı, çanak anten, masa, dolap… Sanki müzede gezer gibi caddede yürüyorduk. Ve bir saksı çiçek, kırmızı bir sardunya, duygular derya, deniz…Yürümeye devam ettik. Bütün mahalle dışarda, çoluk çocuğuyla. Heyecanım hiç bitmiyor. Teyzenin bir tanesi yukardan sesleniyor “bir şeye ihtiyacınız var mı?” diye. Dönüş yolunda gördüm ki kırmızı sardunya atıldığı yerde kıyamadım yanıma aldım. Kırmızı sardunya da dünyayı kurtaracaktı. Nasıl büyük bir görevdi, ne kadar onurlu. Halbuki sen bir çiçektin. Kim derdi bir gün sen barikat çiçeği olacaksın.  Kendimden utandım. insan olarak yapabileceklerimin altında ezildim. Hiçbir söz beni bu denli etkiler miydi kırmızı sardunya kadar? Yüreklendim, sardunyanın başardıklarından etkilenerek…
   

Gündüzleri de yürüyüşler oluyordu. Uğur Mumcu Bulvarı’ndan başlayıp Gündüz Caddesi’ne devam eden, Yeloğlu Köprüsü’nden Sümerler’e oradan Şükrü Güçlü Bulvarı’na ve tekrar Uğur Mumcu’ya geliyorduk. Ama yetmiyordu, tekrar yürüyorduk. Yüzlerce kadın, erkek, yaşlı, genç, çocuklar… Sloganlar yükseliyor, arabalar korna sesleriyle ritim tutuyordu. Tabiki mizah dolu dövizlerin hepsini okumaya çalıştığımı hatırlıyorum, okuyup okuyup gülüyorduk.  Sanki en çok güldüren ve düşündüren dövize ödül verilecekti. Yürüyüş sırasında penceresinden elinde damar yolu takılı bir kadın geceliğiyle selam veriyordu, ayakta duramamasına rağmen kortej bitişine kadar da pencerede el sallıyordu elinin o haliyle.

Ertesi gün tekrar alanlardaydık.  Bu kez polisin müdahalesi olmuştu.  Atılmış bir kapsülü görüp elime aldım, incelemek istemiştim. Sosyal medyada biber gazlarının tarihinin geçmesinden bahsediyorlardı, bu hareket bile insan haklarına aykırı diye düşünmüştüm. Elime aldığım kapsülün de son kullanma tarihi geçmişti. Sanki kullanma tarihinin geçmemiş onu kullanmayı haklı kılacakmış gibi. Hatta öldürdüklerine de şahit olduk. Berkin Elvan 2 Haziran’da İstanbul’da, Abdullah Cömert 3 Haziran’da Antakya’da, Ahmet Atakan 10 Eylül’de Antakya’da böyle kapsüllerle öldürülmüşlerdi. Antakya’da o gece komşum Meral ve minik kızı Cemre de alandalardı. Meral daha sonra bir kapsülün onları sıyırdığından bahsetmişti. Minik ama kocaman yüreğiyle Cemre “anne polis neden biber gazi sıktı, balonlar uçtuğu için mi?” diye sormuş. Cemre’nin bahsettiği balonlar saldırıdan önce gençlerin uçurduğu dilek balonlarıydı. Böyle bir soruya insan nasıl cevap verir? 3 yaşındaki Cemre’nin, Cemrelerin bu yaşlarda sorduğu sorular ne zaman cevaplanacaklar?

4 Haziran’da Abdullah Cömert’in cenazesine Meral, minik Cemre, ben ve binlerce insan katılmıştık. Toplumsal hafızamız için kıymetli olan Abdullah’ın ve Ahmet’in öldürüldükleri yerler hala anıt mezar olarak duruyor, unutturmamak, unutmamak için.


Bu arada ülke gündemi, dünya gündemi haline de gelmeye başladı. Gezi Parkı’nın ruhunu Antakya’da Şükrü Güçlü Bulvarı’ndaki Sevgi Parkı’nda yaşattılar.  Gündüz çalışıyor akşam da Sevgi Parkı’nı ziyaret edip eyleme katılıyordu insanlar. Çadırlar kurulmuş, atölye çalışmaları, komünal yaşam derken, “başka bir dünya mümkün” diye bağırıyordu Sevgi Parkı da. Evet, başka bir dünya mümkün. Kırmızı sardunya barikattayken, Cemre minicik elleriyle annesinin ellinden tutarak alanlarda zafer işareti yaparken, barikat için attıkları eşyaları belki kısa zamanda alacak paraları olmayan yüreği zengin Armutlu insanları, hasta halinde ayakta zor durmasına rağmen ayakta durmaya çalışan yaşlı teyze, eczaneden aldığı bir kutu maskeyi gençlere dağıtan komşum Suzan Abla varken ve alanlarda “başka dünya mümkün” diye haykırarak öldürülen, yaşamları elinden alınan 7   güzel insan… Evet, başka bir dünya mümkün.

Not: Barikat çiçeği kırmızı sardunya Gezi Parkı’nda evlenen Nuray ve Özgür için düğün hediyesi oldu.