Geçtiğimiz Haziran ayında sosyal medyada önemli bir ifşa mektubu yayınlandı. İranlı sanatçı Mania Akbari’nin, İran sinemasının ünlü isimlerinden Abbas Kiarostami’yi ifşa ettiği bu mektup MK2 isimli yapım şirketine yazılmış ancak Akbari, bu mektuba bir yıldan uzun bir süredir yanıt alamamış. Akbari, mektupta Kiarostami’nin kendisine uzun yıllar boyunca psikolojik ve cinsel şiddet uygulamasının yanı sıra “10” filminin çekimlerinin kendisine ait olduğunu, Kiarostami tarafından emeğinin gasp edildiğini söylüyor.

Terapistinin önerisiyle gündelik hayatını arabasına koyduğu bir kamera ile kayda almaya başlayan Akbari’nin çektiği görüntüleri izleyip hayran kalan Kiarostami, senaryolaştırmak için görüntüleri Akbari’den almış ancak bu görüntülerden senaryo yazmak yerine çekilmiş hazır görüntüleri kurgulayarak “10” filmini oluşturmuş. Cannes Film Festivali’ne gidene kadar Akbari’ye “Bu senin filmin, ben sadece görüntülerini kurguladım” diyen Kiarostami’nin festivaldeki tavrı ise bu söylemlerinin tam tersi olmuş. Tabii ki bu olay, biz kadınlar için oldukça tanıdık. Hikâye değişse de erkeklerin, kadınların emeğini gasp etmesi her alanda ve dönemde sıkça maruz kaldığımız bir durum. Bu hikâyede de devreye manipülasyon, gaslighting, psikolojik şiddet, sözel şiddet gibi bir çok şey giriyor. ‘Bir kadının sözüne karşılık, bir erkeğin sözü her daim daha güvenilirdir’ algısını yaratmada konum, yaş, tecrübe, sosyal çevre ve tabii ki eğer muhafazakâr bir toplumda yaşanıyorsa gerici, ataerkil kodlarından beslenen davranışlar öne çıkıyor. Nitekim Kiarostami de aynı yolla Akbari’yi sindirmeye çalışmış ve “ünlü bir yönetmen” olmanın verdiği güç ile filmin yönetmeni olduğunu söylemiştir.

Bu olaylardan sonra festival sürecini bırakıp Kiarostami’ye mesafe koyan Akbari yeni bir proje üzerinde çalışmaya başlar. Ancak günün birinde ifşa edilmekten ve gerçeklerin açığa çıkmasından korkan Kiarostami, Akbari hakkında akli dengesinin yerinde olmadığı gibi dedikodular yaymış ve Akbari’yi yalnızlaştırmak istemiş. Kaldı ki biz kadınlar, bu tavrı da gayet yakından biliyoruz. Her gün yakından şahit olduğumuz gibi, fail erkekler, güvenirliğini arttırmak ve kadınların itibarını sarsmak için türlü çeşit iddialarda bulunuyor. Kadın cinayetleri davalarında failler, kadınları; seks işçisi olmak, ahlaksız olmak, alkollü olmak, dekolte giyinmek gibi cinayet işlemekle hiçbir alakası olmayan iddialar öne sürerek, yaptıkları eylemi meşrulaştırmak için ellerinden geleni yapıyorlar. Kiarostami’nin Akbari’yi itibarsızlaştırmak için öne sürdüğü bu iddia da tıpkı diğerleri gibi yapılan eylemi meşru kılmak içindir.

Filmi kendisinin çektiğini ispatlamak için pek çok yola başvuran Kiarostami, Akbari’yi haksız çıkarmak için elinden geleni yapmış. Akbari şöyle söylüyor: “Dünyaya kulağımda bir kulaklık olduğu için elimi örtüme götürdüğümü ve beni bu kulaklık aracılığıyla yönlendirdiğini söyledi. Buna inanabiliyor musunuz? Yirmi yıl önce, kulağımda bir kulaklıkla çekim yapmak. Başım örtülü olmasa bunu söyleyemezdi. Buradaki kontrol metaforunu görebiliyor musunuz? O benim kulağımda. Kadınlar 40 yıldır zorunlu başörtüsüne karşı mücadele ediyor ve o başörtüsünü beni kontrol altına almak için kullanıyor.” Gayet açıkça gördüğümüz bu manipülasyon, erkek şiddetinin en sık başvurulan yöntemlerden biri.

Sene başında Akbari’nin iddialarına karşılık, filmin yönetmeninin Kiarostami olduğunu ispatlamaya çalışan ailesi, filme ait olduğunu iddia ettikleri kamera arkası bir video yayınlamış. Bununla ilgili olarak Akbari, “Katayoun’la olan sahneyi tekrar çekmesi gerektiğini, aynı kıyafetleri giymemiz ve her şeyi aynı şekilde ayarlamamız gerektiğini söyledi. Oğlu Bahman’ı sahneyi çekmesi için davet etti. Bu, filmin son kurgusundan önceydi, bu yüzden ben de belki de bu görüntüyü kullanmak istiyor diye düşündüm ancak bu çekimlerin hiçbiri filmde yer almadı. Kamera arkası çekimlerinde kıyafetlerimizin filmdekinden biraz farklı olduğunu görebilirsiniz ve hatta Katayoun’un aynı performansı tekrarlayamadığından şikâyet ettiğimi duyabilirsiniz. Nasıl sahte kanıt yaratmaya çalıştığını şimdi anlıyorum.” diyor.

Ayrıca Akbari’nin verdiği bir diğer örnek de oldukça dikkat çekici bu noktada: “Gerçek şu ki, tüm bu insanlar benim yakın ailem. Roya ve Mandana benim kız kardeşlerim. Kardeşlerim bu isimleri kullanmamayı tercih ediyor ama Kiarostami onların evlilik isimlerini kullandı. Belli ki jenerikteki isimlerin şu şekilde görünmesini istemiyordu: Mania Akbari, Roya Akbari, Mandana Akbari. Ama gerçek şu ki bu filmde benim yakın ailem olmayan sadece iki kişi vardı. Biri arkadaşım ve modelim Katayoun Takeizadeh’di. Diğeri ise araba kullanırken tesadüfen arabama aldığım halktan biri olan ‘dindar kadın’dı.” Burada da görüldüğü üzere oyuncuların isteğinin aksine jeneriğe yazılan isimler, işin aslını örtbas etmek için kullanılmış.

Tabii bir diğer dikkat çeken konu ise Kiarostami’nin 2004 yılında “10” filminin yapım sürecini anlattığı “Ten on 10” belgeseli. Filmin katılımcılarından hiçbirinin belgeselde olmamasının yanı sıra bir tek burada Kiarostami, detaylı bir şekilde film yapım pratiğini anlatmaya girişmiş.

Akbari, yirmi yıl süren sistematik bir psikolojik şiddetin yanı sıra Kiarostami’nin kendisine tecavüz ettiğini ifade ediyor. Psikolojik ve cinsel şiddeti kabul etmesinin yıllar sonra gerçekleştiğini belirten Akbari, Kiarostami tarafından defalarca “Sana kimse inanmayacak” denilerek sindirilmeye çalışılmış. Kabullenme ve ses çıkarma sürecinin psikoterapisti, partneri ve kadın dayanışması sayesinde olduğunu belirten Akbari, yıllar sonra bu ifşayı gerçekleştirme kararı almış.

Türkiye’de ve dünyada, her alanda olduğu gibi film sektöründe de kadınların, erkek şiddetinin farklı çeşitlerine maruz bırakıldığını bizler çok iyi biliyoruz. Özellikle #MeToo hareketi sonrası pek çok ünlü ismin ifşasına bütün dünya şahit oldu.

Sadece #Metoo ifşaları sonrasında değil; ayrıca kadınların erkek egemenliğine ve erkek adalete karşı bir öz savunma yöntemi, bir güçlenme mekanizması olarak da kullandığı faili hedef gösteren ifşalarda kadınların bu olayları açıklamak için neden yıllar boyu “beklediğinin” sorgulandığını görüyoruz. Erkek/fail zihniyetiyle ve öznesiyle yakınlık kuran ve ayrıca maruz bırakılanı/hayatta kalanı/kadını suçlayan bu tutum ve davranışların erkek şiddetinin ve tahakküm biçimlerinin kadınlar üzerinde yarattığı baskı ve yıkımı küçümsediği, sistemik olarak kadınların hayatının her yerini çepeçevre saran ataerki eleştirisinden de uzak olduğu açıktır.

Kadınlar çoğu zaman “en yakınları” tarafından sistemik istismara ve şiddete maruz bırakılırken içinde bulunduğumuz bu erkek egemen düzende ses çıkarmanın bile zor olabileceğini düşünüyorlar, deneyimliyorlar. Fakat kadın dayanışması ve mücadelesi ile hayatta kalıyoruz ve ses çıkarmak yetmez, şimdi değiştirme zamanı diyoruz. “Ama iyi bir yazar/oyuncu/yönetmen” gibi tamamen erkek egemen düzenin devamını sağlamaya yönelik çeşitli söylemleri asla kabul etmeyeceğiz. Dünyanın her yerinde eril tahakkümü kazıyana kadar kadınların mücadeleden vazgeçmeyeceğini göstermeye devam edeceğiz.

Mor Dayanışma Kültür Sanat Komisyonu olarak, Mania Akbari’nin ifşa mektubunu okuduktan sonra kendisine ulaştık ve Türkiye’den feministler olarak kendisiyle dayanışma içerisinde olmak istediğimizi belirttik. Bu doğrultuda 25 Ağustos’ta online olarak kendisiyle gerçekleştireceğimiz söyleşiye tüm kadınları davet ediyoruz.

Kadın dayanışması sınır tanımaz demeye ve enternasyonal kadın mücadelemizi büyütmeye devam ediyoruz.

Hep beraber tekrar edelim “Uykuların kaçsın, ben ne zaman ifşa edileceğim diye!”

Yaşasın Kadın Dayanışması! Yaşasın Feminist Mücadelemiz!

Not: Bu yazıda Fatma Edemen’in Mania Akbari ile yaptığı röportajdan alıntılar yer almaktadır.

Mania Akbari Kendi Hikâyesini Anlatıyor