“Hem toprağımızı, evimizi, ağacımızı koruyoruz hem de her gün kendimizi biraz daha keşfediyoruz, biraz daha ufkumuz açılıyor, daha çok bilinçleniyoruz. ” -Meryem Kutlu

Mor Dayanışma’dan Bilge Batur; Hatay Dikmece direnişinin başından bu yana ekoloji mücadelesini büyüten ve kadın dayanışması ile toprağa, zeytinliklere, doğaya sahip çıkan sevgili arkadaşlarımız Selver Keleş ve Meryem Kutlu ile bir röportaj yaptı. Ve bizleri umutla, zeytin dallarıyla saran bu güzel yazı ortaya çıktı. İyi okumalar.

Not: Ropörtaj direnişin 31. gününde yapılmıştır. Yazının yayınlanma tarihinde direnişin 54. günündeyiz.

Bilge: Öncelikle, Akbelen’den Dikmece’ye ilerleyen ve oradaki direnişi meydana getiren olayların nasıl başladığını sormak istiyorum.

Meryem: Burda dört aydır süren bir direniş var. Dört ay önce, tarlalarımıza el koyulduğunu öğrendik hem de kimse bizimle irtibata geçmeden. İnsanlar e-devlet üzerinden arsalarının, zeytinliklerinin adlarından düştüğünü görmeye başladılar. Süreç bu şekilde başladı ve şu anda iş makineleriyle arsalara girmiş durumdalar. Biz direniyoruz, onlar çalışmaya devam ediyorlar. 

Selver: Buralar önceden köydü, şimdi mahalle oldular. Biz hep köy diyoruz bu yüzden. Dikmece de bu şekilde, önceden köydü şimdi mahalle oldu ama halk dilinde buralar bizim için hala köy. Burada Gülderen Köy diye bir köy var. Bir hastane yapılacak yakın tarafına, ama yine köyden toprakları almaya çalışıyorlar hastane adı altında. İlk önce oradan arkadaşlar bize- Mor Dayanışmaya- ulaşmıştı. Biz oraya gidip Çağdaş Hukukçular Derneği ile bir toplantı yaptık. Sonrasında ise Dikmece’deki arkadaşlar bunu görünce, burada da bir problem var diyerek bize ulaştı. Biz de onların aracılığıyla köyden birkaç arkadaşa ulaştık. İlk toplantıyı arkadaşların tarım yaptığı evlere yakın bir bahçe evinde yaptık. 5-6 kişiydik, nasıl bir süreç izleriz diye konuştuk. Oradan hiç kimseyi çok tanımıyorken Çağdaş Hukukçular Derneği ile bir toplantı kararı aldık. Bu Nisan’ın ortasıydı. Yani süreç bizim için Nisan’da başladı diyebiliriz. Sonrasında başka bir köyden, yine istimlak edilmeye çalışılan Anayazı, Alazi Köyü’nden, bu durumdan direkt etkilenen oralı bir arkadaşla yeniden Dikmece’ye geldik. Bilgilendirme toplantıları devam ederken 22 Mayıs’ta büyük bir yürüyüş düzenledik. Bu yürüyüşe basın emekçisi arkadaşları, çevre mahalleleri, dışarıdan kurumları davet ettik. Bu şekilde direnişimizi duyurarak süreci başlatmış olduk.  

Meryem: Tarlalarda çalışmaya başladıklarında biz tarlalara girip kepçeleri durdurmaya çalıştık, büyük bir müdahale ile karşılaştık. Sonra direniş çadırımızı kurduk, bugün direnişimizin 31. günündeyiz.

Bilge: Bu direnişte Mor Dayanışma’nın konumu nedir?

Selver: Deprem sürecinden dolayı Çağdaş Hukukçular Derneği her hafta düzenli olarak buraya geliyordu, hatta biz Dikmece dışında Serinyol’da da bazı mahallelerde de toplantılar aldık. Çünkü sürecin buralara da sıçrayacağını biliyorduk. İlk yürüyüşten iki gün sonra mahallede buluştuk, Mor Dayanışma olarak orada bir evin avlusunda kadınlarla bir toplantı yaptık. İlk iletişim kurduğumuz arkadaşlar kadınlara haber verdiler, biz kadınları tanımıyorduk. Böylece ilk grubumuzu oluşturduk haberleşmek için. Sonra, köyden kadın arkadaşlar da haber vermeye başladı. Düzenli olarak köye gitmeye başladık her hafta. Yine bu konudan ciddi bir şekilde etkilenen Güzelburç Mahallesi’ne de gidiyorduk. Ya etkinlik yaparak ya da kadınlarla buluşma şeklinde Dikmece’ye gitmeye başladık. 

Meryem: Ben Mersin’den yeni dönmüştüm. Çocukları okutmak için oraya götürmüştüm. Döndüğümde, bir toplantı var dediler. Mor Dayanışma’dan Selver’in geldiğini söylediler. Daha önce bizimle kimse ilgilenmemişti, kimse köye gelmemişti, köy dağın eteklerinde olduğu için ötekileştirilmiş durumdaydık. Selver’le tanıştık, daha sonra beraber festivale katıldık. Bu bizim için çok güzel oldu, ben iyi ki Mor Dayanışma buraya gelmiş de böyle güzel bir şeye sebep olmuş diyorum. 

Bilge: O zaman kadınların örgütlenmesi Mor Dayanışma üzerinden iletişimle oldu diyebiliriz, değil mi?

Meryem: Tabi ki. Herkes kendi halindeydi, burada ulaşımımız olmadığı için dışarıya hiç çıkamıyoruz. Bu küçük köyde herkes, depremden sonra psikolojisi bozuk bir halde, kendi evinde oturuyordu. Evimizden çıkıp komşularımıza bile kolay kolay gidemiyorduk. Bu toplantı sayesinde ben uzun zamandır mahalleden görmediğim kadın arkadaşlarla oturdum sohbet ettim, benim için çok güzeldi. Daha sonra bu yavaş yavaş birbirimizi daha sık görmeye, birbirimizden fikir almaya, yani yavaş yavaş bir örgütlenme şekline dönüştü. Ben çok mutluyum bu durumdan.

Selver: Depremin öncesinde de mahallelerde çalışmalar yürütüyorduk ama bu bize ulaşan kadınlar aracılığıyla oluyordu. Harbiye, Samandağ, Armutlu, Antakya’daki çevrede, Serinyol ve Karaağaç’ta kadın çadırlarını depremden sonra 7 Şubat’ta kurduk. Bu ilk süreç bizim için enkazdan kurtarma ve sonra şehre tuvalet getirme çalışmalarıyla başladı. Ben de mesela depremden etkilenen kadınlardan bir tanesiyim. Yıkımın çok büyük olduğu bir mahalleden, depremden sağ çıktım. Mor Dayanışmalı bir kadın arkadaşla kalıyordum Armutlu’da. İkimiz de enkazdan çıktık. Ama 7 Şubat’ta tüm sosyalist feministlerin, şehir dışından gelen kadın örgütlerinin ve sosyalistlerin düşüncesi yalnızca fiziksel olarak değil, düşünsel olarak da bu şehri yeniden kurmaya ihtiyacımız olduğuydu. Bu yüzden bulunduğumuz mahallede buna yönelik çalışmaları sık ve istikrarlı bir şekilde yapmaya çalışıyoruz. Dikmece için de öyle, konumuz en baştan beri istimlaktı ama tabi biz Mor Dayanışma olarak ara ara başka konular üzerinden de tartışmalar ve etkinlikler yürütüyorduk. Kadın mücadelesinin girmediği sokak, girmediği mahalle, girmediği köy kalmasın diye düşündüğümüz için, hem istimlak sorununu çözmek hem de kadınların özgürleşmesini, kendilerini keşfetmesini sağlamak ve kadın mücadelesini Hatay’dan yükseltmek düşüncesiyle ilerledik. 

Bilge: Dikmece’de olanlar, Türkiye’nin birçok yerinde de yaşandığı gibi bir doğayı talan etme projesi. Aynı zamanda kadınların daha çok eve mahkum edildiği, günden güne korumasızlaştırıldığı bir süreçten geçiyoruz. Dikmece direnişinde, devletin çevre talanıyla kadın talanınına karşı somut olarak mücadele edildiğini görebiliyor muyuz? Ekolojik yıkım ve kadın talanına tepkilerin birleşmiş olarak bir örgütlülüğe dönüştüğü söylenebilir mi? Dikmece bu açıdan sembolik bir anlam taşıyor diyebilir miyiz?

Meryem: Sanırım diyebiliriz. Şu anda biz kadınlar mücadelede genelde ön saflardayız, direnişi büyütmeye çalışıyoruz, bu çok büyük bir etki yaratıyor tabi ki. Bize de çok iyi geldi. Hem toprağımızı, evimizi, ağacımızı koruyoruz hem de her gün kendimizi biraz daha keşfediyoruz, biraz daha ufkumuz açılıyor, daha çok bilinçleniyoruz. 

Bilge: Her mahalleye girmenin, tüm kadınlarla iletişim kurmanın, aynı zamanda kadınları Dikmece direnişi etrafında birleştirmenin etkisini somut olarak nasıl değerlendirirsiniz? Dikmece direnişinin gittiği yönü, kadınların doğayla ilişkisini ve haklarına sahip çıkmalarını düşündüğünüzde bunların önümüzdeki süreçte Hatay’da hayatı yeniden kurmaya nasıl etki edeceğini düşünüyorsunuz? 

Selver: Dikmece merkezi bir mahalle, Antakya’yla İskenderun’a giden yol hattında ve Dikmece’deki zeytin endemik bir tür. Buradaki insanlar geçim kaynağını zeytinden sağlıyor. Kepçeler mahsulsüz tarlalara girmiş durumda. İkincisi depremde etkilenen bölgelerin ve istimlak edilen bölgelerin hepsi Arap Alevi nüfusun bulunduğu bölgeler. Üçüncüsü, gelen yer TOKİ olduğu için daha da çok sermayenin zenginleşmeye çalışıyor, bir yandan da tabi bir doğa talanıyla karşı karşıyayız. Bu doğa talanına dair de biz hep şunu söylüyoruz, orada sadece zeytinler ya da mahsul yok. Bitki türünden böcek türüne, kuş türünden kelebek türüne birçok canlı yaşıyor. Burada topyekun bir saldırı halindeyiz ama diğer soru için de şunu söyleyebilirim, Türkiye’de zaten kadınlar İkizköy’den İkizdere’ye, Kaz Dağları’na kadar direnişlere öncülük ediyor. Zaten kadın hareketinin de Türkiye’de daha da yükseldiği bir süreçle karşı karşıyayız. 25 Kasım, 8 Mart, 1 Mayıs’ta alanlara ya da herhangi bir güncel sorundan kaynaklı sokağa en hızlı çıkan kadınlar oluyor. Bir de şöyle de bakmak gerekiyor bu sürece; Dikmece’de kadınlar direnişe bazen dönüşümlü olarak geliyorlar. Mesela, arkadaşın dört çocuğu varsa ya da eltisinin üç çocuğu varsa birbirlerine bırakarak geliyorlar direnişe daha çok katılmak için. En son bir arkadaş, “acaba çocuğuma bakması için birini mi bulsam?” diyordu. Biz öğlen bir duyuru varsa iki arkadaş duyuruya çıkıyoruz, akşam yemeğini ev emekçisi bir arkadaş hazırlıyor, en azından direnişten ya da etkinlikten sonra başka yüklerle karşılaşmayalım diye dönüşümlü yapıyoruz. Süreç aslında böyle ilerliyor. Başta köyle, direnelim mi direnmeyelim mi diye konuşuyorduk; şimdi ise direnişin formüllerini konuşuyoruz, acaba hangi alanı seçsek, bu alanı seçtiğimizde nasıl olur, tüm köyü nasıl katabiliriz vs. diyerek. Şu da bir gerçek, mitingde de ilk önce kadınlar buluşma alanındaydı. Biz zaten Mor Dayanışma’dan da haberleşiyoruz. Şunu da söylüyoruz, duyuruyu sadece biz yapmayalım; bu yüzden duyuru yaparken ortak bir şekilde çıkıyoruz, herkesin bir on kişilik listesi olsun istiyoruz. En sonki mitingimiz de böyleydi; sloganından konuşmacısına, duyurucusuna, teknik işleri hazırlamasına; elbette biz de vardık, ama köydeki arkadaşlar bunları ayarladı. Toplantıları da hazırlıkları da meclis tarzında ilerletiyoruz, kararları ortak alıyoruz. Ama kadınlar olarak şunu da ayrı yapıyoruz; direniş çadırındayken öncesinde biz bir görüşme alıyoruz ya da direniş çadırında başka bir işimiz varsa mahalleden başka bir kadının evinin avlusuna gidiyoruz, o birilerine haber veriyor. Hem Mor Dayanışma’yı hem bu direnişi hem de neden direnişe katılmamız gerektiğini konuşuyoruz. Yani süreç çok yönlü ilerliyor.

Meryem: Ben doğma büyüme buralıyım. Buranın insanlarını, onların kafa yapısını az çok tanıyorum. Ben direnişteki yürüyüşleri ve basın açıklamalarını önce televizyondan izledim. Sonra alana geldim, önce dışarıdan izliyordum ve izledikçe kendimi işin içinde gördüm. Bir şeylerin yapılması gerektiğini, kadınların örgütlenmesi gerektiğini düşündüm. Biz kadınlar öncülük etmeden hiçbir şey olacağını düşünmüyordum, biz kadınlar ne kadar ön safhalarda olursak sanırım erkekler bizi o kadar çok destekliyorlar. Selver’in de dediği gibi burada imkanlarımız bazen çok kısıtlı oluyor, direnişi dönüşümlü yapıyoruz. Bu şekilde yürütüyoruz, sanırım gün geçtikçe daha da çok büyüyecek bu örgütlenme, daha güzel şeyler olacak. 

Bilge: Şu anda uygulanan istimlak politikasından vazgeçilmedikçe bu direniş devam edecek ve büyüteceksiniz diye anlıyorum, değil mi? 31. günde olduğunuzu söylediniz, katılım günden güne tabi ki artıyordur ama başlarda çekingenlik gösteren, direnişin içinde olmayanların da sonrasında örgütlendiğini ve bunun gerekli bir şey olduğunu düşünmeye başladığını görüyor musunuz?

Meryem: Aslında bu mahalledeki bir sürü kadın benimle aynı fikirde. Tabi ki önce çekinenler oldu; sonradan “biz de burdayız, biz de sesimizi çıkaracağız, beraber yürüyeceğiz” diyenler oldu. Kadınlar aslında burada örgütlenmeye açıklar, tabi bazen provokasyonlar oluyor ve korkutulmaya çalışıyorlar. Ona rağmen bir sürü kadın arkadaş bunlardan hiç korkmadan devam ediyor bizimle yürümeye. Biraz çekinip korkup geri duranlar da var, fakat o geride duranlar da evde bir şekilde ellerinden geleni yapmaya çalışıyorlar. Ya sosyal medyadan ya da başka şekillerde bize destek olarak direnişin içinde oluyorlar. 

Bilge: Hem kişisel tecrübenize dayanarak hem de oradaki kadınlara verdiği güç ve örgütlenmeye katkısı açısından Mor Dayanışma’nın rolünü nasıl betimlersiniz? 

Meryem: İlk toplantıda, Selver’le tanıştığım gün, ortamı gözlemlemiştim ve sanki Selver içimizden biri gibiydi, bizi yıllardır tanıyormuş gibiydi. Sonra etraftaki arkadaşlar da ondan bahsetmeye başladılar, daha çok görüşmeye başladık. Güven vericiydi, o ve Mor Dayanışma gerçekten her konuda zihnimizi açmak için farklı fikirler sunuyorlar bize. Mor Dayanışma’nın buraya gelmesinin, böyle bir çalışma yürütmesinin çok yerinde ve güzel bir faaliyet olduğunu düşünüyorum. Benim için ayrı bir özelliği oldu; ben zaten bu köyde genç kesimdenim, 34 yaşındayım. Biraz eksiklik hissediyorum bu konuda. Sanki insanlar, kadınlar birbirlerinden ayrıştırılıyorlar, bir şekilde bu oluyor. Şu anda gerçekten birbirimizi daha çok tanıyoruz, birbirimizle daha çok görüşüyoruz, birbirimize destek oluyoruz. Bunu gördükçe, bu örgütlenmeyi, bu desteği, birbirleriyle neredeyse hiç görüşmeyen insanlar bile görüşmeye başladı. Bunu kırmak çok güzel ve çok heyecan verici benim için, hele mahallemde bu olayın olması benim için çok çok güzel oldu. Bunun için Mor Dayanışma’ya çok teşekkür ederim aslında. İyi ki geldiler, iyi ki beraber direniyoruz. 

Selver: Ben de ilk köye gittiğimde mesela, sonrasında arkadaşlarla konuştuğumda şunu söyleyenler oldu: “Başta size çok güvenemedik, acaba kim bunlar” dedik. Ama sonra bu güvenle birlikte bir tereddüt hissetmediklerini söyledi kadınlar. Başta iş durumuna göre daha aktif olanlar başka bir şekilde bu aktifliğini sürdürdü. Bu aktiflik Meryem’in de söylediği gibi örneğin, bir arkadaş tarlada çalışıyorsa, akşam komşuya haber veriyordu ya da sosyal medyada paylaşıyordu, başka bir arkadaş evinin önünü açıyor, başka bir arkadaş hangi kadına gitmeliyiz onu ayarlıyor, kimlerle iletişim kurmalıyız, ne şekilde ilerlemeliyiz söylüyordu. Evet biz bir direniş içerisindeyiz, ama siyasette de bunun öncesinde şöyle söylüyorduk “siyaseti de erkeklere bırakmayacağız yaşama hakkımızı da bırakmayacağız” ve burada Dikmece’de şunu görebiliyoruz: orayı zenginleştirici fikirlerin kadınlardan çıktığını ya da kolektif karma toplantılarımızda oraya da yön veren arkadaşların da köyden kadın arkadaşlar olduğunu görebiliyoruz. Direnişte ilk fotoğrafta da böyleydi, en sonki fotoğrafta da. Genelde kadınlar ya da çocuklar ya da yaşlı arkadaşlar görüntüde daha ön planda oluyor. Şunu da gözlemledim Mor Dayanışma’ya dair, biz gittiğimizde köyde merak etmişlerdi, “istimlak dışında ne için burdasınız, ne yapacağız?” diye. Biz direkt şunu söyledik: Örgütlenmek ve depremden sonra yaşamı beraber kurmak. Şu an burdaki sorun istimlak, başka bir yerdeki sorun asbest oluyor, başka bir yerde yıkım, bir başka yerdeki sorun şiddet olabiliyor ya da kadın cinayeti. Bizim derdimiz burada örgütlenmek ve istimlak gibi kötü bir vesileyle iyi şeyler yapmak, kadın mücadelesini artırmak. Şimdi de kampımız var, miting bitti, kamp odağımıza başladık. Kampta mesela, Dikmece’den katılan arkadaşlar, direniş ruhuyla katılmış olacaklar. Orada direnişe dair de söyleşimiz olacak. Diğer şehirlerdeki kadınlar da olacak orada, mesela Adana, Mersin ya da diğer iller. Hatay’ı ziyaret ederken genelde Adana’dan kadınlar geliyordu, merak ediyorlardı, yıkımın olduğu yerlere gidiyorduk ya da mahalleye geldiklerinde kadınları çağırdığımızda duygu ve düşüncelerini paylaşıyorlardı. Şimdi biz hem daha da güçlenerek çıktık, hem de depremin altıncı ayı geçti. Birçok mücadele ve başka deneyimlerimiz oldu. Kampta da ben bunu en güzel şekilde yansıtacağımızı ve kız kardeşlik bağımızı yükselteceğimizi düşünüyorum. Bu direniş, istimlak ya da başka bir olay, bize aslında kadın mücadelesini daha da büyütmemiz gerektiğini ve büyütme yolunda olduğumuzu gösteriyor. 

Mor Dayanışma’nın kurulduğu yer Antakya’ydı. Gezi’den hemen sonraki süreçte açtık.. Gezi de bizim için başka bir toplumsal hareketti ve yine kadınların en önde olduğu, “küfürsüz direnin” diyen kadınların olduğu bir direnişti. Antakya’da bizim derneğimiz ilk Armutlu’da açıldı ve Antakya’dan sonra birçok yerde Mor Dayanışma’yı büyüttük. Bize ulaşan kadınlarla sırt çantamızı alarak, mahallelere giderek orada dayanışmayı büyütmeye, Mor Dayanışma’yı daha da örgütlemeye çalıştık. Şimdi ilk yerimizde, hayatı yeniden inşa edeceğiz diyerek Antakya’dan başlıyoruz. Şu an mahallelerdeyiz, umarım diğer süreçlerde Armutlu’da da, Armutlu’nun çevresinde de depremden dolayı giden ama şu an geri gelen ya da gelmek isteyen birçok kadınla yan yana geliriz. Dikmece, istimlak dışında, kadın mücadelesini farklı boyutlarıyla, örgütlenme boyutuyla bize farklı pencereler açar. 

Meryem: Şöyle bir anı aklıma geldi. Biz Selver’le dolaşıyoruz, bazen duyuru yapıyoruz, bazen çadırda bulunuyoruz. Selver’le daha önce tanışmayan arkadaşlar arıyorlar beni, “bize de gelin ziyarete” diyorlar. “Bize de o arkadaşını getir, bir tanışalım, kahve içelim, sohbet edelim” diyorlar. Böyle çok güzel geri dönüşler alıyoruz. Kimisi de “hangi aileden bu arkadaş?” diyor, yani Selver’i bizim köylü olarak görüyor çoğu kişi. Arkadaşlığımız çok güzel oldu, içimizden biri olarak şu anda Selver, başka biri gibi düşünmüyoruz onu hiç. Sanki yıllardır beraber büyümüşüz, kız kardeşimizmiş. Gelen tepkiler çok güzel, herkes bir şeyler yapmaya çalışıyor. Bu örgütlenme daha çok büyüyecek Dikmece’de, o potansiyelin olduğunu düşünüyorum. 
Selver: Depremden sonraki ilk 8 Mart’ta bir kadın zinciri kurmuştuk Antakya’da. Üç bölgede 8 Mart’ı çok güçlü gerçekleştirmiştik, o süreçte arkadaşlarla tanışmıyorduk. Seneye 8 Mart’ta ya da öncesinde 25 Kasım’da Dikmece’den kadınlarla da yine Antakya’ya inmiş oluruz. Belki bölgelerde de açıklamalarımızı yapmış olduğumuz görüntüleri sosyal medyada duyurmuş oluruz. Buradan biz şunun beyanını veriyoruz; kadın dayanışmasını her mahallede büyüteceğiz. İstimlak vesilesiyle Dikmece’de de büyüteceğiz ve oradaki arkadaşlarla birlikte diğer mahallelere de yayılıp burada kolektif yaşamı birlikte üreteceğiz. Şöyle bir komik anımız oldu onu anlatıp bitireyim. Mitingde kurumlar normal anons edilirken Meryem, kadın mücadelesinin de içerisinde bir kadın olarak, Mor Dayanışma’yı daha güçlü bir şekilde söyledi. Akşam aramızda gülmeye başladık, “bak şimdi oklar bize dönecek” diyerek. Her gelen oka beş okla cevap verdiğimiz için bu bizim için çok bir sorun olmuyor. Buradan şunu beyan edelim; biz burada Hüyük maden direnişini kazandık, Arsuz’da. Yine Arsuz’da Kurtbağı köyündeki direnişi kazandık. Bu direnişi de kazanacağız ve ayrıca kadın mücademizi de büyüteceğiz.