Bizim Olan Her Şeyi İstiyoruz, Alacağız!

Kadınlar olarak yaşamın tüm alanlarına yayılan mücadelemiz elbette ki tesadüf değil. Patriyarkal kapitalizmin bütünlüklü saldırısıyla yaşama hakkı dâhil yaşamın bütün alanlarında zorlanan kadınların, sırf var olabilmek için bile mücadele etmekten başka yolu yok!

İktidar güçlerinin kapitalist sömürüyü derinleştiren, patriyarkal aileyi güçlendiren ve erkek şiddetinin önünü açan politikaları bizleri doğrudan ilgilendiriyor.

Elbette biliyoruz, kapitalizm artı değer sömürüsüne dayalı bir sistem ve işçi sınıfını sömürüyor. Ek olarak, patriyarkal sistemin toprağında doğmuş ve onunla damgalanmış bir sistem olan kapitalizm, kendi işleyişinde oluşturduğu emek hiyerarşisi ile kadın emeğine yönelik daha özel sömürü biçimleri örgütlüyor. İktidar eliyle işçi sınıfına dayatılan parça başı, esnek ve güvencesiz çalışma koşulları, patriyarkal ilişkilerin sağladığı imkânlara dayanılarak özellikle de kadın emeğinin “yeni normali” haline getirilmek isteniyor. Milyonlarca kadın uzun saatler boyunca, çok ucuza ve hiçbir sosyal hakka sahip olmadan kayıt dışı çalışmaya zorlanıyor.

Erkek egemen sistemin dayattığı normlara dayanılarak, kadınlar erkeklerle aynı işi yapsalar da erkeklerden daha düşük ücretlere mahkûm ediliyor, üstelik iş yerlerinde çalışırken taciz ve mobbingle sindirilmeye çalışılıyor.

Enflasyon karşısında eriyen maaşlarla ailenin ihtiyaçlarını karşılamaya zorlanmak ise, her gün kadınlara dayatılan ev içi emeğin yoğunluğunu arttırıyor. Kapitalizm, kadın emeğine yönelik özel sömürü biçimlerinden kar etmekle yetinmiyor, emekçilerin bütününe dayattığı açlık koşullarının kadınların ev içindeki görünmeyen emeği ile hafifletilmesini de talep ediyor.

Neoliberal politikalar yoluyla her şeyin özelleştirilmesi sonucunda, özel alana sıkıştırılmış tüm bakım hizmetleri sermayenin kârına açıldı. Devletin karşılaması gereken hizmet kurumları (yaşlı, engelli, çocuk, hasta bakım evleri vb.) kapatılıyor. Bu hizmetler “sosyal yardım” adı altında kadınlara “devrediliyor”. Bakım karşılığında verilen komik miktarlardaki ücretlerle kadınlar evlere, erkeklere mahkûm ediliyor.

Yine neoliberal politikalar sonucu özelleştirilen sağlık ve eğitim hizmetleri toplumun en yoksul kesimi bırakılan kadınlarda, LGBTİ+ larda derin sağlık sorunlarına yol açtı. Kadınlar temel hizmetlere ulaşamıyor.

Aile sağlığı merkezlerinde ve hastanelerde sağlanan testler, HPV aşısı gibi aşılar, doğum kontrol yöntemleri, önleyici sağlık hizmeti içinde olan kadın sağlık taramaları vb. kadın sağlığına dönük tüm sağlık önlemleri pandemi bahane edilerek kaldırıldı.

Hem iş yerinde hem de evde çifte sömürüye maruz bırakılan kadınlar, gün boyunca verdikleri yoğun emeğe rağmen toplumdaki en yoksul kesim!

İktidarın İhtiyaç Duyduğu Yeni Toplum Yapısı

Siyasi iktidar, kurumsallaştırmaya çalıştığı faşist rejim ile sermayenin ihtiyaç duyduğu sömürü kanallarını sonuna kadar açarken hiçbir yasal engelle karşılaşmadan her türlü yolsuzluğun yapılmasına da imkân tanıyor.

Ülkenin tüm kaynaklarının iktidar mensupları ve sermayedarların soygununa açılması ve devlet-mafya ilişkileriyle zenginleşen karanlık bir güruhun yapıp ettikleri üzerinden her gün ortaya çıkan yeni gerçekler büyük bir öfke yaratıyor.

Çıkarılan emek düşmanı yasalar yoluyla sermayeye tanınan imkânlarla ülkemiz sermaye için cennet olurken emek cehennemine dönüştürüldü. Ülkenin tüm doğal kaynakları doğadaki ekolojik dengeleri alt üst etme pahasına sırf sermayeye yeni kar fırsatları yaratmak için yağmalanıyor.

Emekçilerin gelirlerinden, yoksul halkın zaruri ihtiyaçlarından kesilen vergiler durmadan arttırılıyor. Bizlerden alınan vergiler, devlet destekli “yap, işlet, devret” lerin patronlarına, sermayedarları kurtarma operasyonlarına ve  hepsi yolsuzluğa boğulmuş olan iktidar mensuplarına aktarılıyor.

Yarattığı bu yağma düzeni içinde hiçbir meşruiyeti kalmayan iktidar, ihtiyaç duyduğu meşruiyeti, yarattığı çürümüşlüğe uygun ve kendisine isyan edemeyecek kadar çürütülmüş bir toplum yapısının önünü açarak sağlamaya çalışıyor.

Erkek egemenliği, Türklük ve “Erdoğanist İslam yorumu”na dayalı bir toplumsal düzen, yaratılmak istenen yeni toplumun harcı durumunda. Bu kodların dışında kalan toplumsal güçleri nefret söylemleriyle düşmanlaştıran ve devlet şiddetiyle sindirmeye çalışan iktidar, kendi kitlesini de böylesi düşmanlıklarla etrafında tutmaya çalışıyor. İslam dinini sermayenin yağma düzenine uygun biçimde yorumlayarak inşa edilen “Erdoğanist İslam yorumu”, kadınlara yönelik her türlü saldırıyı meşrulaştırıyor.

Milyarlarca liralık bütçe aktarılan Diyanet İşleri Başkanlığı ve devlet kaynaklarıyla palazlandırılan cemaatler aracılığıyla yeni bir toplum yaratmaya çalışıyorlar. Bu yönelimler, iktidar yandaşı medya organları ve trol ordusuyla da destekleniyor.

İktidar koalisyonunun sermaye ile iş birliği yaparak yoğunlaştırdığı soygun düzeninde durmadan ağırlaşan açlık ve yoksulluk koşullarına sürüklenen halk, cemaatlere muhtaç ediliyor. Toplumsal bir hak olan sosyal yardımlar, Diyanet aracılığıyla belli koşullarda veriliyor ve “yardımı” almak zorunda kalan yoksullar “yeni topluma” örgütlenmeye çalışılıyor. Öyle bir alçakça düzen ki, yoksulluğu yaratanlar yarattıkları yoksulluktan yararlanarak iktidarlarını sağlama almaya çalışıyorlar.

Diyanet ve cemaatler eliyle toplumun bütününe yayılmak istenen “Erdoğanist İslam”, kadınlara aile içinde yaşadıkları her türlü şiddeti sessizce kabullenmelerinin öğüdünü veriyor. Erkek şiddetine karşı “koruyucu kadın sığınakları” değil, kadınlara erkek şiddetini kabul etmelerini öğütleyen “aile ve dini rehberlik büroları” kuruluyor.

LGBTİ+’lara yönelik saldırılar ise açık nefret söylemleriyle ilerliyor. LGBTİ+’ların varlığı bile, iktidar koalisyonunun yaratmaya çalıştığı yeni toplum yapısının en temel yapı taşı ve karakolu olarak kurgulanan hetero-patriyarkal muhafazakâr aileye bir tehdit olarak görülüyor.

Diyanet fetvalarıyla ve iktidar koalisyonu mensuplarının açıklamalarıyla, bütün topluma LGBTİ+’lara yönelik nefret pompalanıyor.

İktidar Politikaları Kadınlara Karşı Açılmış Bir Savaş İlanıdır!

İktidar koalisyonu erkek şiddetinin önünü sistematik olarak açıyor. Hetero-patriyarkanın en bayağı kodlarına sırtını dayayan iktidar motivasyonunu buradan alıyor. Şiddet, taciz ve tecavüz faili erkekler yargı kararlarıyla açıkça korunurken, iktidar mensuplarının söylem ve politikaları tarafından zaten açıkça destekleniyor.

İktidar, kürtaj hakkına saldırıyor ve sonuçta tamamen yasaklayamasa da fiili olarak engelleyerek kadınların kendi bedenleri üzerindeki tasarrufuna el koymak istiyor. Kadınların kaç çocuk yapacakları konusunda bile açıklama yapmaktan çekinmeyen iktidar, nüfusun kontrolsüzce artışıyla geleceğin ucuz işçilerini şimdiden garantiye almak istiyor.

Torba yasalarla çocuk istismarının önünü açacak düzenlemeler yapmaya çalışan iktidar, kadınların direnişine takılsa da istismar faillerini cesaretlendiriyor.

Kadınların büyük mücadeleleri sonucu kazanılan İstanbul Sözleşmesi’nden çekilen ve 6284 sayılı yasayı fiilen uygulamayan iktidar, şiddet faili erkekleri cezasızlıkla ödüllendiriyor. İstanbul Sözleşmesi’nden çekilme gerekçesi olarak bile LGBTİ+’ları koruyan maddelerin varlığı öne sürülmesi, nefret cinayetlerinin devlet eliyle desteklendiğinin açık bir göstergesi. Nefret söylemlerini, yaratmaya çalıştıkları faşist şiddetin meşruiyet aracı olarak da kullanıyorlar.

Yaratılan kadın düşmanlığı diğer faşist dayatmalarla birleşerek göçmen, Kürt, gayrimüslim ve Alevi kadınlara yönelik erkek şiddetinin özel olarak artmasına ve suçluların yargı tarafından görmezden gelinmesine sebep oluyor.

Muhafazakâr hetero-patriyarkal aile içinde erkeklere koşulsuz itaat eden ve çocuk doğuran kadınların makbul sayıldığı, diğer kadınların evde ve kamusal alanda erkek şiddetiyle sindirilmeye çalışıldığı bir toplum yaratılıyor.

Kadınların nafaka hakkı ellerinden alınarak ev içinde verdikleri karşılıksız emek yok sayılıyor, açlık ve yoksulluk tehdidiyle istemedikleri evliliklere mahkûm edilmek isteniyor. Kadınlara yönelik şiddetin ve cinayetlerin büyük çoğunluğunun faili en yakınlarında, çoğunlukla da birlikte oldukları erkekler!

Evlilik içinde erkek şiddeti ve kadın cinayetleri durmadan artarken, neredeyse her gün kadınlar boşanmak istedikleri için öldürülürken, iktidar eliyle evlilik kutsanıyor ve boşanma zorlaştırılmaya çalışılıyor.

Millet İttifakı öncülüğünde 6 parti bir araya gelerek iktidarın politikalarına karşı “ güçlendirilmiş parlamenter sistemi” savunan bir deklarasyon yayımladı. Hatırlatalım, bu partilerden ikisi zaten öncesinde iktidarın bir parçasıydı ve kadın düşmanı politikaların altında imzaları var. Dahası, açıklanan deklarasyonda, kadınların en acil ihtiyacı olan İstanbul Sözleşmesi’ne dönüş ve 6284 sayılı yasa ile İstanbul Sözleşmesi’nin etkin şekilde uygulanması talebine bile yer yok! Bu partilerin Erdoğan’ın inşa ettiği düzeni restore ederek sürdürmekten başka bir şey yapamayacakları açıkça görülüyor.

Kadın Hareketinin Barajı Güçleniyor!

Baskıların hayatın her alanına yayılıp yaşama hakkına bile yaygın saldırıya dönüşmesi aslında kadınlara “Boyun eğin, teslim olun!” diyen bir iradenin bilinçli politikalarının ürünüydü. Ama beceremediler, hatta tam tersine hayatın her alanına yayılan muazzam bir kadın direnişiyle yüzleşiyorlar! Kadınların yükselen mücadelesi, bugün neredeyse tüm mücadele dinamiklerinin ön saflarında kadınların olduğu bir özel süreci doğuruyor.

Kadınlar, erkek egemen düzene karşı sert bir mücadele yürütürken aynı zamanda kapitalist sömürüye karşı gelişen sınıf mücadelesinin ve birçok farklı toplumsal hareketin de ön saflarında kararlı bir duruş sergiliyorlar. Doğanın talanına karşı mücadelelerde, kent hakkı ve hayvan hakları mücadelelerinde en güçlü ses, kadınlardan çıkıyor.

Kadınlar, faşizmin karşısında baraj oluşturan halk güçlerinin öncü toplumsal dinamiklerinden! 

Kadınların direngenliği halk güçlerinin önünü açarken, aynı zamanda tüm mücadele dinamiklerini kadın kurtuluş mücadelesinin zemini ile ilişkilendirip, eğitiyor. Halk güçlerinin mücadelesinin bütününde kadınlar özgürlükçü bir hava oluşturuyor.

Kadınların direnişinin güncel kazanımlara ve kalıcı güvencelere kavuşmaya ihtiyacı var. Öte yandan, iktidarın içinde bulunduğu krizler sarmalının, tüm toplumsal, ekonomik ve ekolojik yapıyı yıkıcı tarzda sarsması karşısında, sadece kadınlar değil, diğer tüm toplumsal güçler de başka bir siyasal ve toplumsal düzen için arayış ve mücadelesi içindeler.

Kadın Hareketinin ve Feminist Hareketin Buluştuğu Ortak Zeminler

Farklılaşmış, derinleşmiş ve zenginleşmiş ihtiyaçlar karşısında hepsini karşılayabilecek; yeniyi keşfederek bizlerin çıkarları ve ihtiyaçlarıyla bütünleşecek zengin örgütlenme biçimlerine ihtiyacımız var.

İşte, kadın hareketi ve feminist hareket bu biçimleri uzun bir zamandır keşfedip sokağa taşıyor. Kadınlar, yoğunlaşmış saldırılar karşısındaki direnişlerini tüm yasaklara, baskıya ve engellemeye rağmen sokağa ve yaşamın farklı alanlarına taşıyabiliyor. Farklılıklarına rağmen değişik zeminlerde kadın örgütleri, feminist örgütler, LGBTİ+ bireyler farklı ihtiyaçlar üzerinden farklı biçimlerdeki ortak zeminlerle bir araya gelebiliyor.

Sol-sosyalist mücadele içinde kurulmaya çalışılan ama bir sonuca ulaşamayan böylesi örgütlenme biçimleri, kadınlar tarafından zengin deneyimler biriktiren pratiklerle inşa edilmiş durumda. Tam da bu zeminlerin varlığı sayesindedir ki, sokakta güçlenerek sürüp gelerek iktidarın krizini derinleştiren ve faşizmin kurumsallaşmasına direnç gösteren bir kadın hareketi var! Bütün ülkeye yayılan “Kadınlar Birlikte Güçlü”, tarihsel takvimlerde oluşturulan “8 Mart ve 25 Kasım Platformları”, İstanbul Sözleşmesi sürecinde “İstanbul Sözleşmesi Kampanya Grubu” vd.

Ama Şimdi, Bir Adım Daha İleri Atmalıyız!       

Şu an içinde bulunduğumuz politik atmosferin muazzam fırsat ve olanaklarına odaklanacak ve sadece iktidar karşıtlığına sıkışmayan bir kadın hareketine ve daha da özelinde bu hareketle kaynaşacak feminist bir odağa ihtiyaç var:

“Yoksulluğa Feminist İsyan” buluşmaları, işte tam da bu yönde arayış adımları olarak atılıyor. Bu odak, aynı zamanda, erkek egemen devletin yeniden inşasını ve sistemin sorunlarını restore etmeyi amaçlayan Millet İttifakı’nın etkisine girmeyecek bir feminist politika ile kadınların kendi gündemini ve güncel acil ihtiyaçlarını önceleyecek; ama orada da durmayıp, kurtuluş perspektifiyle hareket ederek heteroseksist-patriyarkal kapitalist sistemi karşısına alarak başka bir toplumu inşa edecek bir zeminde inşa edilmeli.

Bakışımlı ilerleyen bu iki ana yönelim içine yerleşip yola çıkarak bir adım atalım ve kadınların ve LGBTİ+ ların güncel acil ihtiyaçlarını belirleyelim. Bu talepler öncelenebilir, eklenebilir, kapsamı genişletilebilir durumdadır.

Acil Taleplerimiz:

1. Kadın cinayetlerini ve erkek şiddetini önleme merkezleri acilen açılmalı:

Kadınlara yönelik fiziksel, psikolojik, cinsel veya ekonomik her türlü şiddeti önlemek için etkin merkezler açılmalı; bu merkezlerin kuruluş ve işleyişine kadın örgütleri, STK’lar dâhil edilmeli. Bu merkezlerin nerede ve nasıl açılacağı şeffaf bir şekilde yürütülmeli. Karar mekanizmalarında kimlerin olacağı demokratik yöntemlerle belirlenmeli. Kadın cinayetleri faillerinin cezalandırılması etkin olarak uygulanmalıdır.

2. Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığı içinde birim olan Kadın Hizmetleri bu bakanlıktan ayrılarak ayrı bir Kadın Bakanlığı kurulmalı: Bu bakanlığın tüm hizmet ve işleyişi, kurulacak kadın örgütleri, feministler ve STK’lardan oluşan çalışma meclislerince belirlenmeli ve denetlenmelidir.

3. Kadın sığınma evleri istiyoruz: Belediye kanununda belirtilen nüfusu 100 bini geçen belediyelerin kadın sığınma evi açma zorunluluğu uygulanmalı. Aynı zamanda Aile ve Sosyal Politikalar Bakanlığına bağlı kurum sayıları arttırılmalı. Kadın sığınma evlerinin işleyişi ve hizmetleri şeffaf uygulanmalı ve kadın örgütleriyle iş birliği kurulmalı. 

4. İstanbul Sözleşmesi tekrar imzalanıp etkin şekilde uygulanmalı; nafaka hakkı korunmalı, İLO 190 sayılı İş Yaşamında Şiddet ve Tacizin Ortadan Kaldırılması Sözleşmesi acilen onaylanıp uygulanmalı:

Uzun yıllar süren kadın mücadelesi sonucunda imzalanan İstanbul Sözleşmesi, kadınlara ve LGBTİ+’lara yönelik şiddeti önleme ve şiddet suçları ile etkin mücadele etme konusunda hayati öneme sahip uluslararası bir anlaşmadır. Kadın düşmanı ve homofobik iktidar ise, kendisine yakışanı yaptı ve ‘aile yapısını bozduğu’ gerekçesi ile sözleşmeden geri çekildi. Bu kararın hiçbir meşruiyetinin olmadığını on binlerce kadın olarak sokakları doldurup herkese açıkça gösterdik. Sırada sözleşmeyi tekrar imzalatmak ve etkin bir şekilde uygulatmak var.

Ayrıca çalıştığımız atölyelerde, fabrikalarda ya da plazalarda güvende değiliz. Erkek şiddetinin her türlüsü ile burun buruna yaşadığımız çalışma alanlarımızı savunmaya ve dönüştürmeye kararlıyız. Bu anlamda en önemli adımlardan biri ILO 190 sayılı sözleşmenin yürürlüğe girmesi ve etkin uygulanması ivedilikle sağlanmalıdır. İnsana yaraşır koşullarda çalışmak en temel hakkımız.

5. Koruyucu ve önleyici temel sağlık hizmetleri erişilebilir olmalı ve doğum kontrol yöntemleri ücretsiz ve yaygın hale getirilmeli, temel ihtiyaç olan regl ürünleri ücretsiz olmalı:

Kadınların yaşadığı temel sağlık sorunlarına dair ilaçlar, tedavi hizmetleri ve önleyici hizmetler içinde olan taramalar ve testler Aile Sağlığı Merkezleri’nde karşılanmalı. Bu merkezlerin teknik, personel ve teknolojik iyileştirilmeleri düzenli yapılmalıdır.

Temel ihtiyaç ürünü olan regl ürünleri erişilebilir, nitelikli ve ücretsiz olmalı. 

Heteropatriyarkal sistemin dayattığı normları en açık hali ile gördüğümüz alanlardan biri şüphesiz cinsellik. Cinsel yollarla bulaşan hastalıklara karşı koruyucu ve önleyici sağlık hizmetlerine erişimimiz yok. Tabii ki sınıfsal aidiyetlerinden dolayı bu hizmetlere ulaşabilen bir kesim var ama toplumun ezici çoğunluğu bu hizmetlere erişemiyor. Her geçen gün daha da yoksullaşan kadın ve LGBTİ+’lar cinsel yolla bulaşan hastalıklar karşısında korunmasız bırakılıyor. Bu durumun erkek egemen politikalarla iç içe geçtiğini çok iyi biliyoruz.  Başta HPV aşısının ücretsiz biçimde yaygınlaştırılması olmak üzere koruyucu-önleyici sağlık hizmetleri erişilebilir olmalıdır.

6. Yaşama hakkı için; beslenme, barınma, ısınma, sağlık, eğitim ve ulaşım gibi en temel ihtiyaçların karşılanması için mücadele etmek zorunludur:

İnsanca, güvenceli ve onurlu bir yaşam için üretimde ücret eşitliği ve temel gelir güvencesi sağlanmalı. Kadınların ücretli doğum ve süt izni etkin uygulanmalı ve erkeklere babalık izni sağlanmalı. Savaşa, gericiliğe, servet zenginlerine değil, halk için bir bütçe planlaması hayata geçirilmeli. Kadınlar için bütçe ayrılmalıdır.

Temel ihtiyaçlardan alınan dolaylı vergiler kaldırılmalı ve artan oranlı servet vergisi koyulmalıdır.

7. Eğitimde, toplumsal cinsiyet eşitliği dersleri ilkokuldan üniversiteye kadar her kademede okutulmalı:

Bilimsel ve nitelikli eğitimin olmazsa olmazı olarak, toplumsal cinsiyet eşitliği dersi zorunlu hale getirilmeli, müfredat ve tüm eğitim politikaları toplumsal cinsiyet eşitliğini esas alarak yeniden düzenlenmelidir.

8. Yaşamak için öz savunma haktır, yargılanamaz:

Öz savunma, erkek şiddetine karşı kadınların kendilerini koruma hakkıdır. Kadının kendi bedeni üzerindeki hâkimiyetini eline alması gerekiyor. Devlet ve hukuk sistemi kadınları erkek şiddetine karşı korumadığı gibi, kışkırtılan erkek şiddeti cezasızlıkla ödüllendiriliyor. Bu yüzden her geçen gün artan kadın cinayetlerine ve kadına yönelik erkek şiddetine karşı öz savunma haktır, yargılanamaz. Kadınların yaşamak için yaptığı her türlü savunma, bir meşru müdafaa olarak görülmeli ve cezasız kalmalıdır.

8Kadınlara toplumsal ve siyasal yaşamda pozitif ayrıcalıklar sağlanmalı.

9. Mülteci/göçmen/kaçak göçmen ayrımlarıyla statüye bağlı olmaktan çıkarılmalı: Göçmen insan haklarından faydalanmak, mülteci/göçmen/kaçak göçmen ayrımlarıyla statüye bağlı olmaktan çıkarılmalı, eşit olarak herkese sağlanmalıdır. Mültecilerin pazarlık aracı haline getirilmesine acilen son verilmelidir. Mülteci-göçmen kadınlara yönelik emek-beden sömürüsü ve tahakkümüne son verilmelidir…

Bütün savaş ve operasyonlar durdurulmalıdır.

Kadın Özgürlükçü Yeni bir Düzen İstiyoruz!

Erkek şiddetini durdurmayı amaçlayan ve kadınların en temeldeki yaşam hakkını güvence altına alan acil taleplerimiz için mücadele etmek, sadece güncel durumumuzu kısmen ve geçici olarak rahatlatabilir.

Biz kadınlar esas olarak patriyarkanın ve kapitalizmin bizlere dayattığı sömürü ve baskı sistemine karşı mücadele etmek zorundayız.

Patriyarkal kapitalizmin kadınlara dayattığı özgün sömürü biçimlerinden kolayca vazgeçmeyeceğini elbette biliyoruz.  Aşağıda belirttiğimiz hedeflerimize ulaşmada kadın mücadelesinin, işçi sınıfı hareketiyle, diğer antikapitalist alanlarla ve halkçı-demokratik toplumsal güçlerle “Demokratik Cumhuriyet” hedefiyle kuracağı ittifakın kazanımları belirleyici olacaktır.

İşte, güncel ve acil taleplerimizin ötesine sıçrayarak, kadın özgürlükçü yeni bir düzene doğru hamle yapmalı, kazanımlarımızı anayasal güvenceye almalıyız!

1-Kadınlara tam zamanlı, güvenceli ve erkeklerle eşit ücret alacakları istihdam sağlanmalı:

Kadınların insanca yaşam standartlarına uygun çalışma saatleri ve ücretler ile güvenceli ve güvenli çalışma koşulları anayasal güvenceye alınmalıdır. 

2-Toplumsal cinsiyet eşitliği anayasal güvence altına alınmalı:

Erkek egemen sistem içerisinde ayrımcılığa, şiddete ve sömürüye maruz kalan kadın ve LGBTİ+’ların eşit ve adil bir şekilde yaşayabilmesi için atılması gereken en önemli adım toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasıdır.

Kökleri çok derine inen patriyarkal sistemdeki heteronormatif rollerin derinine inilmedikçe toplumsal alanda eşitlik sağlanamaz. Biz kadınların feminist bilinçle bütünlüklü olarak kavradığı bu durumun toplumsal alana da yayılması kritik öneme sahip. Yaşam alanlarımızda, okullarımızda, iş yerlerinde ve diğer bütün kamusal alanda toplumsal cinsiyet eşitliğinin sağlanmasına yönelik etkin çalışmaların ve eğitimlerin yürütülmesi anayasal güvence kazanmalıdır.

3-Bakım hizmetleri kamulaştırılmalı; hasta ve yaşlı bakım evleri ve kreşler devlet tarafından açılmalı. Bu alanlarda erkeklerin çalışmasının “teşvik edileceği” düzenlemeler getirilmelidir:

Hane içinde yaşlı, hasta, çocuk bakımını üstlenmek zorunda bırakılan kadınların söz konusu özel emek sömürüsünden kurtulması için bakım emeğinin kamusallaştırılması acil ihtiyaçtır. Hem ev emekçisi hem de çalışan kadınların emeklerine aile içinde el konuluyor ve görünmez hale sokuluyor. Pandemi sürecinde de açık bir şekilde gördüğümüz gibi, kriz anlarında ilk başvurulan yine kadınların görünmeyen emeği oluyor. Karşılıksız bakım emeği kadınların maruz kaldığı her türlü ayrımcılığı ve şiddeti pekiştiriyor. Bu durumu değiştirmek için bakım evlerinin, kreşlerin devlet tarafından açılması anayasal güvence kazanmalıdır

4-İnsanca ve güvenceli yaşam hakkı anayasal güvence altına alınmalı:

Boşanmış ya da boşanma sürecinde olan kadınlar başta olmak üzere kadınların ve LGBTİ+ ların barınma ihtiyaçları, çocuklu olanların kreş talebi, eşit ve güvenceli çalışma koşulları devlet tarafından karşılanmalıdır.

Aile içine hapsedilen kadınlar toplumsal ve ekonomik alanda güçsüz bırakılıyor. Ekonomik sistem, toplumsal normlar ve yasalar kadınların erkeğe, eşe, babaya, erkek kardeşe mahkûm olması üzerinden sürdürülüyor; kadınlar aile içine hapsediliyor.  Cesaretini toplayıp boşanmak istediklerinde ise ekonomik zorluklar nedeniyle karşılarına duvarlar örülüyor.

Boşanmak ve kendine yeni bir hayat kurmak kadınların en temel hakkı iken, bu hakkın gerçekleşmesi mevcut koşullardan dolayı çoğunlukla imkânsız oluyor. Bu durumun önüne geçilmesi için, ekonomik zorluklar yaşayan kadınların barınma ihtiyaçlarının karşılanması ve ekonomik bağımsızlığını kazanması için güvenceli iş imkânı sağlanması ve çocuklu olanların kreş talebinin karşılanması anayasal güvence kazanmalıdır.

5. Erkek egemen, halkçı ve özgürlükçü olmayan çürümüş despotik “laiklik” anlayışına karşı, halkçı, demokratik, cinsiyetsiz bir laiklik anayasal güvence altına alınmalı:

Kimliklerimizi belirleyen tek olgu cinsiyetimiz değil. Kadın olmaktan kaynaklı yaşadığımız ortak sorunlar yanında; sınıfımız, inancımız, inançsızlığımız, ırkımız, dilimiz, kültürümüz, cinsel yönelimimiz dolayısıyla da yaşadığımız iç içe geçen özgün sorun alanlarımız var.

Tek bir inancı dayatmayan, bütün inançlara ve inançsızlığa kör olan, tüm inançların ve inançsızlığın özgürce yaşanabileceği bir halkçı-demokratik “laiklik” ilkesi, yeni bir toplumun inşasında demokratik ve güvenceli bir yaşamın olmazsa olmazıdır.

Sosyalist Feminist Mücadele İle Kazanacağız!

Kadın mücadelesi, kadınlara reva görülen şiddet sarmalına karşı müthiş bir direngenlik ve politikleşme ile mücadele sürdürüyor.

Siyasi iktidar tarafından kadınlar üstünde binbir çeşit baskı aygıtı, şiddet ve hukuksuzluk ile korku inşa edilmeye çalışılırken, kadınlar 1 Temmuz “İstanbul Sözleşmesi” eylemleri ve ardından 25 Kasım’daki “Kadına şiddete hayır!” eylemleri ve en son 8 Mart’da parlayan kolektif ve kitlesel direnişi ile sokaklardaki fiili meşru mücadele hattını genişletti ve zaten var olan faşizme karşı moral üstünlüğünü güçlendirerek sürdürdü.

Evet, tekrarlayalım, şimdi bir adım daha ileri atmanın zamanıdır!

Kadın hareketinin, farklı nüansları ortaklaştıran feminist bir politikayla, ulaştığı güce ve sokaklarda yakaladığı meşruiyete dayanarak oluşturduğu etki alanı üzerinden siyasal bir güce de dönüşmesi gerekiyor.

Bu güç, kadın hareketinin kendi güncel gündemini ve şimdi-hemen gerçekleşmesini talep ettiği acil ihtiyaçlarının şimdi-hemen gerçekleşmesini hedefler. Ve aynı zamanda, sistem karşıtı özgün bir güç olarak aynı zeminde var olan başka toplumsal güçlerle ortaklaşarak, erkek egemenliğinin ürettiği cinsiyet rollerinin ve cinsiyet eşitsizliklerinin ortadan kalktığı kadın özgürlükçü bir geleceğe doğru fiili-meşru adımlarla ilerler.

Şimdi, erkek ve erkek-devlet şiddetine ve sermaye sömürüsüne karşı oluşan gerilimli ama bir o kadar fırsat kokan havayı kendi ihtiyaçlarımız doğrultusunda yapılandırma zamanıdır.