*Bu yazı TEB Oyun Dergisi’nin 2023 Bahar / Yaz (47/48) “Nasıl?” konulu özel sayısında yer almıştır.

Birinci Gece

Bir göl kenarı… İki kadın oturmaktadır. Birinci kadın, gölün kıyısından suyun derinliğine zıplayan  kurbağalara odaklanmıştır. Kurbağaların hareketleriyle birlikte o da hareketlenmektedir. İkinci kadın, burnunu  tutmakta, ortamda rahatsız edici bir kokunun verdiği rahatsızlıkla midesinin bulandığını gösterecek jestler kullanarak oradan kalkar ve gider. Birinci kadın tek başına kaldığını fark eder etmez Troyalı Kadınlar oyunundan bir bölümü ezbere tekrar eder.

Birinci Kadın:

Kalk ayağa, 

Gözlerini aç…

Bak…

Önünde bir Troya yok artık

Sen de artık Troya’nın kraliçesi değilsin 

Kabul et değişen yazgını…

Kabul et dünyanın gelgitine kapılmayı

Kabul et kabaran dalgalarla sürüklenmeyi 

Hayatının güçsüz takasını

Dalgalara karşı sürme…

Akıntıya karşı durma!

Hekabe!

Bıraksınlar canım yanıyor diye bağırayım,

Zira şehrim yok olup gidiyor.

(İkinci kadın içeri girer.)

İkinci Kadın: Artık konuşacağım, beklemekten yoruldum. Bu ölüyü gömmeliyiz. Sen kokunun yarattığı şu iğrençliği göremiyor musun? Saatlerdir kokuyu alamıyor musun? Hayır, sen kokuyu görebiliyorsun fakat kurbağaları izlemeyi tercih ediyorsun. Evet, anlıyorum. Çoçukluğunun geçtiği evdeki günlerini hatırlatıyor burası sana. Yakındaki bataklığa kaçıp yakalamaya çalıştığın kurbağaları hatırlıyorsun. Artık o bataklık yok, kaçacağın bir yer de yok. Hem kurbağalar senin yaklaştığını görür görmez atlıyor işte göle. Görmüyor musun? Haydi gel gidelim, yalvarırım. Şu pis kokulu ölüyü gömelim. Kokusundan arındırıp ona güzel bir mezar inşa edelim. Yardım et bana.

Birinci Kadın: Bırak acımı yaşayayım, yalvarırım. Hem elimden ne gelir ki? Ben kurbağaları izlemek istiyorum. Benden her kaçtıklarında, acımı onlarla birlikte gölün sularına bırakıyorum sanki. Onlar yerine ben kaçıp kurtuluyormuşum gibi. Düşünsene, göle yaşamak için giriyorlar.  Tıpkı biz kadınlar gibi… Suya koşuyorlar, yaşayabilmek için. Bir süre burada kalmak, onunla burada yaşamak istiyorum. Burada ona ve bana bir ev inşa edeceğim. Bedenlerimizin sığacağı mezarlar yerine ağaçların arasında ruhlarımızın nefes alacağı bir yer olacak. Kurbağaların istediği zaman dalıp, istediği zaman çıkabildikleri bir yer olacak burası. 

(O sırada ikinci kadın kokudan bayılacak gibidir.)

Birinci Kadın: Kokuyu hissetmiyorum bile. Onun kokusu ceketimin kokusundan, senin parfümünden farksız. Havanın, gölün, ağaçların kokusuyla eşdeğer hatta. Tüm öğrendiklerimi unutmuş gibiyim ama ona sığabileceği bir mezar yapmak istediğini hatırlıyorum. Mezarına çiçekler  dikmek, ona bir ad bırakmak istiyorsun ama ben onunla burada tekrar nefes almak istiyorum. Sen mezarının etrafını bir peyzaja dönüştürmek, çiçeklerin nizamını bozmamaya çalışarak mezarının başında konuşmak isterken, ben bu vahşi otların arasında onunla yabanileşmek istiyorum. 

İkinci Gece 

(İkinci Kadın gitmiştir. Güneşin doğuşuyla Birinci Kadın hikâyesini anlatmaya başlar.)

Birinci Kadın : Leyla. “Hüzün, güzelliğinin ardında sırasını bekler.” derdi annem. Akrebin gözleri gibi. Yaşanacak en güzel dakikaları yaşamayarak elde edeceğine inanırdı. “Nefesinin kesildiğini anladığın o gün yaşayacaksın. Özgürleşeceksin.” Annem, Leyla’yı öldürmeden hemen önce söyledi bunları. Leyla’yı o bataklığın kucağına bırakırken herkes seyretti. Sabah kalkıp yola koyulan, dua eden, acı çeken, ağıt yakan, gözlerinin içi gülen, şiir okuyan, isyan eden insanlar seyretti. Kurbağalar bağırıyordu. Leyla’nın ağıtını kurbağalar yaktı. Ben de o gün aklımı o bataklığa attım, yollara düştüm. Dağların acımasızlığına, kuşların kayıtsızlığına, çiçeklerin baharı getirişine ağladım. Leyla ölmüştü, bahar nasıl geliyordu? Baharın güzelliği Leyla’mın yanaklarına benziyordu. Yanaklarının  rengi canımı acıtıyordu. Yapraklar, Leyla’nın ölümünü ANLAMAMIŞTI. Rüzgar, Leyla’yı bataklığa atanların pis kokusunu alıp yapraklara ödünç vermişti. Doğa, Leyla’yı kimsesiz bıraktı. O günden beridir yollarda yürüyorum. Leyla’yı öldürenleri bulacağım. Leyla’nın öldüğünü anlamayanları bulacağım, onu bulup kokusuna sarılacağım. Çiçeklere Leyla’yı anlatacağım ki kaybolmasın kokusu. Onunla birlikte açsınlar. Leyla’mın yanakları da kırmızıydı bir zamanlar, bilsinler. 

Üçüncü Gece

(Ay kendini göstermeye başlamıştır.)

1.Oduncu:

Sen ey üzgün, acılı ay

Sevgililer için gölge bırak ağaç altlarında1

(Birinci Kadın uykusundan uyanır. Derinlerden bir ses eşlik eder onun hareketlerine. Bedeniyle cümlelere eşlik eder bir yerden sonra. Çok hızlı hareket etmeye başlar, ses de onunla birlikte hızlanır. Bir radyo tiyatrosundan gelen sesler gibidir. 1.Oduncu’nun sesi Birinci Kadının bedeninde can bulur. Kadın yorulunca ses susar.)

1.Oduncu: 

Leyla’nın yanakları solmuş. 

Kırmızı gelincik  o günden beri yasın rengi

Bu gölde

Doğum tarihleri bilinmeyen tüm kadınlar

Yaşamayı akıllarından geçirdikleri o an

Öldürülmeli!

Doğum gününün bedeli 

Ölümmüş o evde 

Felakete gebe

Rahimler geçidinin

Üzerinde doğar

Köşesinde

Büyürmüş Leylalar 

(Birinci Kadın çıkar. İkinci Kadın girer ve hararetli bir şekilde konuşmaya başlar. Bir yere yetişecekmiş gibidir.)

İkinci Kadın: Kapının önündeki ayakkabıları sayarken ölünün önemli biri olduğunu anlıyorum. Kimsesiz değil bu ölü. Kapıyı kapatıp çıkıyorum oradan. Ölmediğini biliyorum, kardeşim bana söylemeden ölmez, o kimseye haber vermeden gitmez. O bilir yaşayacağı yeri, öleceği zamanı da. Ölmek için daha vakit var, doğum gününü bilmeden ölemez Leyla. Kardeşimi bekliyorum o günden beri. O sabah babamı rüyamda gördüm. Başımı okşayarak bana Leyla’nın doğduğu günü anlattı en çok o sevinmiş, bense ağlamışım. Leyla, bizler gibi değilmiş. Farklıymış hepimizden, İnsan da değilmiş. Ben ölmeye razı olmuşken o yaşamak istiyormuş. Babam da kızmış, ellerini çekmiş Leyla’nın saçlarından. O gün kimsesiz kalmış Leyla, biliyor musun? İnsan gibi değilmiş artık. Babamın sözleri bir kehanet gibi gerçekleşmiş. 

Birinci Kadın: O gün ölüm eve girdiğinde herkes oradaydı, kimsesiz değildi bu ölü. 

İkinci Kadın: Ölü değildi. Babam saçlarını okşuyormuş, biliyormuş bütün gerçekleri. Leyla ölmemiş hiç. Leyla’yı bulabilirsek kurtulacağız. 

(Birinci kadın öfkelenmiştir.)

Birinci Kadın: Leyla öldü. Leyla’yı baban öldürdü. 

İkinci Kadın: Babama acımıyorsun, Leyla’ya da. Leyla ölmeyi istemediği için uzaklaşmış buradan. Yaşamak istediği için kaçmış, babam saçlarını okşayıp göndermiş onu. Başka bir ölü varmış o gün evde. Leyla demişler ama başka bir kız çoçuğuymuş o. Sevilen bir kız çoçuğu olduğundan kapı önündeki ayakkabılar çokmuş. Leyla bulunacağı günü hayal ederek ormana kaçmış. Babam  ormana gidip ziyaret ediyormuş onu. Leyla isterse bize de söyleyecekmiş yerini. Leyla’yı bırakalım da ormanda rahat etsin. Döndüğünde bize ormanı anlatsın. Doğum günü olarak hangi günü seçtiğini anlatsın. Baharın başlangıcını mı bitişini mi? Gece saatlerini seçmiştir Leyla. Gündüzleri, güneşi sevmez. Bir bahar gününün gecesini seçmiştir. Haydi tahmin edelim, hangi tarihi seçmiştir Leyla? 

(Birinci kadın istemeye istemeye yumuşar, ikinci kadına yanaşır.)

Birinci Kadın: Tamam tamam bence 21 Nisan gece saat on ikiyi seçmiştir.

(İkinci kadın kıkırdamaya başlar, birinci kadının iyice yanına sokulur.)

İkinci Kadın: On iki olur mu hiç? Bence gece saat dört. Kimsesizlerin saati.

Birinci Kadın: Hayır bence saat dördün yalnızlığından nefret ederdi o. 

İkinci Kadın: İki diyelim mi  hem ortasında gecenin hem uzağında sabahın.

Birinci Kadın: Üç olsun 

(İkinci Kadın Birinci Kadın’a sımsıkı sarılır, öper.)

İkinci Kadın: Tamam, tamam nasıl istersen.

ay ışığı_sinem çakal

Süreç üzerine: Gitmek mi Kalmak mı?

İki kadının aralarında geçen ilişkiyi ele alırken kadınlar arasındaki çatışma ve uzlaşma ilişkisine bakıp ataerkil bir düzende yaşadığımız sorunlara, giriştiğimiz çözümlere ya da çözümsüz kalışlarımız üzerine düşünmek istedim. Cinsiyet eşitsizliğini deprem süreciyle daha yoğun bir şekilde deneyimlediklerini gördüğüm kadınların merkezde olduğu bir anlatı kurarak “nasıl” sorusuna bu çerçeveden yaklaşmayı arzuladım. 

Hayatımızın normali haline gelen ekolojik, ekonomik ve politik sorunlara dışarıdan nasıl bakıyoruz ve içerisindeyken nasıl tepkiler veriyoruz? Bir felaketi yaşarken kendimde ve çevremde bu felaketin yankılarını çeşitli biçimlerde gözlemledim. Felaketle karşı karşıya kalındığında gelen çaresizlik hissinin, insanı suçluluğa götürmesiyle oradan başka bir karanlığın içinde yitip gittiğini gördüm. Bir yandan da felaketin içinden çıkma gücünü kendinde bulamayan,. izolasyonun içinde kaybolmuş, yabancılaşmış birçok insan, örgütlü bir duyarlılıkla buradan çıkabildi. Bir hafta sonrasında Hala kendime gelemedim.” diyen birçok kişiyle karşılaştım. “Kendine gelmek” ne demekti ve hangi noktada insanlar kendine gelecekti? 

İzolasyonun içinde kaybolma olasılığının yüksek olduğunu kabul etmekle birlikte, bir yandan bu kayboluşun yasa giden yolu oluşturan önemli adımlardan biri olduğunu düşünmeye başlamıştım. Bu sürecin toplumsal ve bireysel olarak yaşanması gerektiğini hissediyordum. Yas sürecini incelerken acısını yaşamak istemenin de acısından kaçmak istemenin de ikiliğini düşündüm. Diğer taraftan “Acıyla nasıl mücadele ediyoruz?” sorusu kafamda canlandı. Yaşadığımız haz ve hız döneminde yas yaşamaya yeterince vaktimiz var mı? Yok gibi görünüyor. O zaman bu vakti yaratmak için gündelik hayattaki alışkanlıklarımıza hangi yas anlarını sığdırıyoruz? 

Bu noktada kafamda Leyla ve ölümü belirdi. Leyla’yı, yaşanmamış bir yasın temsili olarak kurguladım. Leyla’nın ölümü yıllar sonra konuşulabilecekti. Birinci ve İkinci Kadın da kimi zaman bu acının bekçileri kimi zaman da bu acıdan kaçarak bir yol bulabilen karakterlerdi. Ölüm ve kadınlar, oyunumun ana eksenini oluşturuyor, Leyla’nın ölümüyle açılan oyunda Leyla’nın ölümünün ilk anlarına kadar ilerleyecek bir anlatı kurmaya çalıştım. Bu geriye dönüşte de yasın evrelerini Birinci Kadın ve İkinci Kadın aracılığıyla vermek istedim. İkinci Gece’de Birinci Kadın’ın öfkesini; Üçüncü Gece’de İkinci Kadın’ın durumu kabul edemeyişi durumunu; Dördüncü Gece’de Birinci Kadın’ın durumun farkına varışını ve son aşamada ise (Son Gece) İkinci Kadın’ın kabullenişini görüyoruz.

Birinci ve İkinci Kadın karakterleri bu oyunda yasın evrelerini temsil ederken aynı zamanda o evreleri yaşamaktalar. Aynı zamanda yasın içinden yasa uygun olmadığı düşünülen ve beklenmeyen duygular da açığa çıkabilmektedir. 

Geceleri susan Birinci Kadın, sadece gündüzleri konuşmakta ve oyunun zamanı onun anlatısına göre şekillenmektedir.

Yaşadığımız felaketleri unutmanın yanında hatırlamanın da oldukça zor olduğunu fark ettim. Unutuluş coğrafyasında yaşarken bir yası yanına alıp gündelik hayata devam etmenin çok zor olduğunu hissediyorum. O yüzden “nasıl”sorusu anın durumunu yansıtmaktan uzaklaşıp birçok birikmişliğin karşılığını istiyormuş gibi duyuluyor. 

Yaşanamayan yasın yol açtığı tehlikeleri düşünürken; oyunda yasın, gizlenmiş bir acıdan uzaklaşarak zamanla bir nefrete sonra sesi olmayan bir canavara dönüştüğünü ve bunun, canavar etkisi hep hissedilen bir babayla iç içe olduğunu görürüz. 

Ölümün yanında kalmak isteyenlerle gitmek isteyenler arasındaki ikiliği kurarak oyuna başlamak istedim. Bu ikilik tiyatro tarihinde birçok kadın karakterin dünyasıyla örtüşmektedir. 

Troyalı Kadınlar oyununda ”Acımı yaşayayım” diyen o ses, felaket sonrası şehrini terk etmek istemeyenlerin sesine, bazen de acısıyla baş başa kalmak, “nasıl ”sorusunu duymak istemeyenlerin sesiyle karışıyordu.

Antigone, kardeşinin ölüsünü gömmek isterken İsmene düzene karşı gelinmesinin tehlikelerinden bahsediyordu. Elektra, babasının intikamını almak isterken kardeşi bu öfkenin ona vereceği zararı anlatmaya çalışıyordu. Hizmetçiler oyununda Claire ve Solange ölümün etrafında gidip gelen bir kararsızlıkla dolaşan karakterlerdi. Bu oyunlardaki karakterlerin hepsi bir ölünün etrafında dolaşıyordu ve aralarındaki ölünün somut olarak canlandığı bambaşka bir yerde yaşayan iki kadın karakter, benim anlatımda kendine yer buldu. Ölümün kenarında ona değmeden yürümeye çalışanlarla onunla birlikte yola devam etmek isteyen kadın karakterlerin hikâyesi beni “nasıl” sorusunun cevabını bulmaya yoğunlaştırdı.