Bundan yaklaşık 20 yıl önce çok ama çok yalnız bir lise öğrencisiydim. Erişebildiğim hemen her film, kitap, müzik, bir şekilde dünyayla bağ kurmama yarayan her şey minnetimi kazanıyordu. Bu film, kitap, müzik formu her neyse bazen onu anlamam için benden vakit ve emek talep ediyor bazen de cömertçe duygularımı harekete geçirerek kolaylıkla kandırıyordu beni. Güncel sanatla ilişkim bu sırada başladı. Bir şekilde İstiklal Caddesi’nin içinde bir takım kültür sanat mekânları olduğunu ve buraların girişinin ücretsiz olduğunu öğrendim. Tam olarak bu kadar el yordamıyla. Güncel sanat bir şekilde tüm bu sanat yapmaya yarayan araçların bir araya gelebildiği ya da kurallara uymadığı, anlatım bakımından hem bonkör hem de benden talebi çok yüksek olan bir sanat dalıydı. Sadece malzemeyi kullanmasıyla değil konu ettikleriyle de getirdiği perspektifle de içinde bulunduğumuz durumlarla hesaplaşmayı deniyordu. Güncel sanata ilişkin bir şeyleri takip ederek düşünmeyi sevdiğimi böylece fark ettim, uzun yıllardır bu alanda yazmanın yollarını arıyorum, güncel sanat yazarak hayatımı sürdürmenin ya da. Ağustostan beri Mor Dayanışma’yla Yaren Esin’le yürüttüğümüz Güncel Sanattan Yaratıcı Eyleme atölyesi o zamanlardan beri biriktirdiklerimin sonucu sanırım. Ya da öğrenmeye çalıştıklarımın yeni bir başlangıcı.

Geçtiğimiz yıl Mor Dayanışma’yla ilk tanışmalarımda, bir dizi “depremden sonra ne yapabiliriz” toplantısına katıldım, hem Mor Dayanışma’yla hem de kadınların bir araya geldiği farklı örgütlenmelerle. İçinden çıkmakta çok zorluk çektiğim bir zamandı; hem herkes gibi hem de sadece kendi dünyamda.

Geçtiğimiz yıl Mor Dayanışma’yla ilk tanışmalarımda, bir dizi “depremden sonra ne yapabiliriz” toplantısına katıldım, hem Mor Dayanışma’yla hem de kadınların bir araya geldiği farklı örgütlenmelerle. İçinden çıkmakta çok zorluk çektiğim bir zamandı; hem herkes gibi hem de sadece kendi dünyamda. Bir şekilde bir arada olmanın, örgütlenme diye dillendiremesem de ona yakın bir eylemselliğin arayışındaydım. Depremden kısa bir süre sonra olduğu için hemen her toplantıda acil ihtiyaçların önemi konuşuluyor ve içinde bulunduğumuz çaresizliği adlandırmanın sonra da o adlandırmayı tersine döndürmenin yolunu buluyordu kadınlar. Bunlar arasında ne yapabileceğimi ne işe yarayacağımı kesinlikle kestiremiyordum ama ne önemi vardı. Bir süre sonra Yaren’le eylem biçimlerini konuşurken bulduk kendimizi. Benzer eylemler git gide bir söze dönüşüp aşinalıktan güç alarak insanları bir araya getirebildiği gibi bazen de benzerlikleri sadece sıkıcı olabiliyordu. Bu canhıraş zamanlarda sadece yaratıcı olmanın arayışını konuşmamız tam da sanattan öğrendiğim ne varsa ona denk düşüyordu. Neden yaratıcı olmak istiyorduk, neden eylem yapmak istiyorduk neden yaratıcı eylem yapmamız önemliydi… Yanıt verdiğimiz sorular değil ama örnekler vardı. Kendimi Yaren’e güncel sanat ve aktivizmin kesiştiği sanat eserlerini anlatırken buldum. Sonra da bunu bir atölyeye çevirmeye karar verdik. İlk atölyemizde hem güncel sanat ve akademi dünyasından kadınlar hem de sanatla bağı çok da güçlü olmayan ama meraklı kadınlar vardı. Aktivizm örneklerini anlattığım atölye bittiğinde peki şimdi ne yapıyoruz sorusu katılımcılardan geldi. Öyleyse biraz daha toplanmaya biraz daha sanat anlatmaya çalışmaya karar verdik. Ağustos 2023’ten bu yana yaklaşık üç haftada ya da ayda bir toplandığımız atölyeler yapıyoruz. Bunların bir kısmında bakım emeği, annelik, aile gibi gündelik yaşam ve hemen herkesin ortaklaşabileceği konulara sanat eserlerinin nasıl yaklaştığına odaklandık. Bir kısmındaysa performans sanatı, sanatçı inisiyatifleri, aktivizm gibi sanatın konusu olan ama feminizmle kesişen eserleri konuştuk.

Beraber bu eserleri konuşuyoruz, öğreniyoruz, soru soruyoruz ve sonra işin anlatım kısmı bitiyor. Bu kez kendimiz nasıl bir eylem istediğimizi ve bu eserlerin kullandıkları ses, görsellik, video, performans yöntemleri gibi araçların nasıl eyleme aktarılabileceğini konuşuyoruz.

Peki ne yapıyoruz bu atölyelerde? Keskin bir şekilde iki saatle sınırlamaya çalıştığımız (ama ister istemez uzayan) atölyelerde bir konu etrafında birbirine değen sanat eserlerini konuşuyoruz önce. Geçtiğimiz günlerde okuduğum bir sanat tanımında sanat eserinin müzeler, ya da sanat kurumları tarafından eser olduğuna karar verilen her şey olduğu yazıyordu. Bu birçok bakımdan doğru bir tanım aslında. Evet sanat eserleriyle buluşmamız onların bir yerde sergilenişi ve sanat olarak ilan edilişleriyle oluyor. Ama bir yandan da sergilendikten sonra da yaşamlarına devam ediyor sanat eserleri, işte ben bu atölyelerde seçtiğim konularda eserleri yaşamlarına sergilenmeden devam ettirmenin de bir yolunu arıyorum. Basitçe hayatımı sürdürmek için yaptığım mesleği icra ediyorum, yani sanat eserlerini anlatıyorum. Sanatçısının hayatını, nerede sergilendiğini, neyi amaçladığını bazen neyi amaçladığını nasıl bilemediğimizi, bazen sadece malzemesini, malzemeyle sanatçının kurduğu ilişkiyi, sunuluş şeklini, seçtiğim konuya değdiği yerleri, bazen tam da bu konuda bir eser olduğunu bazen de sadece çağrışımla bu konuya denk düştüğünü, aslında konu sınırlandırmasının da ne kadar zorlayıcı olduğunu… Beraber bu eserleri konuşuyoruz, öğreniyoruz, soru soruyoruz ve sonra işin anlatım kısmı bitiyor. Bu kez kendimiz nasıl bir eylem istediğimizi ve bu eserlerin kullandıkları ses, görsellik, video, performans yöntemleri gibi araçların nasıl eyleme aktarılabileceğini konuşuyoruz.

Bu atölyelerde bir amacımız bir sürü de amaçsızlığımız var. Bazen sanatın araçsallaştırılamamasına odaklanıp o gün sadece bir araya bizi getirişini kutluyoruz bazen de uzun tartışmalar sonucu eylem üretiyoruz. Bunun ilk örneği geçtiğimiz kış arkadaşlarımızın yaptıkları buz heykeli oldu. Dev bir buz kütlesinin içinde atölye katılımcıları uzun tartışmalar sonucu ürettikleri 3D yazıcıdan çıkan bir grup kadın heykelini dondurdular. Sonra bu dondurdukları heykeli Süreyya Operası’nın önünde eriterek (ya da çekiçle kırarak) hem meraklı izleyicilerin kafalarını karıştırdılar hem de yaklaşmakta olan “Patriyarkal kapitalizmin krizi içerisinde enternasyonal feminist örgütlenme deneyimleri” başlıklı sempozyumun duyurusunu yaptılar. Bu atölyede baştan öğrendiğimiz şu: “saçma yok, aptalca olan yok, bir şey yapmak çıkarmak zorunda değiliz”. Bir aradayız, güncel sanat alemini anlamaya ya da anlamamaya gayret ediyoruz ve önce kendimizi yaratıcı bir noktaya getirmeyi uğraş ediniyoruz.

Geçtiğimiz ay düzenlediğimiz bir diğer atölyede Poor Things /Zavallılar filmini tartışıp bolca eleştirdikten sonra, bir kadının kendini yaratma sürecine odaklanarak Otoportre konusunu konuştuk ve otoportre örneklerinden bahsettik. Sonra da hep beraber birer otoportre yaparak fanzin ürettik. Bir sonraki atölyemiz 27 Nisan’da. Bu kez kadınların feminist bir pratik olarak oyuna bakıp bakamayacağını (tabii ki bakabileceğini) konuşucaz ve sürpriz bir oyun oynayacağız.

Yazının başındaki çok ama çok yalnız lise öğrencisinden çok uzağım ama sevgili arkadaşım Yağmur Yıldırım’ın tavsiyesiyle zamanında ona sorulsa çok mutlu olacağı bir soruyu “nasılsın”ı her atölye başında katılımcılara soruyorum. Yaratıcılığın bir yolu var mı, varsa nasıl gidiliri, önce kendimize gitmekte arıyorum. Şimdilik bizi yeni üreteceğimiz eylemler bekleyedursun.