Sofokles, Oidipus tragedyasının devamı niteliğinde olan Antigone’yi, MÖ 411 yılında kaleme almıştır. Oidipus, babasının kim olduğunu bilmeden onu öldürür ve gene kim olduğunu bilmeden annesi İokeste ile evlenir. Freud, meşhur oidious kompleksini bu hikayeye dayandırır ve teorisinin temeli için bu hikayeden fazlasıyla faydalanır. Oidipus’un annesi ile olan evliliğinden Polyneikes ve Eteokles adında iki erkek, Antigone ve İsmene adında iki kız çocukları olur. Gerçeği kendi çabası ve inadı ile öğrenen Oidipus, bu durum karşısında gözlerini kör ederek kendini cezalandırır. O vaziyette birkaç yıl daha hükümdarlık yapan Oidipus, oğullarının, yetkisini elinden almaya çalışması üzerine ikisine de lânet okur; artık iki kardeşin, dostluk ve barış içinde yaşaması imkansızdır.

Sofokles’in, Kral Oidipus tragedyasında işlenen bu dram, Oidipus‘un Thebai’den sürülmesi, kızı Antigone’nin yardımıyla Kolonos’a gelmesi ve orada ölmesiyle sonuçlanır. Antigone babasını yalnız bırakmamış; ona hem destek, hem de kılavuz olmuştur. Sofokles, Oidipus Kolonos’ta tragedyasında Antigone’nin güçlü kişiliğini ön plana çıkarmakla daha sonraki oyunu Antigone’de, bu tragedya kahramanının inandığı değerleri sonuna kadar savunacak sağlam bir karaktere sahip olacağını sezdirmektedir.

Yas ve “Layığıyla Gömülme Hakkı”

Antigone, Oidipus’un ölümünden sonra Thebai’ye döner. Eteokles ve Polyneikes ise babalarının bedduasına uğramamak için ülkeyi dönüşümlü olarak yönetmeye karar verirler. Fakat bir süre sonra krallığın paylaşımı sorun olur. Eteokles, sırası geldiği halde Polyneikes’e tahtı bırakmak istemez ve onu ülkeden kovar. Bunun üzerine Polyneikes, Argos kralına sığınır ve altı kumandanla birlikte Thebai önlerine gelerek kardeşine savaş açar. İki kardeş birbirini öldürür. Krallık, İokeste’nin kardeşi Kreon’a kalır. Kreon, yurdunu savunurken ölen Eteokles’e kahramanlara yakışacak bir cenaze töreni yapılmasını ister. Polyneikes’i ise kendi ülkesine saldırdığı için vatan haini ilan eder ve cesedin gömülmesini yasaklar. Antigone tragedyasının odak noktasını bu yasak oluşturur. Kimse, Kreon’un manasız bir gurur ve ihtirasa kapılarak verdiği bu emiri çiğnemeye ve ona karşı çıkmaya cesaret edemez. Oysa Antigone, cezası ölüm bile olsa kardeşlik vazifesini yerine getirmeye kararlıdır. Çünkü o, “her ölünün gömülmeye hakkı olduğuna” inanır. Yasaklanmış bir yası tutmakta inat etmek, “cüret” ve “mücadele” ekseninden bize çok şey anlatır.

Bu metinde incelenecek en önemli noktalardan biri, yas ritüelidir. Antigone, her ne pahasına olursa olsun ölen kardeşinin cesedinin kurda kuşa yem olması için doğaya terk edilmesine izin vermeyecektir çünkü geride kalan cansız beden, geleneğe uygun bir şekilde uğurlanmalıdır. En kadim zamanlardan bu yana, ritüeller ve “yas”, kadınların daha çok ilgilendiği ve sürdürdüğü gelenekler olarak karşımıza çıkar. Yas evini kadınlar örgütler. Teselli veren, ağıt yakan, susması gerektiği yerde susup konuşması gerektiği yerde konuşan, ağlayan, taziye evine yemek taşıyan kişiler hep kadınlardır. Yas ya da “her ölünün layığıyla gömülme seremonisi”, kadınların tertipleriyle nihayete ulaşır. Bu bir arınma ve arındırmadır. Antigone’in, tüm yasaklamalara ve tehditlere rağmen “cenaze” ritüelini gerçekleştirmek istemesi bu inançla ve normla örtüşür. Judith Butler’a göre yas ve tüm insanların ortak yaralanabilirliği, siyaset için bir kaynak olmalıdır. Başkalarının acıları ile özdeşleşim kurabildiğimizde ve kendi kimlik aidiyetimizin ötesinde olanlar için dahi yas tutabildiğimizde, kimi yaşamları diğerlerinden daha çok yası tutulabilir gören koşulları eleştirebilir ve bunlara karşı çıkabiliriz. Yas, siyaseti pasifize etmez, durağanlaştırmaz ve duyarsızlaştırmaz. Aksine, bambaşka bir perspektiften bakmaya ve öfkeyi sağaltmaya yarayabilir. Böylece, mağduru olduğumuz şiddet türlerinden, başkalarını koruyabilmemizi sağlayacak ilkeye de ulaşma şansımız olacaktır. Belki bu tragedyada da, gerçekleşmesi gereken yas ritüeli gerçekleşmiş olsaydı, ölüm ve pişmanlığın hakim olduğu bir son görmemiş olacaktık.

Otoriteye Başkaldırının Sembolü Antigone

Öte yandan bu metin, dişil bir başkaldırının çok güçlü bir örneğini oluşturduğu için de oldukça mühimdir. Antigone asi ve kararlıdır, o dönemde yaşayan ve itaate odaklanmış kadınlara pek benzemez. Bütün halk, kralın kararının yanlış ya da uygunsuz olduğunu düşünse de kimse sesini çıkarmaya cesaret edemez çünkü ucunda “ölüm” gibi ağır bir ceza vardır. Fakat Antigone, doğru bildiğinden şaşmaz ve bu uğurda ödeyeceği bedellerin hepsine razı ve hazırdır. Daha oyunun ilk sahnesinde Antigone, kız kardeşi İsmene’yi sarayın dışına çağırır ve fikirlerini kardeşine evin dışında açar. Kadınların özel alanla, erkeklerin ise sosyal alanla özdeşleştirildiği bir dünyada, bu çağrı önemli bir sinyaldir. Antigone, özel alanı olan “ev”in dışına çıkar ve politikleşmeye başlar. Olayların mekanı zaten sarayın dışındadır. Antigone, kendisi için en uygun bulunan mekanı, mekanın dışından fethetmeye ve reddetmeye başlar. Kız kardeşi İsmene, ona yardım etmeyeceğini çünkü teklifinin yanlış olduğunu söyleyerek beklenildiği gibi bir tepki verir. Zira krala itaatsizliğin ağır bedelleri vardır ve bu bedelleri ödemeye hazır değildir. İsmene, kadının “çaresizliğine ve zayıflığına” vurgu yapar. “Unutma, kadınız biz, baş edemeyiz erkeklerle. Bizi yönetenler bizden güçlü. Katlanmayıp ne yapacağız belki bundan beterine?” diyerek, kardeşi Antigone’yi de ikna etmeye çalışır ama çabası nafile bir çabadır. “Benim hakkımı benden esirgeyemez kimse!” diyen Antigone, dediğini yapar ve kardeşinin ölüsünü toprakla kapatır.

Kral Kreon ise, tipik bir “erkek”tir. Cinsiyetine atfedilen gücün dışında, halkın hükümdarı konumundadır. Buram buram “otorite ve güç” kokan devlet, Kreon’un erkekliğiyle iyice perçinlenmiştir. Emirler veren, yasa koyan, hoşuna gitmeyen kişileri azarlayıp susturan, cezalandıran, asabi ve hoşgörüsüz Kreon, hem yetkisinin hem de cinsiyetinin gerektirdiği gibi davranır. Bu sebepten, kimse ona karşı çıkmaya cesaret gösteremez. Gömülmemek üzere terk ettiği cesede toprak atanın hemen yakalanmasını ister. Emrine karşı çıkanın bir kadın olduğunu öğrenmek ise onu daha da öfkelendirir. Antigone’nin suçu, ağabeyinin cesedini, dayısı Kral Kreon’un yasağına rağmen gömmesidir. Kralın karşısında, her türlü sonuca razı, pişmanlık belirtisi göstermeyen, haklı sebepleri olduğuna inanan ve bunları korkmadan haykıran genç bir kadın vardır. Bu kadın öz yeğeni ve hatta oğlunun nişanlısı dahi olsa affedilmeyecek, ölüme terk edilecektir çünkü erkek devletin koyduğu yasağa “bir kadın olarak” karşı gelmek, affı olmayan yegane suçtur. Antigone, kardeşinin ölüsünü gömmekle yalnızca devlete değil, akrabalığın yazılı olmayan kurallarına da karşı koymuştur ve bu da alışık olunan bir başkaldırı olmadığı gibi, toplumsal cinsiyet normlarıyla da uyuşmamaktadır.

Metin, kralın geç kalmış pişmanlığını ve “doğru yol”u buluşunu gösterir. Bu pişmanlık, pek çok kayıp verdikten sonra gerçekleşir. Kral; eşini, oğlunu ve halkın gözündeki itibarını kaybetmiştir. Artık yaşamak için bir sebebi kalmamıştır ve ölmek istemektedir. Fikirlerini en başından beri körü körüne savunan bir karakterin bu sert geçişi, oldukça klasiktir. Antigone ise, ölüme terk edildiği mağarada kendini asmıştır. Bir kadın için biçilen sonun intihar olması, hiç şaşırtmamıştır. Özellikle eski dönem sanat eserlerinde kadınların sonunun ölüm olması -intihar ya da cinayet neticesinde- göze çarpan önemli bir detaydır. Bu tragedyada yazarın vermek istediği mesaj şöyledir; bu iki başkarakter –Antigone ve Kreon- “uç” karakterlerdir ve sonunda ikisi de cezalandırılmıştır. Ama şüphesiz ki Antigone, her ne pahasına olursa olsun doğru bildiğinden şaşmayarak bir başkaldırı gerçekleştirmiş ve ölecek olsa bile huzurlu ve onurlu bir şekilde öleceğini haykırmıştır. Antigone açısından, onurlu bir hayat için yapılması gereken her şey yapılmıştır. Antigone, risklerin üzerine yürüyen, normlara kafa tutan, yasaya başkaldırının sembolü haline gelmiş bir kadındır ve bu yüzden hala çok önemlidir. Bu durumda hangisine “ölü” demeliyiz? Kral Kreon’a mı, Antigone’ye mi?

“Kimi de bilmez ateşin yaktığını, yalın ayak ateşte yürümedikçe.”